Karanlık bir tertip: Sabahattin Ali suikastı

Yıllar sonra CHP Genel Başkanı olan Kemal Kılıçdaroğlu, CHP’nin tarihi ile ilgili bir itirafta bulunmuştu. “Yazar Sabahattin Ali’yi CHP öldürdü” diyen Kılıçdaroğlu, “Nazım Hikmet’i kim hapse attı? Sabahattin Ali’yi kim öldürdü? CHP!” demişti...

CHP iktidarının bir karanlık dönemi

POLİS devleti rejimlerinin en çok öne çıkan vasfı, rejimin bekâsı bakımından tehlike potansiyeli arz eden bütün şahısları izleyerek fişlemesidir. Fişleme, son tahlilde sosyo-psikolojik bir sapmadır ve belirli bir sınırı yoktur. Fişleyicinin kafasındaki vazife anlayışına göre dış dünyadan başlayıp takip edilenin en mahrem alanına kadar uzanan bir vazife biçimidir.

Millî Şef devrinde (1938-1950) de rejime karşı potansiyel olarak tehlike arz ettiği varsayılan herkes büyük bir dikkatle takip edilmiş ve fişlenmiştir. Esasen burada korunan, rejimden çok, rejimi elinde bulunduranların iktidarıdır.

Millî Şef devrinde gerçekleştirilen fişlemeler kelimenin tam mânâsıyla bir yüz karası olarak tarihe geçecek sosyal birer cinayetti. Çünkü bu devirde fişlenen insanlar, daha dün rejimi kurmuş, ülkeyi kurtarmış, üst seviye vazifelerde bulunmuş şahıslardı. Meselâ Atatürk’ün Başvekili Bayar’ın “o vakitler en çok şikâyet ettiği şeylerin başında, arkasına polis takılması geliyordu” (Sertel Zekeriya, 1968:242).

Demokrat Parti iktidara geldiği zaman fişleme dosyaları ortaya çıkmış, “Celâl Bayar’ın da DP Başkanı ve İzmir Milletvekili sıfatıyla takip edilip fişlendiği” (Ağaoğlu Samet, 1993:133) resmen ortaya çıkmıştı. Polis devleti tarafından takip edilip fişlenenlerden biri de Kurtuluş Savaşı kahramanlarından, eski Başvekil Rauf Bey idi. “Rauf Bey’in arkasına polis koymuşlardı. Kontrolsüz adım atamıyordu. Arkasına polis konmasını anlamıyor ve affedemiyordu” (Sertel Zekeriya, 1968:223). Rauf Orbay polis takibine alındığını fark edince, iki defa polis müdürüne durumu anlatmış, en nihâyetinde İnönü’ye başvurmuştu” (Akandere, 1998:236).

Kurtuluş Savaşı kahramanlarından Ali Fuat Cebesoy da fişlenmekten nasibini alanlardandı. Cebesoy Paşa kendi deyimiyle, “tam 25 yıldır takip ediliyor ve bu duruma çâresizce göğüs geriyordu” (Ağaoğlu Samet, 1993:125).

Millî Şef’in, polis devletinin fişleme konusunda hiçbir sınır tanımamasına örnek teşkil eden sembol fişleme ise, Atatürk’e garson olarak yıllarca hizmet eden Cemal Granda’nın da takip edilmesidir. Atatürk’ün, ölümüne kadar çeşitli mekânlarda garsonluğunu yapan Cemal Granda, “tam sekiz yıl polis tarafından takip edilmiş, bu takipten Çankaya’da görev yapan bir tanıdığı aracılığıyla ancak kurtulabilmişti” (Granda, 1973:432).

7 Ocak 1946’da Türk siyasetindeki yerini alan DP, istihbarat birimleri tarafından adım adım izlenmişti. Parti genel merkezine girip çıkanlar tek tek kaydedilirken, Celal Bayar ve Adnan Menderes’in arkadaşlarıyla yediği yemekler dahi rapor edilmişti. CHP’den ayrılan Celâl Bayar ve Adnan Menderes’in kurduğu Demokrat Parti’nin (DP) daha ilk günden itibaren tek parti iktidarı tarafından takibe alındığı ortaya çıktı. Belgeler, çok partili siyasal hayatın önünü açmakla övünen CHP’nin, rakibi DP’yi istihbarat teşkilâtına izlettiğini gözler önüne seriyor. Buna göre DP Genel Merkezi başta olmak üzere bütün teşkilât binalarına giren ve çıkanlar kayda geçirilip merkeze iletilmişti. Başbakan Adnan Menderes ve arkadaşlarının her adımı da aynı şekilde gün gün rapor edilmişti.

Belgelerde, kurulduğu 7 Ocak 1946 tarihinden itibaren DP’yi takibe alan istihbarat birimleri, Menderes’in günlük programı, kimlerle görüştüğü, görüşülen milletvekillerinin daha sonraki adımlarının kayıtları yer alıyordu.

