Kararsızlığa dair: “Hatâsız kul olmaz”

Her ne yaparsak yapalım, kendimize hatâ(lar) lüksü hakkını verebilmemiz gerekmektedir. Netîcede, kazananlar hiç hatâ yapmayanlar değil, asla pes etmeyenlerdir! Yeter ki başkalarının sunduğu seçeneklere değil, kendi ürettiğimiz seçeneklere yönelip onlar arasından bir karara varalım! Yeter ki seçenek de, karar da bize ait olsun! Gerekirse hatâlı olsun…

21’inci yüzyılla birlikte dünya olarak yaşayış tarzımıza dair çok önemli bir şeyin kırılma noktası olduğuna şâhitlik ettik. Bu kırılma noktasına etken olan şeyi “dijitalizm, ekonomik dağılım, kapitalizm, bilginin yayılması veya bunların üst üste gelmesi” olarak sıralayabiliriz.

Bu kırılma daha önce bir yazımızda da bahsettiğimiz üzere, bir “devâsa çokluklar dünyası”... İçinde bulunduğumuz süreç de böyle bir dünyanın dönemi… Bugünkü mevzumuza da aslında “Bu çokluklar dünyası bir yanılsama mı, yoksa gerçeklik mi?” diye bir sorgulama ile giriş yapalım.

Kısa ve öz bir şekilde bu durumun gerçekliğinden bahsedebiliriz. Bunun nedeni ise, arzuları sınırsız ve neredeyse kaynaksız bir dünyada yüz binlerce yıl hayatta kalmış olan (avcı-toplayıcı) atalarımızın açlıklarını bugün doyurmaya çalışmamız. Yani güvenliğe olan, kaynağa olan, besine olan, seçeneğe olan, imkâna olan, kalabalığa ve güce olan arzunun doyumundan bahsediyoruz. Hayatımızın içinde sürekli olarak “Daha hızlı olsun” diye bir şeyler yapıyoruz fakat neden bu kadar hızlı olmamız gerektiğini sorgulayacak, düşünecek vaktimiz yok. Tâ ki o şey, kullanılamaz hâle gelene ya da o şeyin zararı ile birebir karşılaştığımız bir zaman dilimine girene kadar…

İçinde bulunduğumuz süreçte bir yandan çevremizdekilerin “var olduğunu ispat” çabası içerisinde sergiledikleri, sundukları, bize öyle (imiş gibi) gösterdikleri yaşantılar var; diğer yanda ise, ne yaparsak yapalım, ne kadar çok şeyle ilgilenirsek ilgilenelim, hep yetişemediğimiz, onlar karşısında eksiklik hissettiğimiz, bize ait bir yaşam var. Bu durum üretim, ortaya bir fikir koyma, düşünce noktasında da sık karşılaşılan bir hâl ki sürekli olarak çokluk içerisinde daimî bir yokluk çekilmekte. Hep daha önce düşündüğümüz bir fikrin başka biri veya birileri tarafından gerçekleştirilmiş olmasına şâhitlik eder hâle geldik veyahut akşamdan üretimini düşündüğümüz şeyin sabah uyandığımızda piyasaya sürüldüğü haberi ile gözümü açmak, artık çok olası bir durum…

“Bu durumun temel sebebi ise, üst satırlarda değindiğimiz gibi, ataların rahatlığa, eğlenceye, kahramanlığa olan açlığının aslında bize bir travma olarak geçmiş olması” diyebiliriz ki istediğimiz şey, doyurmanın mümkün olmadığı bir arzu!

Elbette arzunun doyumunu karşılamak esnasında bir de sürekli bir aldatılma sorunsalından bahsetmek gerekir. Öyle ki, insan zihni fırsat odaklı çalışmakta. Nihâyetinde insan bir fırsat yakalamalı ki o fırsat ile birlikte birçok şeyin ulaşılabilirlik yolu da açılsın. Bu noktada aldandığımız kısım ise, fırsat için bekleme sürecinin atlanıyor olması ile alâkalı. Yani bir fırsatın oluşabilmesi için nitelikli bir şekilde ortaya konulan fikre ayrılması gereken zaman kısmının atlanıyor olması, bir anda bir patlama ile hedefe ulaşma arzusu.

Oysa günümüz dünyasında biliyoruz ki, başarılı olan ya da dışarıdan “başarılı” addettiğimiz insanların uzun süre boyunca anılmasının bir iz bırakabilmiş olmalarının ardındaki sebep, bir konunun peşinden takıntılı olarak gitmeleridir. Tabiî bunun yanında piyasanın, ortamın, zamanın fikre uygunluğunu sağlayabilmeleridir. Bunun dışında ise zaten bir anda patlayan, popüler olan da kısa süre içerisinde yok olup gidiyor.

Şimdi günümüzü bir aç tavuk ve buğday ambarı benzetmesi ile hâlimizi özetleyebiliriz. Bunun yanında, bir türlü doymayan canlılarız ve etrafımız, hep hayâlini kurduğumuz şeylerle dolu. Ek olarak, bizim dışımızdaki insanları da sürekli doyuyor şekilde görüyoruz. Oysa bunun bize gösterilen olduğunu, onların bilinçli olarak dikkatimize sunulduğunu fark edemiyoruz. 

Fark etmenin ilk ve en önemli maddesi, karar vermek: Karar ver, yola çık ve istersen o yolda istediğin ile karşılaş, istediğine bak!

Dikkat etmemiz gereken nokta, seçeneklerle dövüldüğümüz bir süreçte olduğumuzun bilincine varabilmek. Yani seçeneksiz ve çâresiz değiliz. Sadece seçenekler arasında bîçâreyiz! Mesele, bize sunulan hiçbir şeyin bize ait olmadığını fark etmek.

Nitekim gerçek olan ya da olması gereken, kapalı olan perdeyi bizim açmamız. Başkasının açtığı perde sürekli manipülasyondan ibârettir. Ne var ki, ancak bizim çaba gösterdiğimiz, bizim müktesebat biriktirdiğimiz, yürüdüğümüz, koştuğumuz ve nihâyetinde bizim açacağımız perde ile bu sorunsalı aşabiliriz.

Peki, karar verme noktasında ya da kararsızlığı ortadan kaldırmak için ne yapmalı?

İlk olarak bilmemiz gereken şey, karar verme ânında her zaman optimal bir tavır sergilemenin mümkün olmadığıdır. Yani karar ve anlarımız günlere göre, bağlama göre, o an yaşadığımız zihinsel veya duygusal olaylara göre değişkenlik gösterebilir. Bir diğer bilmemiz gereken şey ise, bir gündemimizin olması. Yani gündelik yaşantımız içerisinde zorunlu olarak yapmamız gerekenlerin dışında bizim arka plânda bir gündem, bir seçenek oluşturmamız ve o gündemin de gerçeklik ile uyumlu olması gerekliliğidir. Daha net bir ifadeyle, “uzun hayâllere fuzuli zaman ayırmak yerine kısa plânlar ile adımlar atabilmek” diyebiliriz buna.

Son olarak ise, her ne yaparsak yapalım, kendimize hatâ(lar) lüksü hakkını verebilmemiz gerekmektedir. Netîcede, kazananlar hiç hatâ yapmayanlar değil, asla pes etmeyenlerdir! Yeter ki başkalarının sunduğu seçeneklere değil, kendi ürettiğimiz seçeneklere yönelip onlar arasından bir karara varalım! Yeter ki seçenek de, karar da bize ait olsun! Gerekirse hatâlı olsun…

Biliyoruz ki, hatâsız kul olmaz!