27 Eylül 2020’de
Azerbaycan ile Ermenistan arasında başlayan düşük yoğunluklu Karabağ Savaşı,
Azerbaycan’ın ezici zaferiyle sonuçlanmak üzeredir.
Şayet
savaş, bu tempoda gider ve dış etmenlerden yalıtılırsa, birkaç haftada sona
erecek gibi görünüyor. Peki, nasıl bir sonlanma? Azerbaycan’ın bütün Karabağ’ı
tamamen almasıyla gerçekleşecek bir sonlanma…
Karabağ
çatışmalarının ilk günlerinde Azerbaycan Ordusunun aldığı mükemmel netîceler,
akla eski bilindik “Acaba?” sorusunu getirdi: “Acaba Ruslar 1992 ve 2016’daki gibi yine aba altından sopa gösterirler
ve olaya örtülü olarak müdâhil olurlar mı?”
Elbette
olmak isterler. İsterler de, bu kez ortaya hiç beklenmedik, Türkiye gibi bir
aktör çıkmasaydı…
2016’daki
“Dört Gün Savaşları”ında, Azerbaycan Ordusunun modern silahlarla uyumlu hâle
gelmiş ve son derece ölümcül savaş kabiliyeti kazanmış bir ordu olduğunun emâreleri
görülmüştü. Bu gelişmeyi Ermenistan görmüyor muydu? Elbette görüyordu. Ancak
Ermenistan’da Paşinyan denen muhteris kuklanın yönetime gelmesiyle ülkede son iki
yıldır farklı bir zihniyet hâkim olmaya başlamıştı: Toprak kazanmak...
ABD
derin devleti, yanına Fransa derin devletini de alarak bizim Afrin Harekâtımızdan
sonra Suriye’de sadece bize karşı, Kafkaslarda ise Türkiye, Rusya, İran ve
özünde ise Çin’e karşı engelleyici yapılar oluşturma peşine düştü.
Afrin
Harekâtında ABD ve onunla çalışan Fransa gibi ülkeler, Türk Ordusu karşısında
vekil örgütleri üzerinden ağır bir darbe aldılar. Ayrıca bölgeye yığdıkları paralı askerlerinin
Türk Ordusu ve SMO önünde kar gibi eriyişini izlediler. Milyarlarca dolarlık
lojistik destekleri iki ay içinde -büyük bir kısmı SMO’ya ganimet olarak geçmek
sûretiyle- sıfırlandı!
ABD,
Afrin’i izleyen Barış Pınarı Harekâtı’nı -kukla örgütü hesabına- en az zayiatla
atlatmak için 120 kilometre uzunluk ve 30 kilometre genişliğe sahip bir alanı
bırakmaya râzı olarak PYD’yi Haseke istikametinde topladı. Ancak biliyordu ki,
Türkiye Kamışlı, Haseke ve Rakka hattını tazyik etmekten ve ilk fırsatta da
müdahaleden asla çekinmeyecektir.
ABD,
aslında bir İsrail projesi olan bu kukla devlet projesinin çökmemesi için
Türkiye’nin dikkatini başka bir alana çekmeliydi. ABD derin devleti,
Türkiye’nin Libya ve Doğu Akdeniz’de aldığı pozisyonları da değerlendirerek Türkiye’nin
enerjisini dağıtmak amacıyla Kafkaslarda çok hassas bir cephe açtı: Karabağ…
ABD
derin devleti, kendi STK’sı olarak çalışan Soros Vakfı aracılığıyla iki yıl
önce Ermenistan’da Paşinyan’ı kullanarak yönetimi ele geçirdi ve bu yönetim
sayesinde devletteki Rus nüfûzunu kırmaya çalıştı.
Yine
ABD derin devleti, bu süreci iki yıl içinde tamamlattıktan sonra, tuhaftır, korumasını
Rusların yaptığı anti-Rus bir Ermeni devletine sahip oldu. Sıra, plân gereğince
harekete geçmeye gelmişti...
Peki,
neydi bu plân?
Sağ
gösterip sol mu, göstere göstere vurmak mı?
