27 Eylül 2020’de
Ermenistan’ın, işgal ettiği Dağlık Karabağ’dan Azerbaycan topraklarına saldırmasıyla
başlayan çatışma, Azerbaycan Ordusunu iki hafta içerisinde yıldız gibi
parlattı.
30
yıl boyunca müdafaada bekleyen ve her Ermeni saldırısını karşılık verse de sîneye
çeken bir Azerbaycan görüntüsü, Ermenistan’ı şımarttıkça şımartmıştı.
Gerçi
Azerbaycan, 2-5 Nisan 2016’daki dört günlük çatışmada nasıl bir savaş
kabiliyeti kazanmaya başladığının işaretlerini vermişti. O çatışmalarda Laletepe’ye
dikilen bayrak, Azerbaycan’ın Karabağ sendromundan sonra kendine gelişinin
sembolüydü. Ancak o günkü şartlarda, Azerbaycan’ın arkasında kararlılıkla
duracak bir güç yoktu. Bölgede sadece Rusya vardı ve Rusya’nın da kendi
kurdurduğu Ermenistan’ın Azerbaycan tarafından hırpalanmasına müsamahası yoktu.
Rusya
2016 çatışmasında ağırlığını koyarak tarafları masaya çağırmış ve ateşkes
imzalatarak meseleyi dondurmuştu. O günün şartlarında Atlantik ittifakının
tazyiki altında olan Türkiye, bağımsız bir politika izleyemediği ve her
hamlesinde de içten ve dıştan baskı yediği için kapasitesinin çok altında bir
destek ile Azerbaycan’ın yanında olmuştu.
Nitekim
Türkiye, aynı yılın 15 Temmuz’unda tarihinin en karanlık darbe görüntülü örtülü
müttefik saldırıları ile karşı karşıya kalmış ve tarihinin en uzun gecelerinden
birini canlar ve kanlar pahasına bir zafer sabahına dönüştürmüştü. O meşum
günden sonra kendisine, kendisinin merkez olacağı yeni bir yol haritası çizen
Türkiye, adını açık etmese de bir bekâ savaşına girmiş ve dördüncü yılını
dolduran bu savaşı cepheler açarak sürdürmeye devam etmiştir.
Türkiye
bu bekâ savaşı ile ilk önce güneyindeki koridor devlet yapılanmasını durdurmuş
ve bu müdahale esnasında karşısındaki güçlerin her türlü taktiği ile yüzleşerek
müthiş bir savaş deneyimi kazanmıştır. Bu kesintisiz savaş konseptinin gereği
olarak sahanın ihtiyaçlarına uygun silah üretimine hız veren Türkiye, dipte de
40 yıllık terör savaşının şartlarına uygun bir teknolojik yapılanmaya gittiği
için yükte hafif, çatışmada ağır teknoloji harikası dijital silahlarla
bölgesinde yükselmeye başlamıştır.
Türkiye’nin
bekâ hattında canını dişine takarak verdiği bu mücadele, onu, dünya savaş
tarihinin muharebe şeklini değiştirecek yeni taktikler üretmeye zorladı.
Nitekim bu yılın Şubat ayında İdlib’de Rusya’nın rejim görüntüsü altında
yaptığı hain saldırı sonrası, Türkiye’nin yine rejime misilleme yapıyormuş gibi
sürü SİHA saldırısıyla Rusya’nın silah sistemlerini ve bu sistemleri kullanan
uzmanlarını birkaç günde kevgir gibi delik deşik etmesi, dünyayı şaşkına
çevirdi!
Türkiye
Rusya’nın ağır, sakil ve hantal teknolojisini sadece Suriye’de değil, Libya’da
da etkisiz kılınca, onun yaptığı operasyonları iç asayiş operasyonları gibi
okuyan Batı ve Atlantik, yeni bir güç ve ağırlık merkezinin ortaya çıkışını ve
bu çıkışın pek de kendi hayrına olmayacağını gördü. Çünkü bu yeni ağırlık
merkezi, sıradan bir devlet değil, bulunduğu coğrafyada bin yıllık kökleri
bulunan, Selçuklu ve Osmanlı gibi dünyaya nizam veren imparatorluklar kurmuş
bir devletti.