Menderes’in 25 Ağustos 1947 tarihinde Celâl Bayar, Fuat Köprülü, Adnan Adıvar ve Ahmet Emin Yalman ile birlikte Ankara Palas’ta yedikleri yemek dahi kayıt altına alınmıştı. Raporda aynı günün sabahında da Menderes’in, DP Genel Merkezi’nde Ahmet Veziroğlu, Kemal Silivrili, Celâl Bayar, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan ile görüşme yaptığı belirtiliyordu. Ağustos ayı içerisindeki başka bir raporda ise DP’nin il ve ilçe başkanlarının genel merkezi ziyaretleri kayıt altına alınmıştı. Partinin il ve ilçe merkezlerindeki toplantılarını da takip eden istihbarat birimlerinin, buradaki birçok toplantıda kayda değer bir şey olmadığına yönelik rapor verdiği anlaşılıyordu. (Radikal, 2012)

Çok partili hayatın başlamasıyla birlikte polis devletinin fişleme mesaisi de otomatikman artmış, Demokrat Parti kurucuları ve ileri gelenleri takip edilerek fişlenmeye başlanmıştı. Çok partili rejimi ülkeye lutfen bahşetmelerine rağmen hâlâ ülke için bir tehlike olarak gören Millî Şef bürokratları, muhalif parti kuruluşlarını ve kurucularını yakın takibe almışlardı. Demokrat Parti’nin toplantılarına katılan, “Bayar ve Menderes’in yanından hiç ayrılmayan “Özdemir Bey” isimli şahsın 1945 yılından beri polis emrinde çalıştığı, 1961 yılında Yassıada’da ortaya çıkmıştı (Sertel Zekeriya, 1968:273).

Millî Şef iktidarının bir hükûmet icraatı olarak çeşitli cemiyet kesimlerini polis vâsıtasıyla takip ettirdiği ve fişlettirdiği yıllar sonra Demokrat Parti iktidarında, bir Meclis oturumunda uzun uzun tartışılmış, fişleme resmen Meclis kayıtlarına geçmişti. Polis tarafından tutulmuş fişleme dosyalarıyla kürsüye gelen ve CHP iktidarından hesap soran devrin Başbakan Yardımcısı Samet Ağaoğlu’na CHP’lilerin verdiği cevaplar hem acziyetin, hem de “suçluların telâşının” bir vesikasından ibaretti.

Açılan fişleme dosyalarında, “Tutulmuş kayıtların bir nüshasının Cumhurbaşkanlığı Hususî Kalem Müdürlüğüne gönderildiğinin bildirilmesi” (Ağaoğlu Samet, 1993:122), fişlemenin bizzat Millî Şef’in kontrolünde ve bilgisi dâhilinde gerçekleştiğinin deliliydi.

Meclis’te tartışılan fişleme dosyası ayrıntısına göre, Millî Şef iktidarı Demokrat Parti’nin çeşitli vilâyetlerde bulunan kurucularını, hattâ bazı CHP milletvekillerini takip edip fişlemekteydi. Millî Şef rejiminin polisleri Demokrat Parti’nin özellikle dört kurucusu aleyhinde de fişler tanzim ederek takip yapmışlardı. “Fişleme dosyası bulunan şahıslardan bazıları şunlardı: Adnan Menderes, Fuad Köprülü, Refik Koraltan, Hasan Polatkan, Ali İhsan Sabis (Paşa)” (Ağaoğlu Samet, 1993:124).

Meclis görüşmelerinde sarf edilen şu söz, fişlemenin boyutunu gösteren çarpıcı bir örnektir: “Sadece İzmir şehrinde 2 bin kişi fişe bağlıydı!” (Ağaoğlu Samet, 1993:125)

Yazar Sabahattin Ali, dönemin CHP iktidarı tarafından bir tertiple katlettirildi

İşte tam bu karanlık günlerde, 2 Nisan 1948 günü, yazar Sabahattin Ali’nin, dönemin CHP iktidarı tarafından bir tertiple öldürtülmesi de kayıtlara geçmiştir.

Ordunun o yıllarda nasıl bir baskı aygıtı hâline getirildiğini gösteren en sembolik ve örnek yazar Sabahattin Ali, feci bir şekilde öldürüldü.

Devrin sol aydınları içerisinde rejime muhalefet etmenin bedelini en ağır şekilde ödeyen şahıs, yazar Sabahattin Ali’ydi. “Yazdığı bir şiirde Millî Şef’e ismiyle hitap eden Sabahattin Ali” (Uyar, 1999:190), bu tavrının ardından polis devletinin kara listesine alınmıştı.

26 Ekim 1933 günü, Hıyanet-i Vataniye Kanunu ile mahkûm edilmiş eski Terakkiperver Parti mensupları ile İzmir Suikastı mahkûmlarını da kapsamına alan 2330 sayılı Af Kanunu çıkarıldı. Bu aftan yararlanarak çekmekte olduğu hapis cezasından kurtulanlardan biri de, İzmir Suikastı suçlularını yargılayan İstiklâl Mahkemesince bir yakınının da mahkûm edilmesinden duyduğu kızgınlıkla Atatürk hakkında çok ağır ve hakaret dolu bir manzume yazmış olan ve bu nedenle hapse mahkûm edilmiş bulunan genç edebiyat öğretmeni Sabahattin Ali idi (Goloğlu, 1974:114).

