
KARABAĞ Savaşı zaferle
sonuçlandı. Sahadaki başarı mükemmel! Savaş süresince yürütülen diplomasi de iç
ve dış siyasette parmak ısırttırdı ve alkışlandı. Ancak asıl süreç yeni
başlıyor!
Bu
süreç çok iyi koordine olmayı, diyaloğu ve birlikteliği gerektiriyor. Bu
süreçte herhangi bir yol kazasına uğramamak için, geçmişten ders alarak, kol
kola, omuz omuza, Azerbaycan-Türkiye birlikteliğiyle Karabağ Zaferi’ni ancak taçlandırabiliriz.
Azerbaycan-Türkiye
birlikteliği, artık hamasetin ötesine geçmiştir. Akıl ve bilim ile birlikte
uluslararası sistemlerin gerçeklerini görüp devletlerarası politikaları
gözeterek, millî dayanışma, millet bütünlüğü ve millî ordu kavramları içinde
bütünleşmeliyiz. Buradan Türkiye ve Azerbaycan’ın geriye gitmesi asla
düşünülemez. Zikzak politikalar her iki devlete ve millete zarar vereceği gibi,
Kafkas halklarına, Orta Asya Türk devletlerine ve mazlumlara umut olmuş bu
birlikteliğin zarar görmesi, emperyal güçlerin ekmeğine yağ süreceği gibi, bu birliktelikten
umut bekleyenleri de umutsuzluğa sevk etmiş olur.
Şuşa
Beyannamesi ile Azerbaycan ve Türkiye arasındaki bağlara âdeta mezara kadar
düğüm atılmıştır. Bu düğümü çözecek hiçbir kuvvet yoktur!
Türkiye’nin
Ermenistan’la normalleşme sürecini yürütürken Ermeni mezalimini ve geçmişte
Türk milletine yaptığı katliamı, insanların evlerinden ve barklarından edilerek
göçe zorlanmalarını, Ermeni çetelerin yabancı devletlerle işbirliği yaparak
1917-1918 yıllarında, 1992-1993 yıllarında, son olarak da 2020 yılındaki
Karabağ Savaşı’nda Türk halkına yaptığı etnik temizlik akıllardan
çıkarılmamalıdır. Sürecin her aşamasında bu önemli üç tarihî süreci gözler
önüne sermeliyiz.
Hem
devletlerarasındaki savaşın, hem de Müslüman-Ermeni çatışmasının baş sorumlusu,
Batı emperyalistleri (Ermeni diasporası) ile Rusya’dır. Ermeni siyasetçilerin
bu kısır döngüden kurtulmaları gerektiği vurgulanmalı ve bunun tam zamanı
olduğu anlatılmalıdır. Bu durumda, masadaki görüşmelerin ve sürecin
ilerlemesini geçmişte Ermenistan’ı (Ermeni çeteleri) maşa olarak kullanan emperyalist
güçler ve Rusya, elbette sabote edeceklerdir. Çünkü Kafkaslarda Türk halkına
karşı ellerinde kullanacakları tek seçenek Ermenistan’dır ve bunu kozu
kaybetmek istemeyeceklerdir.
Türkiye bu süreçte tüm dengeleri gözeterek, ama asla taviz vermeden ve Azerbaycan’a zarar vermeden, Ermenistan’ın bugün düştüğü durumu göz önüne almak suretiyle hareket etmelidir. Türkiye ve Azerbaycan Devletleri savaşın galibidirler ve masada hareket tarzları bakımından izlenecek strateji de bu temel üzerine kurulmalıdır. Dolayısıyla Türkiye ile Ermenistan’ın yakınlaşmasına Ermenistan’ın muhtaç olduğu unutulmamalıdır.
Diplomasi
süreci, sahadaki askerî güçten daha zor olacak
Diplomasi
süreci, sahadaki askerî süreçten çok daha zor olacaktır. Çünkü Ermenistan’ın
hamisi emperyal güçler, sahada müdahale edemediler ve Ermenistan’a askerî
destekte bulunamadılar. Bunun önemli birçok faktörü vardı. Özellikle de Rusya
faktörü… Bu nedenle AB ve ABD gibi ülkeler Ermenistan’a destek vermekte
yetersiz kaldılar. Hatta hiç yanında durmadılar. Hava sahası ve kara sınırları
Rusya’nın kontrolünde idi. Ermenistan’ın, özellikle Rusya’nın askerî sistemine
teslim olması da bunda çok büyük rol oynamıştır.