ABD,
ilk önce Suriye’de karşısına çıkan Astana Üçlüsünü ve onlara örtülü destek
veren Çin’i hedef tahtasına koymuştu. ABD’ye göre Astana Üçlüsünü oluşturan
Rusya, İran ve Türkiye, üç benzemezin zorunlu ittifakıydı.
Bu
üçlüyü Suriye’de karşı karşıya getirecek pek çok taktik ve hileyi devreye sokan
ABD, kırılmalara rağmen bu zorunlu ittifakı tam sarsamamıştı. Astana Üçlüsü,
Suriye’de ilk fırsatta birbirinin gözünü oyacak kadar muhataralı bir denge
üzerinde de olsa gidiyordu.
ABD
asıl büyük çatlağı Kafkasya’da oluşturmayı plânlıyor ve hattâ Üçlünün mümkünse
çatışmalarını arzuluyordu. Böylelikle Astana’yı örtülü şekilde destekleyen Çin
ve Almanya’nın başını çektiği AB ülkelerine de ayar vermiş olacaktı. Zira Orta
Doğu, Akdeniz ve Asya ile ilgili yeni dengeler AB’yi de Asya odaklı Almanya ve
Atlantik odaklı Fransa nüfûzunda iki bloklu hâle getirmişti.
ABD’nin
Ermenistan’daki uşağı vâsıtasıyla Temmuz’da Tovuz’a yaptırttığı saldırı, bir
sınır ihlâli saldırısından ziyâde, karşısındaki bütün güçlerin sinir ucunu
yakaladığı bir bölge üzerinden mesaj ve ayar verme saldırısıydı.
Bu
saldırıya en kuvvetli tepki, doğal olarak Türkiye’den geldi. Türkiye, bölgede
Ermenistan eliyle nelerin hedeflendiğini çok net görmüştü. Bu plânın
gerçekleşmesinden en büyük zarar ve tehdidi görecek olan da Türkiye idi.
İran
ve Rusya’nın Ermenistan’ın yeni toprak kazanması durumunda başka hesaplar
yaparak kulakları üstüne yatmasına mukabil, Türkiye ise kendi kardeş ülkesinin
yaşayacağı ikinci bir Karabağ sendromunu kaldıramazdı.
Türkiye
ve Azerbaycan’ın Ağustos 2020’de Azerbaycan’da icra ettikleri “TURAZ Kartalı Tatbikatı”,
Tovuz saldırısının bir deneme ve tepki ölçme saldırısı olduğunu ve bunun
ardının geleceğini öngören bir tatbikattı.
Öyle
anlaşılıyor ki, Türkiye ve Azerbaycan o tatbikatta bugünkü Karabağ çatışmasının
senaryosunu uygulamışlardı. Zira 27 Eylül’deki Ermeni saldırısına ânında
verilen ânî ve kararlı karşı saldırının bir çatışma sürecine dönüştürülmesi, bu
senaryonun bir gereğiydi.
O
tatbikat, demek ki Karabağ’ın işgalden kurtarılması tatbikatıymış!
ABD,
Azerbaycan’ın kısa sürede Ermenistan’ı kevgire çevireceğini çok iyi biliyordu;
onun asıl beklediği şey, Rusya’nın Ermenistan’ın bu durumuna seyirci kalmayarak
denkleme dâhil olmasıydı.
Paşinyan
her ne kadar Putin’e karşı bir tavır sergilemiş olsa da, Rusya’da başını
Lavrov’un çektiği kuvvetli bir Ermeni nüfûzu vardı. Rus STK ve devlet yapısında
da etkin olan bu lobi, Putin’e rağmen böyle bir maceraya girişebilirdi. Fakat
Türkiye bu ihtimâli hesaplayarak tatbikat sonrası uçak filosu ve bazı hassas
silah birimlerini Azerbaycan’da bırakmış ve olası bir dış müdahale olursa bu
filo ve silahları kullanacağını deklare etmişti.
Türkiye’nin
bu tutumu Rusya için çok kuvvetli bir caydırıcı etken oldu.
