Karabağ’da vuslat vaktidir!

25 Şubat 1992 gecesi, Hocalı… 613 kişinin cenazesine ulaşıldı. Onlardan 63 çocuk, 106 kadın işkence ile öldürülmüştü. 8 aile bütünüyle yok edilmişti. 100 kişi sürekli sakat kaldı. 487 kişinin el ve ayakları dondu. Bin 275 yaşlı, çocuk ve kadın rehin alınarak akıl almaz tahkirlere, zulme ve hakarete maruz kaldı. Rehin alınanlardan 150 erkeğin, 68 kadının ve 26 çocuğun sonraki akıbeti hakkında bilgi alınamadı.

KELİMELERİN gücünü bilen yüreklerin geceye oturan cümleleri arasında yol hazırlığına başlayışın tatlı telâşıyla sabaha uzanır dakikalar. Anladığım mı, duyduğum mu beynimi teslim alır, bilirim.

Her yaşta kendini arayan, kendini bilen, kendini geliştiren biri olarak kültür dünyasının derinliklerinde; bir yanımda alevler gökyüzüne yükseliyor, bir yanımdaysa yüreğimde var olanlar vuslat vaktini bekliyor…

Ötelerin ötesinde bütünleşmeye yüz tutup yol gidecek, ömür boyu el tutacak, yol üstünde, yol altında, yol önünde ve arkasında gül olup açacak bir gülümseyişin sesli sessiz hazırlanışında, güneşe “Merhaba!” demeden dost bağından tat almak için sefere çıkıyorum. Şiir toplamaya, sohbet derinliğinde güzel bir nefes almaya, bir başka söz üzere yazılanların arasından yol bulup şiir olmaya iz sürüyorum…

Türk-İslâm coğrafyasına gönül vermiş bir âşığın kendi gülümseyişinde, Tuna boylarında Bakü’yü özleyen, Hazar’ın dalgalarını izlerken Üsküp’e, Bosna-Hersek’ten Doğu Türkistan’a, Mescid-i Aksâ’dan Ayasofya’ya sevdâ türküleri söylüyorum…

Dünyanın herhangi bir yerinde, “Bekliyorum”, “Geleceğinizi biliyordum” diyen yüreklerle bir olup, ellerine diken batsa, gözlerinden bir damla yaş süzülse üzülenlerdenim.

Bir milletin, inancın ve kültürün farklı devletlerde yaşayan insanlarının birbirlerini gönülden sevmeleri için bilim adamlarının, şairlerin, yazarların, kültür elçilerinin gönüllere hitap etmeleri gerekmektedir. Gönüllere giden yerlerde varsa yabanî otlar, dikenler, taşlar, çamurlar ve duvarları temizlemek, yolları daima açık tutmak çok önemlidir. Zira insan vücûdunun birçok organı yalan söyleyebilir, rol yapabilir, ama gönlü asla yalan söylemez! Yürekteki sevdâ asla tükenmez. Biz bu sevdâyı daima besleyenlerden olacağız.

Ben savaş hikâyeleriyle büyüdüm. Balkan, Sarıkamış, Çanakkale, İstiklâl Savaşı’na (“1912-1922, On Yıl Savaşları” da denmektedir) katılmak için askere giden ve dönmeyenlerin torunlarındanım. Ağıtlarla, hikâyelerle dolu gecelerde gözyaşları ile uyutulanlardanım. İşte o yıllarda bizimle savaşanlar, ülkemizi işgal edenlerin torunları tarihi tekerrür ettiriyorlar. Bizimle dolaylı dolaysız, sesli ya da sessiz hesabı, kini, husûmeti olan kim varsa onları destekliyor, bağışlar yapıyor, karşılıksız silahlandırıyorlar.

PKK terör örgütünün 1984’ten beri var oluşu, günümüzde etrafımızdaki Irak, Suriye, Libya, Doğu Akdeniz, Kıbrıs, Ege, Karabağ gibi problemlerin geri plânında karşımızda olanlar, hep aynı safta hiç ayrılmadan duruyorlar!