Bu
devletin güçlenişi bütün coğrafyayı ayağa kaldıracak bir potansiyel taşıyordu.
Bu devletin dört yıl içinde kurduğu bekâ hattı, Batı ve Atlantik çıkarlarını
bir bıçak gibi kesiyor ve büyük bir tarih ve coğrafyanın yeniden inşâsı riskini
taşıyordu. O hâlde bu yeni güç merkezini doğmadan boğmak lâzımdı. Zira bu güç,
enerji ile buluştuğunda tarihî zaafı olan finansman sorununu da aşarak Doğu
Avrupa, Kuzey ve Orta Afrika, Ön Asya ve Orta Asya’yı kendi güç merkezine
ekleyecek bir kapasiteyi işaret ediyordu.
Bu
kapasitenin vücût bulması Atlantik ittifakının kâbusu olacağı için, Türkiye’yi
kuşatmaya başladılar. İlk önce Anadolu’ya gömmek istediler, olmadı. Ardından
Akdeniz sularına çıkamayacak bir haritayı devreye soktular ve eş zamanlı olarak
Libya’yı sulandırmaya giriştiler. Yunan ve Rum ikilisini kaşıyarak, Türkiye’nin
enerjisini bu iki kuklacık ile cidâlde harcamasını plânladılar.
Baktılar
ki bu da yetmiyor, bu kez Türkiye’nin yeni bekâ hattının en hassas noktası olan
Karabağ’da bayrak gösterdiler.
Paşinyan
kuklası ile Ermenistan yönetimini kontrolü altına alan Atlantik ittifakı,
Ermenileri Karabağ üzerinden Azerbaycan topraklarına saldırtarak bu devletlerin
ardında durduğunu bildikleri Türkiye ile Rusya’yı karşı karşıya getirmek
istediler. Amaç, etkili olmasından zerrece hoşlanmadıkları bu iki devleti
Kafkaslarda çatıştırarak ikisinin de birbirine paralel bir çizgide giden
hatlarını kırmak ve onlardan boşalacak alanlara eskisi gibi yerleşmekti.
Evdeki
hesap, Türk çarşısına uymadı!
Ne
var ki, evdeki hesap çarşıya uymadı!
Paşinyan’a
malûm sebeplerle mesafeli duran Rusya, Azerbaycan Ordusunun beklenmedik
başarısı karşısında -hoşnut olmasa da- Paşinyan’ın ezilmesini bir müddet izledi
ve ardından tarihsel refleksini harekete geçirerek, Ermenileri korumak amacıyla
Azerbaycan ve Ermenistan Dışişleri Bakanlarını Moskova’ya çağırarak “insanî
amaçlı” bir ateşkes imzalattı.
Fakat
bu ateşkesin yürümeyeceğini en iyi Rusya biliyordu. Çünkü Paşinyan, en küçük
bir arayı bile silah ve personel tahkimi için fırsat bilen bir meczuptu.
Zaten
Paşinyan’ın iplerini elinde tutanlar da bu arada ona silah ve füze yığarak bu
arayı lehine çevirmesi için kışkırtıyorlardı. Durumun bu minvâlde seyrettiğini
gören Türkiye, ateşkes konusundan hoşnut olmasa da Azerbaycan üzerine gelecek
baskıların bir ölçüde dinmesi için buna rızâ gösterdi. Ancak bunun
yürümeyeceğini Azerbaycan da, Türkiye de gayet iyi biliyordu.
Ermenistan,
9 Ekim’de başlayan bu süreci bir terör ve tedhiş süreci gibi kullandı ve var
gücüyle bu çatışmayı, içine Rusya ve Türkiye’yi de alacak bir şekle
büründürmeye çalıştı.