Bu
süreçte İran, yine bir Acem oyunu oynayarak yardım ve destek gayretini
sürdürdü. Ancak askerî ve siyâsî kapasitesi buna yetmediği gibi, Güney
Azerbaycan’da yaşayanlar ve İran’ın iç dinamikleri bu desteği ifşa ettiğinden,
İran’ın çabaları yetersiz kaldı.
Dolayısıyla
Batı, şimdi diplomasi, masa ve anlaşma gibi yollarla haince plânlarını devreye
sokmaya başladı. Nitekim Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki barış sürecinin
olumlu yönde ilerlemesini ve Azerbaycan lehinde yürümesini istemeyip
Ermenistan’ın hamilerinden olan AB, 2017 yılında imzalanan Ermenistan-AB
arasındaki ortaklık anlaşmasını 2021’in Mart ayında yürürlüğe soktu. Bu yolla
AB, Karabağ Savaşı’nın ardından ağır yenilgiye uğramış Ermenistan’ın üzerindeki
ağır baskıyı hafifletmek ve Ermeni yönetimini rahatlatmak amacıyla ekonomik ve
siyâsî işbirliğinin güçlenmesi için önemli bir adım atmış oldu.
AB,
Doğu komşuluk politikası çerçevesinde Ermenistan’la yaptığı Kapsamlı ve
Geliştirilmiş Ortaklık Anlaşması (CEPA) ile de ilişkilerini derinleştirmeyi
hedefliyor. Böyle bir anlaşmanın Karabağ Savaşı’nın ardından yürürlüğe girmesi,
söz konusu anlaşmanın tek taraflı düşüncenin bir ürünü olduğunu göstermektedir.
Hakkaniyet mi? Adalet mi? İnsaniyet mi? Uluslararası hukuk mu? Mağdur olan kim?
Bu soruların cevabı, Ermenistan ile yapılan ve ahlâkî olmayan bu anlaşmanın
içinde saklıdır.
Ahlâk ve hakkaniyetse şunu dikte ediyor: Benzer bir anlaşma, 30 yıldır mağdur olan, toprağı işgal edilen ve soykırıma uğramış Azerbaycan’la da yapılmalıydı. Ancak böyle bir uygulama daha insanî olurdu.
Türkiye, Azerbaycan’ın sahadaki askerî başarısını diplomaside de, aynı bedende iki can gibi, hedefe birlikte yürümek suretiyle masaya taşımalı ve bu zaferi taçlandırmalıdır.
AB’nin
Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Joseph Borrell’in iyi
niyetle bağdaşmayan ve kazanılan Karabağ Zaferi’ni âdeta yok sayan beyanı da bir
akıl tutulmasıdır. Borrell hâlâ, 30 yıldır Karabağ meselesini çözmeyen AGİT
Helsinki Nihaî Senedi’nden bahsederek büyük bir gafa imza atmaktadır. Zira AB
de tüm dünya gibi, artık Karabağ’daki Ermeni işgalinin ardından gelen
Azerbaycan zaferini kabullenmelidir. Bu paralelde AGİT süreci bitmiştir. Bu
süreç, kahraman Azerbaycan Ordusunun yazdığı destan ve Şuşa Beyannamesi ile son
bulmuştur.
Evet,
Azerbaycan’ın kazandığı haklı başarıyı tüm dünya alkışlamalı, hatta teşekkür
etmelidir. Zira 30 yıldır devam eden bir insanlık dramı böylece son bulmuş,
bölgede artık savaştan söz etmek yerine barış ve huzurdan bahsedilir olmuştur.
Borrell’in,
barıştan yana olan, mazlumların yanında yer alan, Libya’da, Somali’de, Irak’ta
ve Suriye’de huzur ve güven ortamına katkı sağlayan Türkiye için “Dağlık
Karabağ Savaşı’nda Azerbaycan’a yoğun destek veren Türkiye’nin barış sürecinde
yer almamasını, müzakerelerin AGİT çerçevesinde yürütülmesini” içeren ifadeleri
de manidardır. Bu ifadelerin akıl ve mantıkla bağdaşan bir yanının olmadığı
gibi, krizin devam etmesinden yana bir tavra da işaret etmektedir.
Tüm
bu gelişmeler ışığında yürütülen bu zorlu diplomasi sürecinde Türkiye, çok
önemli seviyedeki diplomasi tecrübesini Azerbaycan’a aktarmalı ve en ufak bir
yol ayrımına gitmeden, her safhada Azerbaycan’la diyalog ve koordinasyon içinde
olmalıdır.