27 Eylül 2020 tarihi, unutulmayan günler arasındaki yerini aldı. “Dağlık Karabağ Bölgesi” olarak da bilinen öz Azerbaycan toprağını yıllarca işgal altında tutan Ermenistan, o gün sabah saat 06:00 civarında cephe hattı boyunca geniş kapsamlı saldırı başlatarak Azerbaycan Ordusunun mevzilerini ve masum sivilleri hedef aldı. Sivillerden can kayıplarının ve yaralıların olduğu haberlerini aldık. Erivan yönetimi, bu hareketiyle Türk milletine duyduğu ezelî ve ebedî kin ve düşmanlığını bir kere daha tüm dünyaya göstermiş oldu.

Azerbaycan Devleti, bu Ermeni kindarlığına karşı kendi topraklarını ve kendi vatandaşlarının hayatını korumak amacıyla saldırılara misliyle karşılık verdi. Karabağ’da Azerbaycan-Ermenistan Savaşı başladı. 

Ah Karabağ!

Karabağ hasrettir. Candır. Canandır. İşgal altındaki vatan toprağıdır. Orada doğup büyüyenler, evlenip yuva kuranlar, evlâtlarını orada dünyaya getirenler, ev yapanlar, iş yeri kuranlar, toprakta çiftçilik yapanlar, aileleri ve komşularıyla dünya hayatına devam edenler bir anda yuvalarından, köylerinden, kasaba ve şehirlerinden ayrılmak zorunda kaldılar. Her şeylerini, ama her şeylerini bırakarak Ermeni çetelerin şerrinden kurtulmak için sadece ayrıldılar. Göçtüler. Ülkenin güvenli bölgelerinde, devletin gösterdiği yerlerde ve kamplarda yaşamaya başladılar.

Ânî ve zor şartlarda ayrıldıkları vatanlarından, evleri ve ailelerinden yanlarına ne aldılarsa, kutsal birer emanet gibi yıllarca sakladılar. Dış kapının anahtarı, sandığın açarı, bayrak, şehitlerine ait özel eşyalar ve daha nicesini yanlarına aldılar. Kimini sakladılar, kimini de oturdukları evlerinin en güzel köşesine yerleştirip daima hatırlarında tuttular, birlikte yaşadılar. Yani Karabağ’ı asla unutmadılar! Çocuklarına, torunlarına anlattılar. Anılarını paylaştılar. Ermenilerin ve Rusların yaptıklarını bir bir yeni nesillerin beyinlerine âdeta kaydettiler. Eli kalem tutanlar yaşadıklarını, gördüklerini, duyduklarını yazdı ve yayınladılar.

Kardeş ülke, Sovyetler Birliği’nin dağılması ile 18 Ekim 1991 tarihinde bağımsızlığını ilân etmiş, Azerbaycan Cumhuriyeti’ni ilk tanıyan ülke, Türkiye olmuştu. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla kurulan devletin ilk ve zor yıllarıydı o yıllar. Ve tarihe “Kara Ocak” olarak geçen, karanfillerin ağladığı, civanlara kıyıldığı günlerin acısı tâze iken, bağımsızlığın tadını, mutluluğunu yaşamadan Karabağ’da işgal başladı. 

 

1991-1993 yılarında devam eden savaş, şehitleriyle, gazileriyle, kayıplarıyla ve işgale uğrayan topraklarıyla unutulmaz acılar bıraktı. Özellikle Hocalı, asrın soykırımlarından biri olarak tarihe geçti. Ben de o zor günlerde, 15 Temmuz 2002 ile 14 Mart 2003 tarihleri arasında Bakü TİKA Program Koordinatörü görevi nedeniyle kardeş ülke Azerbaycan’da bulundum.

“Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı’nın (TİKA) en önemli amacı; öncelikle soydaşlarımızın bulunduğu ülkelerin ve gelişmekte olan komşu devletlerin finansal, sosyal, eğitim, teknoloji ve ticârî sahalardaki ilerlemesine yardımcı olmaktır.”