Ateşkes
öncesi Karabağ’ın kritik noktalarını ele geçirerek Ermeni ordusunun neredeyse
üçte birlik ateş gücünü yok eden Azerbaycan açısından ateşkes, bir tuzaktan
ibâretti. Ancak mâhiyeti icâbı asla yürümeyecek olan bu ateşkesin kısa sürede
bozulacağını hesaplayan Azerbaycan da bu arada güç ve nefes topladı. Rusya’nın
öngörülemez hamle ve baskılarına karşı, “Ardında
savaş da dâhil her türlü desteğe varım” diyen bir Türkiye vardı.
Azerbaycan-Türkiye
ikilisi, sabır ve vakarla Ermenilerin ateşkes ihlâllerini izlediler ve misliyle
mukabele pozisyonunda kaldılar. Tâ ki 17 Ekim’deki Gence saldırısına kadar…
Ermenilerin
ateşkes sürecinde temin ederek Gence’ye fırlattıkları Füze, ancak topyekûn
savaşlarda kullanılabilecek tahrip gücü yüksek bir füzeydi. Bu saldırı akabinde
Azerbaycan’ın Ermenistan’a cevabı sahada oldu. 17 Ekim günü Azerbaycan Ordusu,
çatışmaların başladığı 27 Eylül’den bu yana Ermenistan’a en ağır darbeyi vurdu!
Ermenistan’ın
bir günlük kaybı, uçaklar da dâhil, tank ve vurucu silahlar yanında 600’den
fazla asker kaybı şeklinde...
Ermenistan
kışkırtıcı füze saldırıları yapadursun, Ermeni ordusunun hava savunma
sistemlerini büyük ölçüde yok eden Azerbaycan, görüldü ki Ermenistan’ın silah
sistemlerini keklik gibi avlıyor. Nitekim bu ağır zayiatın altından kalkamayan
Ermenistan, en stratejik savunma hatlarından biri olan ve çatışmanın başından
beri bir lejyoner ordusuyla savunduğu Fuzuli’yi kaybetti.
Fuzuli
ve Hadrut, Karabağ’ın güneydeki kilit noktalarıdır. Buraları düştükten sonra ne
Ağdere, Ağdam, ne de Hankendi ve Şuşa tutunabilir. Bu noktalardan sonra
Kelbecer ve Laçin ise düz sahada yer aldıkları için SİHA saldırıları için yemek
üstü muhallebi hükmünde olur ancak!
Bu
manzara Rusya’da Lavrov’un başını çektiği Ermeni lobisinin uykusunu kaçırdığı
için 18 Ekim’de yeni bir ateşkes tuzağı daha kuruldu; ancak bunun da ilkinden
farksız olacağı ânında anlaşıldı. Artık Azerbaycan, bu ateşkes baskılarına
boyun eğmeyecektir. Türkiye de sonuna kadar arkasında olduğuna göre, “Zor oyunu
bozar” hükmünce, Karabağ’ı eze eze alacaktır!
Evet,
aziz okuyucular, Karabağ geliyor, çok şükür!
Bütün
tuzaklara, hile ve kumpaslara rağmen geliyor. Karabağ’da Türkiye ve
Azerbaycan’ı gömmeyi umanlar, bırakın Türkiye’yi zayıflatmayı, Azerbaycan gibi
uyuyan bir devi de uyandırdılar. Artık Türkiye’nin her türlü silahının doğal
sahibi olan Azerbaycan, bugünden sonra Kafkaslarda Rusya ve İran’ın bile
uykularını kaçıracak büyük bir güçtür.
Karabağ’ın
geri alınması, bölgedeki taşları yerinden oynatacaktır.
Ermenistan
sınır kapısından kafileler hâlinde tank ve top sevkiyatı yapan İran’a
gelince...
Ey
takiyye ustası, ümmet utancı kavim, hazır ol vaktine! Büyük Azerbaycan geliyor.
Mezhep asabiyeti ve molla cilveleriyle uyutmaya çalıştığın 40 milyonluk Türk
nüfusunu artık bu kahpeliklerden sonra elinde tutamazsın.
Karabağ
yalnız Karabağ olarak değil, Büyük Azerbaycan olarak geliyor.
Vesselâm…