Karabağ sonrası Türkiye-Ermenistan normalleşmesi mümkün mü?

Ermenistan, bölge için sorunlu ülke konumundan çıkıp bir istikrar aracı olarak ortaya çıkabilir. Böylece Kafkasların huzur ve istikrarı için son halka tamamlanmış olur. Bu sürecin başarısı, Ermenistan’ın ön koşulsuz Türkiye ile masaya oturmasına bağlıdır.

KARABAĞ Savaşı zaferle sonuçlandı. Sahadaki başarı mükemmel! Savaş süresince yürütülen diplomasi de iç ve dış siyasette parmak ısırttırdı ve alkışlandı. Ancak asıl süreç yeni başlıyor!

Bu süreç çok iyi koordine olmayı, diyaloğu ve birlikteliği gerektiriyor. Bu süreçte herhangi bir yol kazasına uğramamak için, geçmişten ders alarak, kol kola, omuz omuza, Azerbaycan-Türkiye birlikteliğiyle Karabağ Zaferi’ni ancak taçlandırabiliriz.

Azerbaycan-Türkiye birlikteliği, artık hamasetin ötesine geçmiştir. Akıl ve bilim ile birlikte uluslararası sistemlerin gerçeklerini görüp devletlerarası politikaları gözeterek, millî dayanışma, millet bütünlüğü ve millî ordu kavramları içinde bütünleşmeliyiz. Buradan Türkiye ve Azerbaycan’ın geriye gitmesi asla düşünülemez. Zikzak politikalar her iki devlete ve millete zarar vereceği gibi, Kafkas halklarına, Orta Asya Türk devletlerine ve mazlumlara umut olmuş bu birlikteliğin zarar görmesi, emperyal güçlerin ekmeğine yağ süreceği gibi, bu birliktelikten umut bekleyenleri de umutsuzluğa sevk etmiş olur.

Şuşa Beyannamesi ile Azerbaycan ve Türkiye arasındaki bağlara âdeta mezara kadar düğüm atılmıştır. Bu düğümü çözecek hiçbir kuvvet yoktur!

Türkiye’nin Ermenistan’la normalleşme sürecini yürütürken Ermeni mezalimini ve geçmişte Türk milletine yaptığı katliamı, insanların evlerinden ve barklarından edilerek göçe zorlanmalarını, Ermeni çetelerin yabancı devletlerle işbirliği yaparak 1917-1918 yıllarında, 1992-1993 yıllarında, son olarak da 2020 yılındaki Karabağ Savaşı’nda Türk halkına yaptığı etnik temizlik akıllardan çıkarılmamalıdır. Sürecin her aşamasında bu önemli üç tarihî süreci gözler önüne sermeliyiz.

Hem devletlerarasındaki savaşın, hem de Müslüman-Ermeni çatışmasının baş sorumlusu, Batı emperyalistleri (Ermeni diasporası) ile Rusya’dır. Ermeni siyasetçilerin bu kısır döngüden kurtulmaları gerektiği vurgulanmalı ve bunun tam zamanı olduğu anlatılmalıdır. Bu durumda, masadaki görüşmelerin ve sürecin ilerlemesini geçmişte Ermenistan’ı (Ermeni çeteleri) maşa olarak kullanan emperyalist güçler ve Rusya, elbette sabote edeceklerdir. Çünkü Kafkaslarda Türk halkına karşı ellerinde kullanacakları tek seçenek Ermenistan’dır ve bunu kozu kaybetmek istemeyeceklerdir.

Türkiye bu süreçte tüm dengeleri gözeterek, ama asla taviz vermeden ve Azerbaycan’a zarar vermeden, Ermenistan’ın bugün düştüğü durumu göz önüne almak suretiyle hareket etmelidir. Türkiye ve Azerbaycan Devletleri savaşın galibidirler ve masada hareket tarzları bakımından izlenecek strateji de bu temel üzerine kurulmalıdır. Dolayısıyla Türkiye ile Ermenistan’ın yakınlaşmasına Ermenistan’ın muhtaç olduğu unutulmamalıdır.


Diplomasi süreci, sahadaki askerî güçten daha zor olacak

Diplomasi süreci, sahadaki askerî süreçten çok daha zor olacaktır. Çünkü Ermenistan’ın hamisi emperyal güçler, sahada müdahale edemediler ve Ermenistan’a askerî destekte bulunamadılar. Bunun önemli birçok faktörü vardı. Özellikle de Rusya faktörü… Bu nedenle AB ve ABD gibi ülkeler Ermenistan’a destek vermekte yetersiz kaldılar. Hatta hiç yanında durmadılar. Hava sahası ve kara sınırları Rusya’nın kontrolünde idi. Ermenistan’ın, özellikle Rusya’nın askerî sistemine teslim olması da bunda çok büyük rol oynamıştır.