Ermenistan-Türkiye
yakınlaşması
Ermenistan
ve Türkiye, karşılıklı temsilcilerini açıkladılar. Burada Ermenistan-Türkiye
arasındaki ilişkileri “iki ülke arasında ilişki” düzeyine indirgemek yanlış
olur. Bu ilişki, bölge açısından çok önemlidir. Ancak Türkiye’den daha çok, Ermenistan’ın
nefes alması açısından önemlidir.
Ermenistan
ile Türkiye arasındaki sıkıntılı sürecin uzun yıllardır devam etmesinin sebebi,
ABD ve Avrupa gibi zengin ülkelerde lüks içinde yaşayan diasporaların dayattığı
yanlış politikaların sahipleri ile Ermenistan politikacıları olsa gerektir.
Burada sıkıntı çeken ve perişan olan kimdir? Sadece Ermeni halkıdır. Ermenistan,
Karabağ Savaşı’nı da kaybedince daha fukara bir hâle düşmüştür. Ermenistan
yöneticileri, kamuoyu baskısı nedeniyle, istemeseler de Türkiye ile ilişkilerin
normale döndürülmesini tek çıkar yol olarak görmüş ve anlamışlardır.
Burada
ise soru şudur: Türkiye ile Ermenistan arasında ilişkiler normalleşir mi?
Önümüzdeki
süreç, elbette çok zor bir süreçtir. Öncelikle bu ilişkilerin normalleşmesi için
Türkiye’nin ve Azerbaycan’ın birlikte ve koordinasyon içinde olması çok
önemlidir. İkili ilişkilerin normalleşmesi içinse iki önemli şart
bulunmaktadır:
Birincisi,
Ermenistan’ın Azerbaycan ve Türkiye toprakları üzerindeki kötü emellerinden
vazgeçmesi, anlaşmalarla belirlenen siyâsî sınırları tanıması ve deklare
etmesi, Karabağ’ın Azerbaycan’a ait olduğunu kabul ederek yapılan anlaşmalara
sadık kalması gerekmektedir.
İkincisi
de, Ermenistan’ın emperyalist güçlerin ve diasporanın oyuncağı olmaktan çıkarak,
akıl ve bilimi ön plânda tutarak, “sözde soykırım” konulu tanıma, tazminat ve
toprak (3T) talebi gibi dayanağı olmayan ve hiçbir şekilde kabul görmeyecek
fikirlerden vazgeçmesi ve uzaklaşması gerekir.
Şayet
Ermenistan akıllı olur ve birilerinin oyununa gelmeden iyi niyetli davranırsa,
politik ilişkilerin yanı sıra ekonomik ve diğer ilişkilerin de gelişmesi mümkün
olur. Böylece yıllardır Ermeni halkının perişan ve sefil bir şekilde yaşamasına
“Dur!” diyerek rahat bir nefes almış olur.
Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkiler, Azerbaycan ve bölge halkları yanında Türk dünyası için de çok önemli bir katkı sağlayabilir.
Hatta bu yakınlaşma, Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki sorun ve sıkıntılar da baskılanarak, iki ülke arasındaki ilişkilerde olumlu yönde katkı sağlar.
Azerbaycan’ın kazandığı haklı başarıyı tüm dünya alkışlamalı, hatta teşekkür etmelidir. Zira 30 yıldır devam eden bir insanlık dramı böylece son bulmuş, bölgede artık savaştan söz etmek yerine barış ve huzurdan bahsedilir olmuştur.
Nahcivan-Azerbaycan
arasındaki Zengezur Koridoru’nun açılması, politik sürecin de sağlıklı bir
şekilde yürümesini ve kalıcı bir barışın sağlanmasını mümkün hâle getirebilir.
Bu durumda Ermenistan, bölge için sorunlu ülke konumundan çıkıp bir istikrar
aracı olarak ortaya çıkabilir. Böylece Kafkasların huzur ve istikrarı için son
halka tamamlanmış olur. Bu sürecin başarısı, Ermenistan’ın şekilde ön koşulsuz
Türkiye ile masaya oturmasına bağlıdır.
Türkiye,
Azerbaycan’ın sahadaki askerî başarısını diplomaside de, aynı bedende iki can
gibi, hedefe birlikte yürümek suretiyle masaya taşımalı ve bu zaferi
taçlandırmalıdır.
*Emekli Tuğgeneral