Karabağ geliyor!

Karabağ geliyor, çok şükür! Bütün tuzaklara, hile ve kumpaslara rağmen geliyor. Karabağ’da Türkiye ve Azerbaycan’ı gömmeyi umanlar, bırakın Türkiye’yi zayıflatmayı, Azerbaycan gibi uyuyan bir devi de uyandırdılar. Artık Türkiye’nin her türlü silahının doğal sahibi olan Azerbaycan, bugünden sonra Kafkaslarda Rusya ve İran’ın bile uykularını kaçıracak büyük bir güçtür.

27 Eylül 2020’de Ermenistan’ın, işgal ettiği Dağlık Karabağ’dan Azerbaycan topraklarına saldırmasıyla başlayan çatışma, Azerbaycan Ordusunu iki hafta içerisinde yıldız gibi parlattı.

30 yıl boyunca müdafaada bekleyen ve her Ermeni saldırısını karşılık verse de sîneye çeken bir Azerbaycan görüntüsü, Ermenistan’ı şımarttıkça şımartmıştı.

Gerçi Azerbaycan, 2-5 Nisan 2016’daki dört günlük çatışmada nasıl bir savaş kabiliyeti kazanmaya başladığının işaretlerini vermişti. O çatışmalarda Laletepe’ye dikilen bayrak, Azerbaycan’ın Karabağ sendromundan sonra kendine gelişinin sembolüydü. Ancak o günkü şartlarda, Azerbaycan’ın arkasında kararlılıkla duracak bir güç yoktu. Bölgede sadece Rusya vardı ve Rusya’nın da kendi kurdurduğu Ermenistan’ın Azerbaycan tarafından hırpalanmasına müsamahası yoktu.

Rusya 2016 çatışmasında ağırlığını koyarak tarafları masaya çağırmış ve ateşkes imzalatarak meseleyi dondurmuştu. O günün şartlarında Atlantik ittifakının tazyiki altında olan Türkiye, bağımsız bir politika izleyemediği ve her hamlesinde de içten ve dıştan baskı yediği için kapasitesinin çok altında bir destek ile Azerbaycan’ın yanında olmuştu.

Nitekim Türkiye, aynı yılın 15 Temmuz’unda tarihinin en karanlık darbe görüntülü örtülü müttefik saldırıları ile karşı karşıya kalmış ve tarihinin en uzun gecelerinden birini canlar ve kanlar pahasına bir zafer sabahına dönüştürmüştü. O meşum günden sonra kendisine, kendisinin merkez olacağı yeni bir yol haritası çizen Türkiye, adını açık etmese de bir bekâ savaşına girmiş ve dördüncü yılını dolduran bu savaşı cepheler açarak sürdürmeye devam etmiştir.

Türkiye bu bekâ savaşı ile ilk önce güneyindeki koridor devlet yapılanmasını durdurmuş ve bu müdahale esnasında karşısındaki güçlerin her türlü taktiği ile yüzleşerek müthiş bir savaş deneyimi kazanmıştır. Bu kesintisiz savaş konseptinin gereği olarak sahanın ihtiyaçlarına uygun silah üretimine hız veren Türkiye, dipte de 40 yıllık terör savaşının şartlarına uygun bir teknolojik yapılanmaya gittiği için yükte hafif, çatışmada ağır teknoloji harikası dijital silahlarla bölgesinde yükselmeye başlamıştır.

Türkiye’nin bekâ hattında canını dişine takarak verdiği bu mücadele, onu, dünya savaş tarihinin muharebe şeklini değiştirecek yeni taktikler üretmeye zorladı. Nitekim bu yılın Şubat ayında İdlib’de Rusya’nın rejim görüntüsü altında yaptığı hain saldırı sonrası, Türkiye’nin yine rejime misilleme yapıyormuş gibi sürü SİHA saldırısıyla Rusya’nın silah sistemlerini ve bu sistemleri kullanan uzmanlarını birkaç günde kevgir gibi delik deşik etmesi, dünyayı şaşkına çevirdi!