Sabahattin Ali, bu olaydan sonra bir daha hiç rahat edememişti. Ali, önce çalıştığı konservatuardan çıkarılmış, daha sonra da tutuklanmıştı.

Sabahattin Ali’ye karşı kontrolsüz bir intikam duygusu içerisinde olan Millî Şef rejimi, bu solcu yazarı yok etmek için sinsi bir komplo tertiplemişti.

Yazar, kendisine güven telkin eden bir şoförün kamyonuyla Bulgaristan’a kaçırılmak vaadiyle yola çıkmıştı. Ne var ki bu yolculuk, Sabahattin Ali’nin çıktığı son yolculuk olmuştu. “Polis devletinin adamı olan bu kamyon şoförü, Sabahattin Ali’yi Bulgaristan sınırında, bir mola esnasında, kafasını odunla ezerek öldürmüştü” (Ağaoğlu Samet, 1993:296).

1948 yılında Edirne Sınır Taburu’nda üsteğmen rütbesi ile görev yapan sonraki yılların generali Nevzat Bölügiray, hatıralarında bu korkunç olaya yer verir. Bölügiray, MİT tarafından “Rus vatandaşlığına geçmek istediği gerekçesiyle” sınır dışı edilmesi istenen bir üniversite hocasının, iki üsteğmen ve bir yüzbaşı tarafından boğularak infaz edildiğini söyler ve bu feci olayı şöyle anlatır:

“‘Komutanım, polisler bir sivili getirdiler, bize teslim etmek istiyorlar. Bir de yazı getirdiler, buyurun!’

Yazı şöyleydi: ‘* yazı ile gönderilen kişi, * Üniversitesi hocalarından *, Stalin’e gönderdiği dilekçe ile Sovyet vatandaşlığına kabul edilmesini istemiştir. Kendisi, Bulgaristan sınırından, ‘usûlü dairesinde’ ve ‘kimseye gösterilmeden’ sınır dışı edilecektir...’

Yzb. Aziz bu son cümleyi, üzerine basarak ve ağır ağır okurken, bir yandan da levazım subayına anlamlı bir şekilde göz kırpıyordu.” (Bölügiray, 2009:18)

Bu kararın ardından yazar Sabahattin Ali, CHP iktidarının emriyle başı odunla ezilerek öldürülmüştür. Engin Ardıç, bu elim olayı şöyle anlatır: “Sabahattin Ali’nin İnönü yönetimiyle arası çok bozuktu. Birkaç kere hapse girdi çıktı. Bulgaristan’a kaçmak isterken (ya da öyle olduğu öne sürüldü), Ali Ertekin adında birisi tarafından önce boğulup, sonra kafası sopayla (bir rivayete göre taşla) ezilerek öldürüldü, yıl 1948. Daha sonra, cinayetin, cesedin bulunduğu yerde falan değil, jandarma karakolunda işlendiği, cesedin sonradan götürülüp sınıra bırakıldığı da söylendi.” (Ardıç, 2012)

Sabahattin Ali’nin kızı Filiz Ali, o günlerde yaşadıklarını şöyle anlatır: “Ben babam öldüğünde 11 yaşındaydım. En yakınımız bile bizimle temas etmekten çekinirdi. Çok daha çarpıcı bir şey söyleyeceğim: Annem ve ailenin yakınları, ‘Mecbur olmadıkça babanın kim olduğunu kimseye söyleme’ derlerdi. Bir çocuğun, babasının kim olduğunu söylememesi çok korkunç bir şeydir. O travmayı hâlâ yaşarım…” (Ali, 2010)

Yıllar sonra CHP Genel Başkanı olan Kemal Kılıçdaroğlu, CHP’nin tarihi ile ilgili bir itirafta bulunmuştu. “Yazar Sabahattin Ali’yi CHP öldürdü” diyen Kılıçdaroğlu, “Nazım Hikmet’i kim hapse attı? Sabahattin Ali’yi kim öldürdü? CHP!” (Kılıçdaroğlu, 2012) demişti.

 

Kaynakça

Ağaoğlu Samet, (1993), Siyasî Günlük, İstanbul: İletişim Yay.

Akandere Osman, (1998), Milli Şef Devri, İstanbul: İz Yay.

Ali Filiz, (2010), NTV, 9.2.2010

Ardıç Engin, (2012), Sabah, 17.2.2012

Bölügiray Nevzat, (2009), Geçmişten Geleceğe, İstanbul: Tekin Yayınevi

Goloğlu Mahmut, (1974), Tek Partili Cumhuriyet, Ankara: Kalite Matb.

Granda Cemal, (1973), Atatürk’ün Uşağı İdim, İstanbul: Hürriyet Yay.

Kılıçdaroğlu Kemal, ( 2012), NTV, 10.2.2012

Radikal, (2012), 19.09.2012

Sertel Zekeriya, (1968), Hatırladıklarım, İstanbul: Yaylacık Matb.

Uyar Hakkı, (1998), Tek Parti Dönemi ve Cumhuriyet Halk Partisi, İstanbul: Boyut Kit.