TARİHİ
binlerce yıllık bir geçmişe sahip “Türk dili”, aynı zamanda millî kültürümüzün
de “ortak” ifade aracı olması hasebiyle kutsal miraslarımız arasında
zikredilir. Karamanoğlu Mehmet Bey’in bundan 742 yıl evvel, 13 Mayıs 1277
tarihinde yayınladığı “Şimden gerü hiç
kimesne kapuda ve dîvânda ve mecâlis ve seyrânda Türkî dilinden gayrı dil
söylemeyeler” fermanı, 26 Eylül 1932 tarihinde gerçekleşen “ilk” Türk Dili
Kurultayı’ndan sonra Türk Dil Bayramı’na dönüşmüştür.
Bu
itibarla Karaman, Türklerin ve Türkçenin önemli bir parametresidir. Tıpkı Bakü,
Karabağ ve Şuşa gibi…
Aramızdan
2009 yılında ayrılan Azerbaycanlı şair Bahtiyar Vahapzade, “Bir ananın iki
oğlu, bir amalın iki kolu” dizesiyle
başladığı şiirini, “Dinimiz bir,
dilimiz bir, ayımız bir, ilimiz bir, aşkımız bir” şeklinde sürdürür.
Ekleyecek olursak, “derdimiz de bir”…
İşte o dertlerden biri de Dağlık Karabağ’ın yeniden azatlığa
kavuşmasıydı. Azerbaycan Ordusu tarafından 27 Eylül 2020 sabahı başlatılan
harekât, 10 Kasım 2020 tarihindeki ateşkes antlaşması ile son bulmuştu. Tabiî Dağlık
Karabağ’ın esareti de…
Türkiye,
ilk günden itibaren Azerbaycan’ın yanında yer aldı ve Rusya ile barış diplomasisi
yürüttü.
Kardeş
Azerbaycan’ın Karabağ cephesinde geçen sene elde ettiği son zafer, aslında Türk
dünyasına bahşedilmiş bir armağan. Armağan, çünkü azatlığa kavuşturulan her köy
ve şehir birer muştuya, cadde ve sokaklarda ise şölene dönüşmüştü. Açıkçası böyle
bir zafere ihtiyaç vardı.
Şu
bir gerçek ki, ne Azerbaycan Cumhuriyeti Devleti 30 yıl önceki Azerbaycan’dı,
ne de Ermenistan. Bir de bölgede söz hakkına sahip olan Türkiye…
Azerbaycan,
kendi topraklarını özgürlüğe kavuşturma adına verdiği mücadelede son derece
haklıydı ve hakkı olanı geri aldı.
Türkler,
dünden bugüne hep sulhtan yana oldular. Siviller zarar görmesin istediler. “Kan
dökülmesin” dediler. Ancak Ermenistan, ırkının verdiği özellikten olsa gerek,
saldırgan tutumunu Karabağ’da da sürdürmüştü.
Fitili
ateşleyen saldırılar, büyük zaferin ayak izlerini taşıyordu. Şuşa, her iki
taraf için kritik bir konuma sahipti. Azerbaycan Ordusu uçan pervaneler gibi
şehadete koşarken, Ermenistan askerleri cepheden kaçıyordu. Üstünlük her
anlamda Azerbaycan’daydı. Askerî açıdan olduğu kadar moral açısından da… Sonuç
olarak, işgal altındaki topraklar 44 günde geri alınmıştı.
Karabağ’daki
çatışmalar, başından beri Türkiye tarafından yakından takip edildi ve cephe
hattındaki gazeteci arkadaşlarımız konuyu sürekli gündemde tuttular.
Artık
savaş geride kaldı ama esas savaş (ya da barış) şimdi başlıyor!
Hatırlanacağı
üzere, o günlerde sesi çokça çıkan Fransa’nın asıl amacının Rusya’dan boşalan
koltuğa kurulmak olduğunu fark eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, Avrupa ülkelerinde
hızla yayılan ırkçılık, ayrımcılık ve göçmen karşıtlığı gibi nefret suçları
arasında yer alan İslâmofobi söylemi hakkında “Koronovirüs kadar tehlikeli” diye beyan etmiş, 10 Aralık 2020’de
de Aliyev ile birlikte başkent Bakü’de düzenlenen askerî geçit törenine
katılmıştı.
Zaferin
birinci yılı geride kaldı. Şimdi asıl hedef, her iki ülke arasında asırlar
önceki kan ve gönül bağına benzer yeni köprülerin kurulmasını, Karabağ’ın tam
anlamıyla özgürlüğe kavuşmasını sağlamak. Askerî hamleleri koruma kollama
faaliyetlerine çevirmek, oranın Azerbaycan yurdu olduğunu ispatlayan adımları
hep beraber atmak, siyâsî ve politik çıkarlara kurban edilmeden Karabağ’ın
kalkınmasına katkı sunacak isimlerle yol almak…
Bu
arada TEKNOFEST’in gelecek yıldan itibaren yurtdışı etkinliklere imza atacak
olması, bunu ilk olarak Azerbaycan’da gerçekleştirmesi ve Karabağ Zaferi’nde
etkin bir rol üstlenen İHA ve SİHA’ların Karabağ’da gösteri yapacak olması da
Türkçe konuşan ülkelerin bir kez daha yan yana gelecek olması adına gurur
verici.
Geçen yıl
taraflar arasında imzalanan ateşkes antlaşmasının ardından bir barış anlaşmasına
ihtiyaç duyulduğu dillendirilirken Ermenistan’ın “normalleşme” için beklenen
adımları zamanında atması, ülkemizin beklentileri arasında. Ermenistan
ordusunun geri çekilme sırasında döşediği mayınların hızla temizlenmesininse
mayın haritasının paylaşılmasıyla mümkün olacağını hatırdan çıkarmamak gerekir.
Türkiye’nin
katkısı, savaş günlerinde olduğu gibi işgalden kurtarılan şehir ve kasabaların
yeniden ayağa kalkması sırasında da devam ediyor, edecek. Bitmek üzere olan
havalimanı ile uçaklar tekrar havalanacak, harabeye dönen evler yeniden inşâ
edilecek ve ekonomik sistem yeniden tesis edilmiş olacak.
Bugün Suriye’yi
güvence altına almak için askerî operasyonlar yapan, sınır hattını İdlib’den
Afrin’e kadar 911 kilometreye taşıyan, Hafter’in Trablus’a girmesine ramak kala
Libya’nın kaderini değiştiren ve son olarak Karabağ’daki müdahalesi ile elde
edilen zaferde pay sahibi olan Türkiye’ye liderlik eden Recep Tayyip Erdoğan’ın
dün Soçi’de Rus lider Vladimir Putin ile bir araya gelmiş olması, bahsi geçen
üç bölgenin kaderini de derinden etkileyecektir.
PYD/YPG’ye,
dolayısıyla PKK’ya alenen omuz veren, istediğimiz Patriotları bize vermediği
için Rusya’dan almak zorunda kaldığımız S-400’lerden dolayı ABD teknolojisiyle
üretilen F-35’lerimizi parasını ödediğimiz hâlde bize teslim etmeyen müttefikimiz
(!) Amerikan yönetiminin bu görüşmeye nasıl bir refleks göstereceğini ise bugün
yarın görmüş olacağız.
Önümüzdeki hafta ses getirecek bir yazıya imza atmak üzere satırlarımızı sonlandırırken, Karabağ Savaşı’nda hayatını kaybeden kahraman şehitlerimizi rahmet, gazilerimizi minnetle yâd ediyoruz.