Kuzeyden güneye, doğudan batıya kardeş ülkeyi ziyaret ettim. Köyde, kentte, şehirde, caddede, sokakta her yaştan ve meslekten insanlarla sohbet ettim. Yaşanan problemleri yerinde gördüm. Şahıslardan bilgi aldım, dinledim. Proje üretmek, plânlı çalışmak ve problemleri çözmek için çalışmalar yaptım. “Kaçkınlar” kamplarına onlarca defa uğradım. Ermenilerin yaşlı çocuk, kadın erkek demeden sivillere nasıl yaylım ateşi yaptıklarını dinlerken öyle etkilendim ki gece uykularımı bölerek “Neler yapabiliriz?” çalışmalarıyla sabahladım.


Kamplarda hemen herkes dertli, yaralı, öksüz, dul, babasız, annesiz, sakattı. Aklınıza ne gelirse izahında zorlandığım bu durum gerçek olarak yaşanmıştır. O yıllarda doğan çocuklar bugün otuz yaşlı olmuşlar ve Karabağ hikâyeleriyle büyümüşlerdir.

1992 yılının Şubat 25’ini 26’sına bağlayan gecenin hikâyesini dinlemeye yürek dayanmazdı. O geceyi, yaşayan her yaştan onlarca kardeşimizi ziyaretimde tekrar tekrar dinledim. Duygu ve düşüncelerini aldım. Yaşananların roman ve hikâye olarak yazılması gerektiğini ifade ettim. Bu çalışmaları yapanları destekledim. Bir gecelik katliamın (soykırım) sonunda resmî rakamlara göre ortaya çıkan bilânço şuydu: 613 kişinin cenazesine ulaşıldı. Onlardan 63 çocuk, 106 kadın işkence ile öldürülmüştü. 8 aile bütünüyle yok edilmişti. 100 kişi sürekli sakat kaldı. 487 kişinin el ve ayakları dondu. Bin 275 yaşlı, çocuk ve kadın rehin alınarak akıl almaz tahkirlere, zulme ve hakarete maruz kaldı. Rehin alınanlardan 150 erkeğin, 68 kadının ve 26 çocuğun sonraki akıbeti hakkında bilgi alınamadı.

İşgalden sonra yalnızca 2 bin 300 kişinin öldürülmesi ve rehin edilmesi açığa çıkarılmışsa da esirlerin akıbetleri hakkında hâlâ bilgi yoktur. Bir gecede yok olan Hocalı şehrinde yaşananlar unutulmamıştır, unutulmayacaktır!

Ermenistan, işgale son vermeli!

Azerbaycan ve Ermenistan Devletlerinin Karabağ sorununda barışması ve bir çözüm bulunmasını teşvik etme amacıyla 1992 yılında Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilâtı tarafından ABD, Fransa ve Rusya’nın eş başkanı olduğu AGİT Minsk Grubu kurulmuştur. ABD, Fransa ve Rusya’dan eş başkanlara ek olarak, AGİT Minsk Grubu’nda Beyaz Rusya, Almanya, İtalya, Portekiz, Hollanda, İsveç, Finlandiya, Türkiye ve sorunun tarafları olan Azerbaycan ve Ermenistan yer almaktadır.

Ancak bugüne kadar bu grup, Azerbaycan’ın işgal edilen topraklarından Ermenistan’ın çıkarılması ile ilgili elle tutulur, gözle görülür hiçbir çalışma yapmamıştır. Bu eş başkanların, Türk milleti söz konusu olduğunda ne düşündüklerini çok iyi biliyoruz.