Türkiye Rusya’nın ağır, sakil ve hantal teknolojisini sadece Suriye’de değil, Libya’da da etkisiz kılınca, onun yaptığı operasyonları iç asayiş operasyonları gibi okuyan Batı ve Atlantik, yeni bir güç ve ağırlık merkezinin ortaya çıkışını ve bu çıkışın pek de kendi hayrına olmayacağını gördü. Çünkü bu yeni ağırlık merkezi, sıradan bir devlet değil, bulunduğu coğrafyada bin yıllık kökleri bulunan, Selçuklu ve Osmanlı gibi dünyaya nizam veren imparatorluklar kurmuş bir devletti.

Bu devletin güçlenişi bütün coğrafyayı ayağa kaldıracak bir potansiyel taşıyordu. Bu devletin dört yıl içinde kurduğu bekâ hattı, Batı ve Atlantik çıkarlarını bir bıçak gibi kesiyor ve büyük bir tarih ve coğrafyanın yeniden inşâsı riskini taşıyordu. O hâlde bu yeni güç merkezini doğmadan boğmak lâzımdı. Zira bu güç, enerji ile buluştuğunda tarihî zaafı olan finansman sorununu da aşarak Doğu Avrupa, Kuzey ve Orta Afrika, Ön Asya ve Orta Asya’yı kendi güç merkezine ekleyecek bir kapasiteyi işaret ediyordu.

Bu kapasitenin vücût bulması Atlantik ittifakının kâbusu olacağı için, Türkiye’yi kuşatmaya başladılar. İlk önce Anadolu’ya gömmek istediler, olmadı. Ardından Akdeniz sularına çıkamayacak bir haritayı devreye soktular ve eş zamanlı olarak Libya’yı sulandırmaya giriştiler. Yunan ve Rum ikilisini kaşıyarak, Türkiye’nin enerjisini bu iki kuklacık ile cidâlde harcamasını plânladılar.

Baktılar ki bu da yetmiyor, bu kez Türkiye’nin yeni bekâ hattının en hassas noktası olan Karabağ’da bayrak gösterdiler.

Paşinyan kuklası ile Ermenistan yönetimini kontrolü altına alan Atlantik ittifakı, Ermenileri Karabağ üzerinden Azerbaycan topraklarına saldırtarak bu devletlerin ardında durduğunu bildikleri Türkiye ile Rusya’yı karşı karşıya getirmek istediler. Amaç, etkili olmasından zerrece hoşlanmadıkları bu iki devleti Kafkaslarda çatıştırarak ikisinin de birbirine paralel bir çizgide giden hatlarını kırmak ve onlardan boşalacak alanlara eskisi gibi yerleşmekti. 

Evdeki hesap, Türk çarşısına uymadı!  

Ne var ki, evdeki hesap çarşıya uymadı!

Paşinyan’a malûm sebeplerle mesafeli duran Rusya, Azerbaycan Ordusunun beklenmedik başarısı karşısında -hoşnut olmasa da- Paşinyan’ın ezilmesini bir müddet izledi ve ardından tarihsel refleksini harekete geçirerek, Ermenileri korumak amacıyla Azerbaycan ve Ermenistan Dışişleri Bakanlarını Moskova’ya çağırarak “insanî amaçlı” bir ateşkes imzalattı.

Fakat bu ateşkesin yürümeyeceğini en iyi Rusya biliyordu. Çünkü Paşinyan, en küçük bir arayı bile silah ve personel tahkimi için fırsat bilen bir meczuptu.

Zaten Paşinyan’ın iplerini elinde tutanlar da bu arada ona silah ve füze yığarak bu arayı lehine çevirmesi için kışkırtıyorlardı. Durumun bu minvâlde seyrettiğini gören Türkiye, ateşkes konusundan hoşnut olmasa da Azerbaycan üzerine gelecek baskıların bir ölçüde dinmesi için buna rızâ gösterdi. Ancak bunun yürümeyeceğini Azerbaycan da, Türkiye de gayet iyi biliyordu.

Ermenistan, 9 Ekim’de başlayan bu süreci bir terör ve tedhiş süreci gibi kullandı ve var gücüyle bu çatışmayı, içine Rusya ve Türkiye’yi de alacak bir şekle büründürmeye çalıştı.