Bu süreçte İran, yine bir Acem oyunu oynayarak yardım ve destek gayretini sürdürdü. Ancak askerî ve siyâsî kapasitesi buna yetmediği gibi, Güney Azerbaycan’da yaşayanlar ve İran’ın iç dinamikleri bu desteği ifşa ettiğinden, İran’ın çabaları yetersiz kaldı.

Dolayısıyla Batı, şimdi diplomasi, masa ve anlaşma gibi yollarla haince plânlarını devreye sokmaya başladı. Nitekim Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki barış sürecinin olumlu yönde ilerlemesini ve Azerbaycan lehinde yürümesini istemeyip Ermenistan’ın hamilerinden olan AB, 2017 yılında imzalanan Ermenistan-AB arasındaki ortaklık anlaşmasını 2021’in Mart ayında yürürlüğe soktu. Bu yolla AB, Karabağ Savaşı’nın ardından ağır yenilgiye uğramış Ermenistan’ın üzerindeki ağır baskıyı hafifletmek ve Ermeni yönetimini rahatlatmak amacıyla ekonomik ve siyâsî işbirliğinin güçlenmesi için önemli bir adım atmış oldu.

AB, Doğu komşuluk politikası çerçevesinde Ermenistan’la yaptığı Kapsamlı ve Geliştirilmiş Ortaklık Anlaşması (CEPA) ile de ilişkilerini derinleştirmeyi hedefliyor. Böyle bir anlaşmanın Karabağ Savaşı’nın ardından yürürlüğe girmesi, söz konusu anlaşmanın tek taraflı düşüncenin bir ürünü olduğunu göstermektedir. Hakkaniyet mi? Adalet mi? İnsaniyet mi? Uluslararası hukuk mu? Mağdur olan kim? Bu soruların cevabı, Ermenistan ile yapılan ve ahlâkî olmayan bu anlaşmanın içinde saklıdır.

Ahlâk ve hakkaniyetse şunu dikte ediyor: Benzer bir anlaşma, 30 yıldır mağdur olan, toprağı işgal edilen ve soykırıma uğramış Azerbaycan’la da yapılmalıydı. Ancak böyle bir uygulama daha insanî olurdu.

Türkiye, Azerbaycan’ın sahadaki askerî başarısını diplomaside de, aynı bedende iki can gibi, hedefe birlikte yürümek suretiyle masaya taşımalı ve bu zaferi taçlandırmalıdır.

AB’nin Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Joseph Borrell’in iyi niyetle bağdaşmayan ve kazanılan Karabağ Zaferi’ni âdeta yok sayan beyanı da bir akıl tutulmasıdır. Borrell hâlâ, 30 yıldır Karabağ meselesini çözmeyen AGİT Helsinki Nihaî Senedi’nden bahsederek büyük bir gafa imza atmaktadır. Zira AB de tüm dünya gibi, artık Karabağ’daki Ermeni işgalinin ardından gelen Azerbaycan zaferini kabullenmelidir. Bu paralelde AGİT süreci bitmiştir. Bu süreç, kahraman Azerbaycan Ordusunun yazdığı destan ve Şuşa Beyannamesi ile son bulmuştur.

Evet, Azerbaycan’ın kazandığı haklı başarıyı tüm dünya alkışlamalı, hatta teşekkür etmelidir. Zira 30 yıldır devam eden bir insanlık dramı böylece son bulmuş, bölgede artık savaştan söz etmek yerine barış ve huzurdan bahsedilir olmuştur.

Borrell’in, barıştan yana olan, mazlumların yanında yer alan, Libya’da, Somali’de, Irak’ta ve Suriye’de huzur ve güven ortamına katkı sağlayan Türkiye için “Dağlık Karabağ Savaşı’nda Azerbaycan’a yoğun destek veren Türkiye’nin barış sürecinde yer almamasını, müzakerelerin AGİT çerçevesinde yürütülmesini” içeren ifadeleri de manidardır. Bu ifadelerin akıl ve mantıkla bağdaşan bir yanının olmadığı gibi, krizin devam etmesinden yana bir tavra da işaret etmektedir.