Yine Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin, Dağlık Karabağ'daki işgalin sona ermesi konusunda 1993’te kabul edilen 4 kararı bugüne kadar uygulanmamıştır. Bu kararlar nelerdir, bir bakalım:

“BMGK’nin 822 numaralı kararı, Kelbecer’in işgal edilmesinin ardından kabul edildi. Bölgede istikrar ve güvenliğin tehdit altında olduğu belirtilen kararda, Ermenistan ordusundan işgale son verilmesi talep edildi. BMGK, Ağdam'ın işgali üzerine de 853 numaralı kararı kabul etti. Bu kararda da tarafların ateşkes yapması, Ağdam dâhil, tüm bölgelerden Ermenistan güçlerinin çekilmesi istendi. Fuzuli, Cebrail ve Gubadlı illerinin işgalinin ardından kabul edilen 874 numaralı kararda taraflara ateşkes ve barış çağrısı yapıldı. 884 numaraları karar Zengilan’ın işgali sonrasında alındı ve kararda Ermenistan güçlerinin işgal altındaki tüm topraklardan kayıtsız şartsız çıkması talep edildi. Bu kararda, Ermenistan güçlerinin daha önce kabul edilen 822, 853 ve 874 numaralı kararları da hayata geçirmesi istendi.” (https://www.aa.com.tr/tr/azerbaycan-cephe-hatti/daglik-karabagdaki-isgale-son-verilmesini-ongoren-bmgk-kararlari-uygulanmiyor/1989110)

Allah’a şükürler olsun ki, Türkiye’nin de büyük katkılarıyla, kardeş Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri, tek başına zafere ulaşacak imkân ve kabiliyete sahip durumdadır. Azerbaycan Türkleri, Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in liderliğinde kararlı, tek yürek, tek vücût olmuş hâlde Karabağ’ı kurtarmaya azimli ve kararlıdır. Ötesi yoktur!

Ermenistan ordusunun işgal ettiği topraklardan derhâl, koşulsuz ve tam olarak çekilmesi talep edilen bu kararları Erivan yönetimi şimdiye kadar hiçe saydı! Cumhurbaşkanı İlham Aliyev başta olmak üzere tüm Azerbaycanlı yetkililer, BM’nin çifte standart uyguladığını, bazı ülkelerle ilgili kararların günler içerisinde hayata geçirildiğini ancak Azerbaycan’a gelince yıllardır sessiz kalındığını defalarca belirten açıklamalarda bulundular.

Yukardaki dört karar da Karabağ’ın Azerbaycan toprağı olduğunu kabul etmektedir. Bugün Türkiye’nin tam desteğinde Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri, işgal altındaki topraklarını tek tek geri alıyor. Allah’a şükürler olsun ki, Türkiye’nin de büyük katkılarıyla, kardeş Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri, tek başına zafere ulaşacak imkân ve kabiliyete sahip durumdadır. Azerbaycan Türkleri, Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in liderliğinde kararlı, tek yürek, tek vücût olmuş hâlde Karabağ’ı kurtarmaya azimli ve kararlıdır. Ötesi yoktur!

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Bölgede Dağlık Karabağ’ın işgaliyle başlayan krize artık bir son verilmelidir. İşgale uğrayan topraklar, Azerbaycan topraklarıdır. Artık hesap vakti geldi! Azerbaycan kendi göbeğini kendisi kesmek zorunda kalmıştır” açıklamasında bulunmuştur. Bakanlarımızın ve TBMM’de bir tanesi hâriç tüm partilerin ortak destek bildirisi ve STK’ların desteği Türkiye genelinde çığ gibi büyümüştür, büyümeye devam etmektedir. Seksen üç milyon, “Bir millet, iki devlet” rûhu, inancı ve kardeşlik sevgisi ile kardeş Azerbaycan’ın yanında!

Dışişleri Bakanlığımız, “Uluslararası hukukun açık ihlâli olan ve sivil kayıplara da yol açan Ermeni saldırısını şiddetle kınıyoruz” açıklaması yaptı. Açıklamada, “Türkiye’nin Azerbaycan’a desteği tamdır. Azerbaycan nasıl isterse, o şekilde yanında olacağız” denildi.

