Karahanlı’dan Cumhuriyet’e: Doğu Türkistan’ın İslâm devletleriyle kurduğu derin bağ

Doğu Türkistan’da Çin yönetimine karşı başlayan ayaklanmalar sonucunda 12 Kasım 1933 tarihinde Kaşgar’da “Şarkî Türkistan İslâm Cumhuriyeti” adı altında bir devlet kurulmuştur. Bu devletin hükûmet ve ordu teşkilâtının oluşturulmasında Türkiye’den gelen İzmirli Dr. Mustafa Kentli, Ali ve Harbiye’den Mahmut Nedim Beylerin büyük rolü vardır. Adı geçen şahıslar, Kasım 1933’te Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti’ne müsteşar olarak Kaşgar’a gönderilmişlerdir.

DOĞU Türkistan, birçok medeniyete ev sahipliği yapmış, insanlık tarihine silinmez izleri bırakmış bir Türk-İslâm yurdudur. Çin, Tibet, Keşmir, Pakistan, Hindistan, Afganistan, Tacikistan, Kırgızistan, Moğolistan ve Rusya ile sınırı olan, 1 milyon 828 bin 418 kilometrekare toprağa sahip bir ülkedir.

Doğu Türkistan, toprakları, konumu ve sahip olduğu yeraltı ve yerüstü kaynakları sebebiyle tarih boyunca stratejik öneme sahip olmuş, dolayısıyla işgalci Çin ve Rusya kıskacında kesintisiz varlık mücadelesini sürdüren en çilekeş ata diyarımızdır. Tarihî İpek Yolu’nun buradan geçmesi ve günümüzde Çin’in petrol ve doğalgaz ihtiyacının yüzde 30’unu (yani dünya nüfusunun yüzde 30’luk enerji ihtiyacını) karşılaması, zengin altın ve bakır yataklarına sahip olması, stratejik önemini daha da farklı kılmaktadır. Doğu Türkistan’ın yıllık ham petrol üretimi, 2016 verilerine göre 27 milyon 300 bin ton, doğalgaz üretimi ise 25 milyar 100 milyon metreküp olarak açıklanmıştır.

Enerji savaşları ile çalkalanmakta olan günümüz dünyasında sadece bu rakamlar bile Doğu Türkistan gerçeğini yerli halkın neden etnik ve kültürel asimilasyona tâbi tutulduğunu, inanç ve özgürlük açısından neden yok edilmeye çalışmakta olduğunu özetler niteliktedir.

Türklerin ata yurdu olarak kabul edilen Doğu Türkistan’ın yazılı tarihi Hunlara dayanır. Hunlardan sonra Göktürkler, Tibetliler ve yine Göktürklerin egemenliği devam eden Doğu Türkistan Uygurlarının, Karluk Türkleri ile birleşerek 880’de Karahanlı Devleti’ni kurması ve Sultan Satuk Buğra Han'ın İslâmiyet’i kabul ederek tahta çıkması ile birlikte altın çağını yaşamıştır. Kaşgarlı Mahmut’un (dünyanın ilk Türk ansiklopedisi diyebileceğimiz) “Dîvân-u Lügati’t-Türk”, Yûsuf Has Hacib’in “Kutadğu Biliğ” gibi şaheserleri bu dönemde yazılmıştır.

Doğu Türkistan’ın İslâm ile şereflenmesi

İlk Müslüman Türk hükümdarı olan Satuk Buğra Han, İslâmiyet’i henüz 12 yaşındayken Samanoğullarına mensup Nasır bin Ahmed adlı bir İslâm tebliğcisinden öğrenir. Müslümanlığı kabul ettikten sonra adını “Abdülkerim” olarak değiştirir ve bütün hayatını İslâmiyet'in yayılması için adar.

Abdülkerim Satuk Buğra Han, 25 yaşına geldiğinde Müslüman olduğunu açıklamış ve duruma tepki gösteren amcası Oğulcak Kadir Han'ı öldürmüştür. Ülkede hâkimiyeti sağlayıp birliği yeniden inşâ etmiştir. 

