Karacaoğlan’ın memleketi teröristlere bırakılır mı?

Suriye’de durum değişince, geri dönüşler başlayınca, hudut kapılarında uzun kuyruklar ekranlara yansıyınca “demokrafi” ile “demograsi” birbirine karışmaktan vazgeçti ve değişme eğilimi rotayı başka yöne çevirdi.

TÜRK şiirinin zirvelerinden Karacaoğlan’dan bir şiir ile söze başlayalım. Büyük ustanın Münbiç için yazdığı şiir, bilhassa bugünlerde son derece anlamlı. 

“Belli belli bağlarının boranı/ Çift çift olmuş çöllerinin ceranı/ Sana derim sana Munbuç viranı/ Çarşıda çağrışan tellâllar hanı

Munbuç’un kapısı altın tokalı/ Kimse yaptırmamış felek yıkalı/ Ulu şadırvanlı çatal birkeli/ Kastalında abdest alanlar hanı

Gider gider yol üstünde dururum/ Kara taş delerim su götürürüm/ Bağ bahça yetirip gül bitiririm/ Domurcuk gülünü derenler hanı

Öğlenecek kalkmaz başımın pusu/ Silindi kalmadı başımın pası/ Kulağım duymuyor bir ezan sesi/ Minareden salât verenler hanı

Karac’oğlan yavuz ata binerdi/ Üstümüzde avcı kuşlar gezerdi/ Ha, deyince beş yüz atlı binerdi/ Akça ceranları kovanlar hanı”

Şiirde geçen Munbuç, bizim bugün Münbiç dediğimiz yer. 

Mumbuç, Munbuç, Münbiç, Menbiç, Münbiç şeklinde söylenmiş yıllar içinde. Hatta yörede söylenen bir çocuk tekerlemesinde “Bumbuş” adıyla anılır. 

“Kaşları kâtip kalemi/ Gözleri çamın çırası/ Barmakları yaprak sarması/ Kolları mumbar dolması/ Çenesi kadı lokması/ Dişleri inci tanesi/ Yüzü berber aynesi/ Burnu da Bumbuş nohudu/ Gıdı gıdı gıdı…” (Avni Keçik, Kilis Kent Gazetesi) 

Karacaoğlan’ın Mumbuç/ Münbiç için şiir yazmasının sebebi, memleketi oluşundan. 

İki Münbiç’ten söz edilir. Münbiç-i Tahtani (aşağı) ve Münbiç-i Fevkâni (yukarı). Suriye tarafındaki Münbiç-i Tahtani. Yukarı Münbiç ise Kilis’in Polateli ilçesi.

Yukarı Münbiç’in tarihî kayıtlardaki eski adı ise “Membiç Karacalu”. Karacaoğlan’ın buralı olma ihtimali yüksek. Asıl adı Halil. Mahlasındaki Karaca’nın kaynağı/ sebebi olarak iki izah var. Bir: Esmerliği, iki: Memleketinin Membiç Karacalu oluşu.

Kimileri ise onun Kozan Dağı yakınındaki Varsak (Farsak) köyünde doğduğunu söylerler. Başka bir iddiaya göre Karacaoğlan’ın memleketi Varsak yurdu olan Adana, Feke’nin Gökçeli köyüdür. 

Gaziantep’in Barak Türkmenleri de, Kilis’in Musabeyli bucağında yaşayan Çavuşlu Türkmenleri de onu kendi aşiretlerinden sayarlar.

Bunların dışında şairimiz, Aksaraylı, Elbistanlı, Binboğalı, Düziçili, Ermenekli veya Mutludur. Hatta bir menkıbeye göre Belgradlıdır ve asıl adı Simayil’dir. (İsmail’in Balkan şivesiyle söylenişi.) 

Şiirlerde geçen yer adlarına, töre ve adetlerine, kullanılan deyimlerle sözlere ve tasvir edilen “sevgili”lerin giyim kuşamına bakarak, Çukurova-Toroslar’da doğup, yörenin Türkmen aşiretleri arasında yaşadığı söylenmektedir.  