Tüm bu gelişmeler ışığında yürütülen bu zorlu diplomasi sürecinde Türkiye, çok önemli seviyedeki diplomasi tecrübesini Azerbaycan’a aktarmalı ve en ufak bir yol ayrımına gitmeden, her safhada Azerbaycan’la diyalog ve koordinasyon içinde olmalıdır.

Ermenistan-Türkiye yakınlaşması

Ermenistan ve Türkiye, karşılıklı temsilcilerini açıkladılar. Burada Ermenistan-Türkiye arasındaki ilişkileri “iki ülke arasında ilişki” düzeyine indirgemek yanlış olur. Bu ilişki, bölge açısından çok önemlidir. Ancak Türkiye’den daha çok, Ermenistan’ın nefes alması açısından önemlidir.

Ermenistan ile Türkiye arasındaki sıkıntılı sürecin uzun yıllardır devam etmesinin sebebi, ABD ve Avrupa gibi zengin ülkelerde lüks içinde yaşayan diasporaların dayattığı yanlış politikaların sahipleri ile Ermenistan politikacıları olsa gerektir. Burada sıkıntı çeken ve perişan olan kimdir? Sadece Ermeni halkıdır. Ermenistan, Karabağ Savaşı’nı da kaybedince daha fukara bir hâle düşmüştür. Ermenistan yöneticileri, kamuoyu baskısı nedeniyle, istemeseler de Türkiye ile ilişkilerin normale döndürülmesini tek çıkar yol olarak görmüş ve anlamışlardır.

Burada ise soru şudur: Türkiye ile Ermenistan arasında ilişkiler normalleşir mi?

Önümüzdeki süreç, elbette çok zor bir süreçtir. Öncelikle bu ilişkilerin normalleşmesi için Türkiye’nin ve Azerbaycan’ın birlikte ve koordinasyon içinde olması çok önemlidir. İkili ilişkilerin normalleşmesi içinse iki önemli şart bulunmaktadır:

Birincisi, Ermenistan’ın Azerbaycan ve Türkiye toprakları üzerindeki kötü emellerinden vazgeçmesi, anlaşmalarla belirlenen siyâsî sınırları tanıması ve deklare etmesi, Karabağ’ın Azerbaycan’a ait olduğunu kabul ederek yapılan anlaşmalara sadık kalması gerekmektedir.

İkincisi de, Ermenistan’ın emperyalist güçlerin ve diasporanın oyuncağı olmaktan çıkarak, akıl ve bilimi ön plânda tutarak, “sözde soykırım” konulu tanıma, tazminat ve toprak (3T) talebi gibi dayanağı olmayan ve hiçbir şekilde kabul görmeyecek fikirlerden vazgeçmesi ve uzaklaşması gerekir.

Şayet Ermenistan akıllı olur ve birilerinin oyununa gelmeden iyi niyetli davranırsa, politik ilişkilerin yanı sıra ekonomik ve diğer ilişkilerin de gelişmesi mümkün olur. Böylece yıllardır Ermeni halkının perişan ve sefil bir şekilde yaşamasına “Dur!” diyerek rahat bir nefes almış olur.

Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkiler, Azerbaycan ve bölge halkları yanında Türk dünyası için de çok önemli bir katkı sağlayabilir.

Hatta bu yakınlaşma, Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki sorun ve sıkıntılar da baskılanarak, iki ülke arasındaki ilişkilerde olumlu yönde katkı sağlar.

Azerbaycan’ın kazandığı haklı başarıyı tüm dünya alkışlamalı, hatta teşekkür etmelidir. Zira 30 yıldır devam eden bir insanlık dramı böylece son bulmuş, bölgede artık savaştan söz etmek yerine barış ve huzurdan bahsedilir olmuştur. 

Nahcivan-Azerbaycan arasındaki Zengezur Koridoru’nun açılması, politik sürecin de sağlıklı bir şekilde yürümesini ve kalıcı bir barışın sağlanmasını mümkün hâle getirebilir. Bu durumda Ermenistan, bölge için sorunlu ülke konumundan çıkıp bir istikrar aracı olarak ortaya çıkabilir. Böylece Kafkasların huzur ve istikrarı için son halka tamamlanmış olur. Bu sürecin başarısı, Ermenistan’ın şekilde ön koşulsuz Türkiye ile masaya oturmasına bağlıdır.

Türkiye, Azerbaycan’ın sahadaki askerî başarısını diplomaside de, aynı bedende iki can gibi, hedefe birlikte yürümek suretiyle masaya taşımalı ve bu zaferi taçlandırmalıdır.

 

*Emekli Tuğgeneral