Türk ülkelerinde İslâmiyet’i hızla yayan Satuk Buğra Han, daha sonra yaptığı savaşlarda Yağma, Çiğil ve Oğuz boylarının yerleşmiş bulunduğu Türkistan şehirlerini ele geçirmiştir. Balasagun Savaşı'yla düşmanlarını mağlup eden Abdülkerim Satuk Buğra Han, 955 yılında Artuş şehrinde vefat etmiştir. Yerine, oğlu Musa Tunga geçmiş, daha sonra torunu Baytaş Süleyman Arslan hükümdar olmuştur.

Sultan Satuk Buğra Han'ın İslâmiyet’i kabul etmesiyle bölgede İslâmiyet hızla yayılmaya başlamış ve Çin’e kadar nüfuz etmiştir. Daha önceleri Oğuz ve Kalaç Türkleri arasında Müslüman olan gruplar olmuşsa da, devlet olarak İslâmiyet'i kabul eden ilk Türk boyları Karahanlılar olmuştur.

Türkler devlet olarak Müslüman olduktan sonra İslâmiyet'in sancaktarlığını yapmaya başlamıştır. Neticede Karahanlı Türkleri “İlay-ı Kelîmetullah” diyerek İslâm sancağını Türkistan'da, Gazne Türkleri Hindistan'da, Oğuz Selçuklu Türkleri Anadolu'da, Osmanlılar ise üç kıtada dalgalandırmıştır.

Saidiye (Yarkent) Hanlığı

Moğol İstilası’nın başlaması ile beraber Doğu Türkistan, Moğol egemenliğine girmiştir. Cengiz Han’ın ölümünden sonra oğlu Çağatay Han’a Doğu Türkistan düşmüş ve o hükümran olmuştur. Timurlular zamanına kadar Çağatay Han’ın torunları tarafından yönetilen bölge, 14’üncü asrın sonlarında Timurluların eline geçer. 16’ıncı yüzyılda Timur’un ölümünden sonra “Yarkent (Kaşgar) Hanlığı” olarak da bilinen Saidiye Hanlığı kurulmuştur.

Çağatay Han’ın 12’nci, Timur’un beşinci kuşaktan torunu olan Sait Han tarafından kurulan Saidiye Hanlığı, Türk-İslâm dünyasının kültür merkezi olmayı devam ettirmiştir. Sait Han, o dönemde Hindistan’da büyük imparatorluk kuran Babür Han’ın amcası Ahmed Alca Han’ın oğlu olduğu için, uzun döneme kadar iki hanedanlık arasında sıkı işbirliği ve dayanışma yaşanmıştır. Dolayısıyla Saidiye Hanlığı sadece Doğu Türkistan üzerinde değil, Ladah, Keşmir’in büyük bir kısmı, Baltistan ve Bedehşan’ı da hâkimiyeti altına almıştır. 1514’ten 1680’e kadar devam eden Saidiye Hanlığı döneminde, Türk-İslâm dünyası -özellikle Hindistan- ile ticaret ve kültürel alışverişler yüksek seviyelere ulaşmıştır.

Tarihî kayıtlardan, 16’ncı yüzyıldaki Saidiye Hanlığı’na başta İstanbul olmak üzere dünyanın çeşitli yerlerinden müzik öğrenimi görmek için talebelerin geldiğini öğreniyoruz. Bu da demek oluyor ki, 16’ncı yüzyılda Doğu Türkistan, hâlen dünyanın kültür merkezi idi. O dönemde Melike Amannisa Han ve Üstad Kadırhan Yarkendi tarafından temeli atılan “Uygur 12 Makâmı”, Türk kültür tarihinin en az "Dîvân-ı Lügati’t-Türk" ve "Kutadgu Bilig" kadar önemli bir kültür mirası olmuş ve günümüzde Uygurların insanlık tarafından kabul edilmiş en kıymetli millî kültür referanslarından biri olmuştur.