O
duvar yıkılmalı!
Rusya,
daha önce Suriye ve Libya’da karşı karşıya geldiği Türkiye ile Kafkaslarda bir
çatışmayı asla göze alamazdı. Böyle bir ihtimâl, nüfusunun yüzde kırkını teşkil eden
bünyesindeki Müslüman milletlerin kazan gibi kaynaması sonucunu doğururdu.
Durum
böyle olunca, Rusya, kerhen de olsa “Bekle ve gör” tavrına geçti.
İran’ın
kuzey sınırından yaptığı ticâret kılıklı silah destekleri ise Türk İstihbaratının
Güney Azerbaycan’ı küçük dokunuşlarla ufak ufak sahneye sürmesi netîcesinde
yavaşladı ve Azerbaycan Ordusunun Zengilan’ı ele geçirmesiyle de bıçak gibi
kesildi!
ABD’nin
Astana Üçlüsünü birbirine düşürme plânları, yine Türkiye’nin “Ne pahasına
olursa olsun!” tavrı etrafında oluşan bir zorunlu ittifaka çarptı. Normalde üç
benzemez, yine kerhen birbirlerini dengelemek zorunda kaldılar.
Bu
denge ise Azerbaycan’ın 30 yıldır beklediği, Ermenistan ile kozunu paylaşma
arzusunun gerçekleşmesine yaradı. Türkiye’nin müzaheretiyle Azerbaycan Ordusu,
30 yıllık Karabağ İşgali’ni 30 günde bitirdi!
“Bitirdi”
diyorum, çünkü bundan sonra ne Azerbaycan durur, ne de Türkiye bir gün bile ara
verilmesini ister.
Ermenistan
bir risk aldı ve bedelini Karabağ olarak ödeyecek.
Ödeyecek,
ancak Karabağ zaten Azerbaycan toprağı. Peki, bu savaşın başlatılması ve
sivillerin öldürülmesinin bir bedeli olmayacak mı? Elbette olacak!
Azerbaycan
Savcılığı, ölen masumların ve viran olan mülklerin kayıtlarını bir bir
tutmakta. Yarın masaya oturulduğunda bu dosyalar tazminat istemi hâlinde
kendisini gösterecektir.
Pekâlâ…
Bu çatışma sonrası, ordusunun mühim bir kısmını ve donanımını kaybeden
Ermenistan, bu tazminatları ödeyecek mâlî bir takate sahip olacak mıdır? Hayır!
İşte
bu durumda Azerbaycan, o tazminatların bedeli olarak Zengezor’u isteyecektir!
Zengezor,
Nahcivan yani Türkiye ile Azerbaycan’ın birleşmesi demektir. Bu da Turan yolunun
açılması anlamına gelir!
Bugünlerde
Hulusi Akar Paşa’nın Asya’da Türk ve Müslüman devletlerle askerî anlaşmalar
yapması size bir şeyler çağrıştırıyor mu?
Bendeniz
bu anlaşmaların izlediği çizgiyi takip ettiğimde Zengezor bölgesinin Asya’da
Türkiye ile Türk ve Müslüman ülkeler arasındaki alanı artık kapatamayacağını
düşünüyorum.
Unutmayalım,
Türk Birliği’nin Berlin Duvarı, Zengezor’dur. Bu duvar behemehâl yıkılmalıdır!
Nitekim Karabağ çatışması, bu fırsatın altın tepsi ile sunulmasından başka bir
şey değildir.
Rusya’nın
o bölgeye asker kaydırma numaralarına ve İran’ın “Zengezor kırmızı çizgimizdir” beyanatlarına pabuç bırakacak zaman
değildir!
Bizim
yapacağımız, Karabağ çatışmasını kaybetmiş Ermenistan’ı, Karabağ Ermenileri ve
göçmen Ermeniler olarak iç çatışmaya sürükleyip, oluşan uygun ortamda savaş
tazminatı olarak Zengezor’u almaktır. Bu fırsatı asla kaçırmayalım!
Vesselâm...