Kullandığı mahlasta herkes -mecburen- hemfikir ama asıl adının ne olduğu ile ilgili farklı görüşler vardır. 

Hasan, İsmail, Halil veya Mehmet isimleri anılır. 

Memleketi ve ismi tartışmalı olan Karacaoğlan’ın mezarının nerede olduğu söz konusu olunca birçok yer işaret edilir. 

Başdere, Sorgun, Mut, Cezel, Düziçi, Tarsus, Zemzem Dağı, Hodu Yaylası şairin mezarının bulunduğu söylenen yerlerden bazıları. 2014’te Karaman’ın Sarıveliler ilçesindeki tarihî Hacı Salih Camii’nin restorasyonu sırasında bahçesinde bulunan “Karacaoğlan, ruhuna Fatiha” yazılı bir mezar taşı bulunmuştur. 

Memleketi ister Adana, ister Gaziantep, ister Münbiç olsun… Adı ister Halil, ister Hasan, ister Mehmet olsun, o bizim Karacaoğlan mahlaslı büyük ustamızdır. 

Türk şiirinin zirvelerindendir. Başımızın tacıdır. Kendisi asırlar önce göçüp gitmiş de olsa, şiirleri bugünkü gibi ileriki zamanlarda da söylenecektir. 

Ve Münbiç, adı kırk türlü de söylense, Türk toprağıdır. 

Karacaoğlan’a rahmet dileyip güncel tabloya bir nazar eyleyelim. 

Esat muhalifleri kararlı şekilde ilerlerken, bilgiç bilgiç konuşanlar “Halep alındı ama Münbiç öyle kolay değil. Şiddetli çatışmalar yaşanır. Belki aylarca sürer” demekteydiler. 

Teröristlerin orada ne kadar güçlü olduğunu anlatmaya çalışıyorlardı. 

Temel’in ifadesiyle soralım şimdi: “Ne oldi?” 

Münbiç alındı, Hama ve Humus’tan sonra Şam bile alındı. Netice Suriye’nin Esat’ı kaçtı gitti. Hem de ciddi çatışmalara gerek kalmadan. Pek az kayıpla. 

*

Çok kişi fark etmiştir… Son on gündür bazıları sus pus oldu. Tıp okur gibi değilse de “tıp oyunu” oynar gibi sessizliğe büründüler. 

Bunlar insaflı olan, az buçuk içinden gelen sese kulak verenler. 

Azılı tipler, Suriye’deki gelişmeleri üzüntüyle karşılamaya devam ediyor. 

Nasıl da hesapsız atıp tutuyorlardı, hatırlatmak isterim. 

“Bu Suriyeliler de başımıza bela oldu. Ülkenin şeyi bozuldu. Neydi o demokrafisi. Yok demografisi.” 

Duymuş bir yerden, konuşuyordu. Tam olarak böyle sözler sarfetti içlerinden biri. 

Suriyelilerden hoşlanmayan, rahatsız olanların hepsi, bu şekilde duyduğunu satmaya çalışan cahiller değildi elbette. Okumuş yazmış nice allameler vardı. Proflar, doçlar, desotolar… 

Okumak yazmak başka, izan ve insaf sahibi olmak başka. 

Neler söylüyorlardı… 

“Türkiye’de otuz yıl sonra Türkler azınlıkta olacak. Ülkemizdeki Suriyeli Arapların sayısı yirmi milyona çıkacak. Her taraf Suriyeli oldu. Sokakta caddede Türkçe konuşan birine rastlayınca sarılmak istiyorum.” 

Suriye’de durum değişince, geri dönüşler başlayınca, hudut kapılarında uzun kuyruklar ekranlara yansıyınca “demokrafi” ile “demograsi” birbirine karışmaktan vazgeçti ve değişme eğilimi rotayı başka yöne çevirdi.