Saidiye (Yarkent) Hanlığı ile beraber bölgede istikrar sağlanmış ve ekonomik düzenlemelerin yanında diğer alanlarda da önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Bu gelişmelerden eğitim alanı da nasibini almıştır. Kaşgar’da kurulan Hakaniye Medresesi, Yarkent’te Ak Medrese, Aksu’da Beytullah Medresesi ve Kuçar’da Saksak Medresesi, yüksek dereceli eğitim kurumları vasfını kazanmıştır. 17’nci yüzyıla gelindiğinde, Saidiye (Yarkent) Hanlığı mollalar (hocalar) tarafından yıkılmış ve Çinlilerin işgali altına girmiştir.

FETÖ tipi bir dönem: Hocalar Dönemi

Doğu Türkistanlılar, İran mollalarının etkisiyle çarpıtılmış dinî akımlara kapılıp İslâm’ın özünden ve millî değerlerinden uzaklaştıkça cehalet batağına batmışlardır. Medeniyetten cehalete ve sonra esarete yolculuğun başladığı bu dönem, Doğu Türkistan tarihinin en karanlık dönemi olup, "Hocalar Dönemi" diye bilinmektedir.

Hocaların tam olarak nüfuz etmeye başladığı dönem, 16’ncı yüzyıl sonu ve 17’nci yüzyıl başlarıdır. Doğu Türkistan'da cehaletin ve hâlen devam eden esaretin tohumlarını bizzat eken, halk arasında “Appak Hoca” olarak bilinen (Farsça “Afak”) Hidayetullah, bu hocaların en önemlisidir.

Hidayetullah'ın soyu, Fergana'da dünyaya gelen, ancak Mekke'ye kadar uzandığı söylenen Mahtumi'ye dayanır. Babası Yusuf ile birlikte Saidiye Hanlığı’na Abdullah Han döneminde (1638-1668) gelmiştir. Yarkent Hanlığı’na daha önce gelmiş olan hocalarla arasında Han'a yakın olma ve saraya sızarak iktidara sahip çıkma kavgası başlatmıştır.

Hidayetullah, 1677 yılında Saidiye Hanlığı’nın son hanı olan İsmail Han tarafından kovulur ve sonra Keşmir yolu ile Tibet’e varır. Budist lider Beşinci Dalai Lama’dan askerî yardım ister. Lama bu isteği kabul eder ve kendi öğrencisi olan Kalmuk Hanı Galdan'a mektup yazarak bu isteğin yerine getirilmesini ona havale eder. Bu fırsatı âlâ bilen Galdan, başında Appak Hoca ve komutanları ile 12 bin kişilik Kalmuk ordusunu Yarkent'e gönderir.

Appak Hoca’nın kripto müritlerinin içeriden yardım etmesi ile Yarkent seddi yıkılır ve böylece İsmail Han savaşı kaybeder. Afak Hoca, putperest Kalmukların desteği ile Yarkent Hanlığı’nı yıkar ve Altışehir Hanı olur. İktidara geldikten sonraki ilk işi, bütün muhaliflerini kılıçtan geçirmek olmuştur. Öte yandan Kalmuklara diyet olarak her yıl 3 buçuk ton gümüş vergi ödenmiştir. Bu da her ailenin ortalama gelirinin yüzde 55 kısmına denk gelmektedir.

Bu uygulamalar Appak Hoca öldükten sonra da devam etmiş, halk hem maddî, hem manevî çöküntü yaşamıştır. Ayrıca Hocalar arasındaki iktidar kavgası, halkı Aktağlılar ve Karatağlılar olarak ikiye bölmüştür. Bu gelişmeleri fırsat bilen Çin-Manço, 1755 yılında hem Kalmuklar, hem de Hocalar üzerine asker göndermiş, 1757 yılında Doğu Türkistan üzerindeki ilk istilasını tamamlamıştır.

Hocaların en çok nüfûz ettiği yöre Altışehir’dir. Hocaların altı şehirde bulunan 33 mezarının en ünlüsü olan Appak Hoca’nın (1626-1694) Kaşgar'da bulunan mezarı, işgalci Çin tarafından “birinci dereceden anıt” değerinde koruma altına alınmıştır. Doğu Türkistan'ın işgalinde büyük emeği geçtiği için günümüzde de Çin Devleti, Appak Hoca mezarına özel ihtimam göstermektedir. Çin'den ve dünyanın çeşitli bölgelerinden gelen turist kafilelerine bu mezarlık mutlaka gösterilmektedir. Doğu Türkistan Türklüğünün süregelen esaret döneminin tarihi, işte bu Appak Hoca adıyla başlamaktadır!