Ateşkes öncesi Karabağ’ın kritik noktalarını ele geçirerek Ermeni ordusunun neredeyse üçte birlik ateş gücünü yok eden Azerbaycan açısından ateşkes, bir tuzaktan ibâretti. Ancak mâhiyeti icâbı asla yürümeyecek olan bu ateşkesin kısa sürede bozulacağını hesaplayan Azerbaycan da bu arada güç ve nefes topladı. Rusya’nın öngörülemez hamle ve baskılarına karşı, “Ardında savaş da dâhil her türlü desteğe varım” diyen bir Türkiye vardı.

Azerbaycan-Türkiye ikilisi, sabır ve vakarla Ermenilerin ateşkes ihlâllerini izlediler ve misliyle mukabele pozisyonunda kaldılar. Tâ ki 17 Ekim’deki Gence saldırısına kadar…

Ermenilerin ateşkes sürecinde temin ederek Gence’ye fırlattıkları Füze, ancak topyekûn savaşlarda kullanılabilecek tahrip gücü yüksek bir füzeydi. Bu saldırı akabinde Azerbaycan’ın Ermenistan’a cevabı sahada oldu. 17 Ekim günü Azerbaycan Ordusu, çatışmaların başladığı 27 Eylül’den bu yana Ermenistan’a en ağır darbeyi vurdu!

Ermenistan’ın bir günlük kaybı, uçaklar da dâhil, tank ve vurucu silahlar yanında 600’den fazla asker kaybı şeklinde...

Ermenistan kışkırtıcı füze saldırıları yapadursun, Ermeni ordusunun hava savunma sistemlerini büyük ölçüde yok eden Azerbaycan, görüldü ki Ermenistan’ın silah sistemlerini keklik gibi avlıyor. Nitekim bu ağır zayiatın altından kalkamayan Ermenistan, en stratejik savunma hatlarından biri olan ve çatışmanın başından beri bir lejyoner ordusuyla savunduğu Fuzuli’yi kaybetti.

Fuzuli ve Hadrut, Karabağ’ın güneydeki kilit noktalarıdır. Buraları düştükten sonra ne Ağdere, Ağdam, ne de Hankendi ve Şuşa tutunabilir. Bu noktalardan sonra Kelbecer ve Laçin ise düz sahada yer aldıkları için SİHA saldırıları için yemek üstü muhallebi hükmünde olur ancak!  

Bu manzara Rusya’da Lavrov’un başını çektiği Ermeni lobisinin uykusunu kaçırdığı için 18 Ekim’de yeni bir ateşkes tuzağı daha kuruldu; ancak bunun da ilkinden farksız olacağı ânında anlaşıldı. Artık Azerbaycan, bu ateşkes baskılarına boyun eğmeyecektir. Türkiye de sonuna kadar arkasında olduğuna göre, “Zor oyunu bozar” hükmünce, Karabağ’ı eze eze alacaktır!

Evet, aziz okuyucular, Karabağ geliyor, çok şükür!

Bütün tuzaklara, hile ve kumpaslara rağmen geliyor. Karabağ’da Türkiye ve Azerbaycan’ı gömmeyi umanlar, bırakın Türkiye’yi zayıflatmayı, Azerbaycan gibi uyuyan bir devi de uyandırdılar. Artık Türkiye’nin her türlü silahının doğal sahibi olan Azerbaycan, bugünden sonra Kafkaslarda Rusya ve İran’ın bile uykularını kaçıracak büyük bir güçtür.

Karabağ’ın geri alınması, bölgedeki taşları yerinden oynatacaktır.

Ermenistan sınır kapısından kafileler hâlinde tank ve top sevkiyatı yapan İran’a gelince...

Ey takiyye ustası, ümmet utancı kavim, hazır ol vaktine! Büyük Azerbaycan geliyor. Mezhep asabiyeti ve molla cilveleriyle uyutmaya çalıştığın 40 milyonluk Türk nüfusunu artık bu kahpeliklerden sonra elinde tutamazsın.   

Karabağ yalnız Karabağ olarak değil, Büyük Azerbaycan olarak geliyor.

Vesselâm…