Kardeş Azerbaycan ve biz, otuz yıldır bugünleri bekliyorduk! Karabağ’ın derhâl boşaltılması konusunda hiçbir çalışma yapmayan sözde eş başkanlar, bugün ateşkes çağrıları yapıyorlar. Ön koşulsuz masaya davetler başladı. Kimse Ermenistan’a, “BM kararlarını uygula ve acilen işgale son ver” demiyor. İşgal eden de, toprakları işgal edilen de aynı noktada olamaz. İşgalin sancılarını ve sonuçlarını kardeş ülkede gören, yaşayan ve bilgi alan biri olarak bu işgal derhâl sona ermeli ve Ermeniler Karabağ’ı acilen boşaltmalı, Karabağ öz sahiplerine kavuşmalıdır!

Azerbaycan günlerinden…

Eğitimci, şair ve yazar olarak, görev sonrası, 2014 yılında “Hâr-ı Bülbül” (şiir) ve “Necesen, Yahşısan mı?” (deneme) adlı iki kitap çıkardım. Hâr-ı Bülbül’ü tanıyalım…

Karabağ’da, Şuşa şehrinin hemen yakınında, Çıdır ovasında, “Hâr-ı Bülbül” isimli bir çiçek yetişiyor. Bu çiçek, Çıdır ovası dışında nerede yetiştirilmek istendi ise yetişmemiştir. Sadece Şusa’da yetişmektedir! Çiçeğini açmaktadır. En güzel topraklar hazırlanmış, en güzel saksılar alınmıştır ama yetiştirmek mümkün olmamıştır. 

Kardeş ülke Azerbaycan’da Hâr-ı Bülbül, çok sevilen ve şimdilerde çok özlenen bir çiçektir. Birden çok efsanesi vardır. Şimdi Şuşa’da, Çıdır ovasında Hâr-ı Bülbül de Ermenilerin işgali altındadır. Öz sahiplerine hasrettir. Aşk odunda yanan bu hasretin unutulmaması ve gündemde kalması için kitabın adını “Hâr-ı Bülbül” koydum.

“Hâr-ı Bülbül” şiirimiz, Azerbaycan’da Meryem Alibeyli Hanımefendi tarafından bestelendi. Devlet sanatçısı Azerin Hanım da okumuştur. Bu, Türkiye-Azerbaycan ortak projesi olarak gerçekleştirilmiştir.

Kahraman Azerbaycan Ordusu emin adımlarla ilerliyor. “Karabağ’da Vuslat Vaktidir!” yazımız yayınladığında işgal tamamen bitirilmiş, süpürme harekâtı tamamlanmış olsun inşallah! O vakit, Karabağ’ın her karışında kardeş Azerbaycan bayrağı dalgalandığı günlerde olacağız inşallah.

Karabağ Azerbaycan’dır. Karabağ vatandır. Karabağ’da vuslat vaktidir!

***

 

Hâr-ı bülbül (2)

(Bekle bizi, sana geleceğiz...)

EY Türk’ün cananı, ey Hâr-ı bülbül

Sözüm sözdür, geleceğim bir tanem

Esaret altında açılmayan gül

Sözüm sözdür, geleceğim bir tanem

Cıdır Düzüm seni sevip koklasın

Koç yiğitler yüreğinde saklasın

Gül, bülbülü senin gibi beklesin

Sözüm sözdür, geleceğim bir tanem

Dertli bülbüllerin devası sensin

Turan illerinin rüyası sensin

Karabağ’ın kutlu sevdâsı sensin

Sözüm sözdür, geleceğim bir tanem

Sensin cennet yurdun nazlı çiçeği

Vatanın seninle tüter ocağı

Görmeyenler artık görsün gerçeği

Sözüm sözdür, geleceğim bir tanem

Yedi düvel tuzak kursa yoluma

Kimseleri yan baktırmam gülüme

Üç renkli bayrağı alıp elime

Sözüm sözdür, geleceğim bir tanem

Bu dâvâda tek başıma kalsam da

Hasretinden güller gibi solsam da

İstiklâl uğruna candan olsam da

Sözüm sözdür, geleceğim bir tanem

(11 Mayıs 2017, Ankara)

 

Osman Baş, Dünya Yazarlar ve Aydınlar Derneği Başkanı, Bakü E. TİKA Program Koordinatörü