Bugünkü acı gerçek ise şudur: Farsça "alem" anlamına gelen "afak" sözcüğü ile "hoca" sözcüğü birleşince, "alemin hocası" anlamına gelmektedir. Buradan bakınca, Appak Hoca, kendisini "Kâinat İmamı" şeklinde niteleyen FETÖ elebaşını nasıl da hatırlatmaktadır!


Doğu Türkistan-Osmanlı ilişkisi

Doğu Türkistan-Osmanlı ilişkisini, Türkiye’de yaşayan Prof. Dr. Alimcan İnayet’in bir makalesinden özetlediğim bilgiler ışığında aktarmak istiyorum.

Anadolu Türkleri ile Uygur Türklerinin siyaset ve kültür alanındaki ilişkileri çok uzaklara dayanır. Uygurların Moğollarla birlikte Anadolu’ya gelip umumî vali gibi önemli görevler­de bulundukları, hatta Kayseri, Konya ve Karaman gibi şehirlere yerleştikleri, Osman­lı döneminde Fatih Sultan Mehmed’in fermanlarını Uygurca yazdırdığı, Fatih’in sara­yında Uygurcanın da öğrenildiği bilinmek­tedir. Hatta Anadolu’da kurulan İlhanlılar Devleti’nin de Uygur Türkleri tarafından kurulduğu bir gerçektir. Burada o kadar eskiye gitmeden, mevcut belgeler ışığında l9 ile 20’nci yüzyıllarda devam eden ilişkiler üzerinde duracağız. 

Prof. Dr. Halil İnalcık’a göre, Osmanlıların iki büyük ideali vardır. Birincisi, Türklüğü dünyaya hâkim millet olarak yaşatmak, diğeri de hak tanıdığı din olan İslâm için savaşıp Allah’ın kelâmını üstün kılma vazifesini yerine getirmektir.

Os­manlı İmparatorluğu’nun kurulduğu ilk dö­nemlerde Orta Asya’da Timur Bey’in kurdu­ğu güçlü bir devlet bulunuyordu. Doğu Türkistan da Müslümanlığı kabul ederek Türkleşmiş olan Moğol kökenli hükümdar­lar tarafından idare ediliyordu. l8 ve 19’uncu yüzyıllarda ise “Seyyid” olarak kabul edilen Hocalar işbaşında idiler. Yani 19’uncu yüzyılda Batı Türkistan Ruslar, Doğu Türkistan Çinliler tarafından işgal edilinceye kadar Orta Asya Türkleri kendi kendilerini idare ediyorlardı. Bu nedenlerle Orta Asya, Os­manlıların öncelikli hedefi olmamıştır. Osmanlı’nın daha çok batıya yönelmesinin bir diğer nedeni de burada yatmaktadır.

Orta Asya Türkleri Rus ve Çin tehdidine maruz kaldıklarında ise, Osmanlılar soydaş ve din­daşlarına ellerinden gelen yardımı esirgememişlerdir. Osmanlıların, Kaşgar Hanı Atalık Gazi Yakup Bey Bedevlet’e gös­terdikleri ilgi, bunun en güzel örneğidir. 

Atalık Gazi Yakup Bey

Bi­lindiği üzere 1864-1869 yılları arasında Ya­kup Bey, Hoten, Kuça, Urumçi ve Turfan’daki yerel beylikleri ortadan kaldırıp, merkezi Kaşgar olmak üzere bağımsız bir devlet kurmaya muvaffak olmuştu. Yakup Bey, kurmuş olduğu bu devletin tanın­ması için 1870’de İslâm Halîfesi Osmanlı Sultanı Abdülaziz Han’a bir heyet göndererek, kendisinin İslâm Halifesine tâbî olduğunu bildirmiş ve Doğu Türkistan’ın bağımsız bir İslâm devleti olarak ta­nınmasını istemiştir. Bundan çok mem­nun olan Sultan Abdülaziz Han, Yakup Bey’e, “Emirü’l-Müslimîn” unvanını lütfetmiştir. Bunun üzerine Yakup Bey, camilerde Halîfe Sultan Abdülaziz Hân adına hutbe okutmuş ve parayı da Sultan Abdülaziz Hân adı ile bastırmıştır.

Osmanlı Devleti ayrıca, Ya­kup Bey’e Hindistan üzerinden top, tüfek ve askerî eğitim için piyâde, süvârî ve topçu muallimleri Yusuf, İsmail Hakkı Efendi ve Zaman Bey’i göndermiştir. Bundan önce de Osmanlılar, İranlıların Doğu Türkistan Müslümanlarını etkileri altı­na almaya yönelik çalışmalarına kayıtsız kal­mamışlardı. Bununla ilgili şöyle bir kayıt bu­lunmaktadır:

18’inci yüzyıldan önce Doğu Türkistan’daki Çinli Müslümanlar (Tunganlar) Sünnî İmam-ı Şâfî mezhebine mensup idiler. 1780 yılında, Magruf Şâh adın­da İranlı bir şahıs, Yarkent’e gelip şehirden beş ki­lometre uzaklıktaki Mıyşa köyüne yerleşmiş ve burada beş dönümlük bir arazi satın alarak bir tekke, bir medrese ve bir cami yaptırmıştır. Bu zat, burada çok sayıda Çinli Müslümanı mürit olarak kabul etmiş ve on­ları gizli olarak Şia mezhebine yönlendirmiş­tir.

Bunun üzerine 1861 yılında Osman­lı’dan Gulam Mesum (Mahsum) Han adında bir zât, Yarkent’e gelerek şehrin güneybatısındaki Tirebağ Güze denen yerde tekke yaptırıp Çinli Müslümanları müritliğe kabul etmiş ve onların tamamının tekrar Sünnî olmalarını sağlamıştır. O dönemde bu kişinin etki alanı o kadar genişlemiştir ki, Doğu Türkistan’ın Urumçi, Sançı, Pokang gibi şehirlerinden, hatta Ningşia’dan pek çok Çinli Müslüman bu zâta gelip mü­rit olmuştur. Gulam Mesum Han 1911 yıllında vefat etmiş, onun faaliyetlerini oğlu Ömer Han Hoca devam ettirmiştir. Bugün de Çinli Müslümanlar bu zâtın mezarını zi­yaret etmektedirler.

Yakup Bey’in 1877 yılında vefat etmesi üzerine Çin, hemen Doğu Türkistan’a saldırmıştır. 18 Mayıs 1878’de Doğu Türkistan’ın tamamını işgal etmiştir. 18 Kasım 1884’te Çin İmparatoru’nun emriyle 19’uncu eyalet olarak Şin-cang (Xin Jian “Yeni Toprak”) adıyla doğrudan imparatorluğa bağlanmıştır.

Osmanlıların Doğu Türkistan Türklerine olan ilgisi bununla kalmamış, son dönemde dahi (1914’te) Osmanlı paşalarından Talat Paşa, Rodoslu Habîbzâde İlkul’u Uygur Türklerinin eğitimi için Doğu Türkistan’a göndermiştir. Öğretmen olarak Kaşgar’a gelen İlkul, burada “Dârü’l-Muallimi’l-İhtihat” adında bir öğret­men okulu açmış, bundan dolayı hapse atıl­mış ve 1920’de Türkiye’ye dönebilmiştir. Ahmet Kemal İlkul’un Doğu Türkistan’da gerçekleştirmiş olduğu eğitim reformu, Uy­gur millî eğitim tarihinde yeni sayfalar aç­mıştır.

Ahmet Kemal İlkul Doğu Türkistan’a gönderilmeden önce de orada şuurlu Uygur Türklerinin Osmanlı Devleti’nden davet ettikleri öğretmenler görev yapmışlardı. 1880 ve 1910 yıllarında iki defa Artuş’ta Hü­seyin Bay ve Bavudun Bay gibi isimlerin Os­manlı Devleti’nden davet edip getirttikleri öğretmenler okul açmış ve bu okullarda dil, edebiyat, matematik, tarih ve coğrafya gibi dersler okutmuşlardır. Ayrıca okulda jim­nastik ve futbol gibi spor faaliyetlerinin yanı sıra askerî eğitim de verilmiştir.

Uygur Türkleri bir taraftan Osmanlı’dan öğretmen isterken, bir taraftan da çocuk­larını eğitim için İstanbul’a göndermekteydi­ler. Meselâ 1900’lü yılların başlangıcında, Gulça’da bazı zengin kimseler kendi çocuk­larını ve yakınlarını tahsil için İstanbul’a göndermişlerdir. Bu gençler İstanbul’da eği­timlerini tamamladıktan sonra Gulça’da okul açıp 100 kişi yetiştirmişlerdir.

Dr. İklil Kurban’ın naklettiği Burhan Şehidi’ye ait bir bilgiye göre, Yang Zengx döneminde İli’de Türkiyeliler çoktu. Mesut Sabri Baykuzu bu kişilerle birlikte okul açmış, öğrencile­rine Türkiye şarkıları söyletmiştir. Bilindiği gibi Mesut Sabri Baykuzu, 1904-1915 yılları arasında İstanbul’da eğitim görmüş ve 1947’de Doğu Türkistan Cumhurbaşkanı olmuştur. Yani Osmanlıların Doğu Tü­rkistan’daki eğitimin geliştirilmesinde çok ö­nemli rolleri olmuştur. 

Osmanlı paşalarından Enver Paşa tara­fından kurulan Umûr-ı Şarkîye (Doğu İşleri) Teşkilâtı’nın 1914 tarihinde Adil Hikmet Bey, Kuşçubaşı Selim Sâmî Bey, Hüseyin Emrul­lah (Barkan) Bey, Hüseyin Bey ve İbrahim (Hakker) Bey olmak üzere beş kişiyi, Orta Asya Türklerini eğitme ve örgütleme ama­cıyla bölgeye göndermesi, daha da dikkat çekicidir. Bu kişiler Hindistan üzerinden Doğu Türkistan’a ve diğer Orta Asya ülkele­rine ulaşmış ve oralarda faaliyet göstermişlerdir.

Osmanlıların çok yakından ilgilendikleri Doğu Türkistan Türkleri de bunca ilgiye duyarsız kalmamışlardır. Osmanlı Devleti Bal­kan Savaşı’ndan yenik çıkınca, İstanbul yaralı askerler ve Balkanlardan göç eden insanlarla dolmuştu. Osmanlı Devleti’nin bu ağır günle­rinde, Doğu Türkistan Türkleri de işgal altın­da bulunmalarına rağmen İstanbul’a yardım göndermişlerdir. Tatar gazeteci-yazar Fatih Kerimi’nin 1913’te, Orenburg’da basılan “İstanbul Mektupları” adlı kitabına göre, Gulçalı Çin Müslümanı, Mekteb-i Sultânî binasındaki Alman Salîb-i Ahmer (Kızıl­haç) hastanesinde yaralılara hizmet etmiştir. Yine aynı kitaba göre Kaşgar Müslü­manlarından Hilâl-i Ahmer (Kızılay) yararı­na beş bin sum para gelmiştir. Bunlar Doğu Türkistan Türklerinin de Osmanlılara olan manevî bağlarını gösteren belgelerdir. 

Osmanlı Devleti, yerini Türkiye Cumhuriyeti’ne bırakır. Cumhuriyet hükûmetleri günahıyla sevabıyla Osmanlı’nın resmî vârisidir. Gazi Yakup Bey’in kurduğu hükûmet de tevârüs edilen mirasın bir parçasıdır. 

Gazi Yakup Bey’in kurduğu bağımsız Türk hükûmeti, Uluğ Türkistan’ın bir parçası olan Doğu Türkistan toprakları üzerinde kurulmuştur. Bu toprakların mülkiyeti bugün dahi Türkiye Cumhuriyeti’ne aittir. Ayrıca bugün bu topraklar üzerinde yaşayan Uygur Türklerinin hakları, hukukları, ırzları, namusları ve hürriyetleri de Türkiye Cumhuriyeti hükûmetlerinden sorulur. Türkiye Cumhuriyeti, malına sahip çıkmak mecburiyetindedir.


Cumhuriyet dönemi Türk-Uygur ilişkileri

Anadolu Türkleri ile Doğu Türkistan Türkleri arasındaki ilişkiler Cumhuriyet dö­neminde de devam etmiştir. Bilindiği gibi Doğu Türkistan’da Çin yönetimine karşı başlayan ayaklanmalar sonucunda 12 Ka­sım 1933 tarihinde Kaşgar’da “Şarkî Türkis­tan İslâm Cumhuriyeti” adı altında bir devlet kurulmuştur. Bu devletin hükûmet ve ordu teşkilâtının oluşturulmasında Türki­ye’den gelen İzmirli Dr. Mustafa Kentli, Ali ve Harbiye’den Mahmut Nedim Beylerin büyük rolü vardır. Adı geçen şahıslar, Kasım 1933’te Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti’­ne müsteşar olarak Kaşgar’a gönderilmişler­dir.

Bu kişiler, Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti’nde Sabit Damolla ile birlikte iş gördüler ve Şarkî Türkistan Hareketi’ne şekil vermek istediler. Ayrıca Sovyetler Birliği’nden gelen Setivaldican, Sultanbek, Behram Efendi ve Sofîzâde gibi isimlerle birlikte Doğu Türkistan Türk İslâm Cumhuriyeti’nin hükûmet ve ordu teşkilâtının düzenlenmesine de yardım etmişlerdir. Yeni kurulan bağımsız Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Ka­sım Hacı’yı devlet mektubu ile birlikte, Türkiye Cumhuriyeti başta olmak üzere Afganistan, İran, Amerika, İngiltere, Japonya. Almanya, Fransa ve İtalya gibi ülkelere gön­dermiş ve bu ülkelerden Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti’ni tanımalarını ve yardım etmelerini istemiştir. Doğu Türkistan’da kurulmuş olan bu yeni devletle ilgili haber­ler Türk basınında sevgiyle karşılanmış ve geniş yer almıştır.

Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti’nin, dönemin Ankara Hükûmeti’ne gönderdiği bir mesajında, “Yeni ba­ğımsızlığa kavuşmuş Doğu Türkistan’ın mavi bayrağından sevgili Türkiye’nin al bayrağına selâm olsun!” ifadesi kullanılmıştır. Ancak Rus engeli nedeniyle Türkiye, Doğu Türkistan’a maddî yardımda bulunamamıştır. 

Cumhuriyet döneminde Türk-Uygur i­lişkileri, eğitim alanında devam etmiştir. 1934 yılında Şeng Şisey hükûmetinin Baş­kan Yardımcısı olan Hoca Niyaz Hacı’nın meşhur komutanı Albay Mahmut Şicang başta olmak üzere, Mavidin Efendi, Türki­ye’den 12 kişi ile eğitim seferberliğini başlatmıştır. Bu kişilerin çağdaş Uygur eğiti­minde oynadıkları rol, bugün de Uygur Türkleri tarafından şükranla anılmaktadır. Onların içerisinde yer alan Mehmet Emin Tevfik Efendi’nin ilginç bir hikâyesi bulunmakta­dır.

Mehmet Emin Tevfik Efendi, aslen Uygur olup, gençliğinde bilim aşkı ile önce Taşkent’e gelip çalışarak okur. Orada orta tahsilini bitirdikten sonra yüksekokula girer. Ancak geçim sıkıntısı nedeni ile eğitimini devam ettiremez. Sonra Karadeniz’e gelip bir Türk gemiciyle tanışa­rak onunla birlikte Türkiye’ye gelir. Türki­ye’de epey zorlanır. Ancak sonra, bir lokanta sahibi onun tambur çaldığını görünce lokan­tasında tambur çalmasını ister. Böylece Mehmet Emin Tevfik Efendi, bir lokantada Kaşgar’dan beraberinde getirdiği tamburu çalıp şarkı söyleyerek geçimini sağlar. Bu sı­rada yavaş yavaş Türk sanatçılarıyla da tanı­şır.

Bir yıl sonra lokanta sahibi onu bir yöne­tici ile tanıştırır. O yöneticinin yardımıyla bir okula girer. Çok iyi okur. Sonra Gençler Birliği Teşkilâtı’na ve faaliyetlerine aktif biçimde ka­tılır ve belirli bir çevre edinir. Bir gün bir top­lantıda konuşmaya davet edilir. Fakat konuşmak yerine tamburunu çalıp şarkı söyler. Kalabalık onu coşkulu bir şekilde alkışlar. Ondan sonra bir Uygur sanatçısı olarak tanınır.

Doğu Türkistan’da ayaklanmalar başladıktan sonra memleketine dön­mek ister. Gençler Birliği Teşkilâtı, onu birkaç kişi ile Doğu Türkistan’a gönderir. Sonra da sözünü ettiğimiz gibi, çağdaş Uygur eğitiminin başlatılmasına öncülük eder. Altı ay içerisinde döne­min ihtiyacı için altmış öğretmen yetiştirir, 24 köyde 24 okul açar. Ayrıca öğren­cilerden oluşan bir izci grubu kurmuştur.

Son söz

Osmanlı Hanedan fertlerinin ata yurda olan ilgisi, Osmanlı yıkıldıktan sonra da devam etmiştir. Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın ilk erkek torunu olan Şehzade Abdülkerim Efendi, Japonlar tarafından Doğu Türkistan’ın tahtına getirilmek istenince, Şehzade, teklif üzerine Japonya’ya gitmiştir. Japonya’da Çin, Hindistan ve Türkiye başta olmak üzere birçok ülkenin istihbaratının sürekli takibi ve güvenlik endişesi yüzünden New York’a intikal etmiş ve kaldığı otel odasında Uzak Asyalı bir ajan tarafından suikasta kurban gitmiştir. Doğu Türkistanlılar Uzak Asyalı o ajanın Çinli olma ihtimâlinin yüksek olduğu görüşündedir.

Popülerizm dünya siyasetine hâkim olmuş durumda. Mazlumlar bile popüleritesine göre ilgi görecek hâle gelmiş. Doğu Türkistan, diasporasının kısıtlı imkânları sebebiyle kısık sesini duyuramıyor. Doğu Türkistan, popüler siyasette fazla ilgi görmüyor maalesef. Yine de şuna inanıyoruz ki, İslâm âlemi, ne kadar aciz, yetersiz ve hattâ hukuksuz da olsa, Doğu Türkistan'da Çin Hükûmeti’nin, ABD'nin, İsrail'in ya da Myanmar’ın yaptıklarını mazeret kabul etmez. Türkiye şu an kendi prangalarını kırmıştır (alınacak bir miktar yol vardır), özgür ve tam bağımsız hâlde Mekke’nin, Şam’ın, Kudüs’ün, Bağdat’ın, Libya’nın, Fas’ın, Cezayir’in, Kabil’in, Doğu Türkistan’ın, ve ezan okunan tüm yeryüzü topraklarının prangalarını kıracaktır inşallah!

Doğu Türkistan için ne yapılmalı?

·       Çin üzerinde uluslararası baskı oluşturmalı: Bir yerde baskı ve zorbalıktan bahsediliyorsa, bu tür zorbalar ancak güçle durdurulabilir. Bu yol daha çok devletler ve uluslararası örgütlerce îfâ edilebilir.

·       Doğu Türkistan’daki zulüm, baskı ve hak ihlâllerini uluslararası alana taşımalı: Tüm dünyadan sivil toplum örgütleri, gönüllü kuruluşlar, bulundukları ülkelerde ya da uluslararası platformlarda bu ihlâlleri gündeme taşıyabilir.

·       Strateji kuruluşlarını öncelemeli: Stratejik çözümler üreten merkezleri herekte geçirmeli.

·       Uluslararası daimî kriz grubu ve bağımsız gözetleme grubu ile küresel bir bilinç oluşturmalı.

·       Doğu Türkistan meselesini insanlık meselesine dönüştürmeli.

Bütün bunlar elbette Doğu Türkistan diasporasının kısıtlı imkânları ile olacak iş değil. Mutlaka bir devlet imkânını herekte geçirmek gerekiyor.