Karabağ’da Türk Zaferi

30 senedir kimsenin dönüp bakmadığı Karabağ sorunu, Türk’ün lehine Türk gücüyle ve aklıyla çözülmüş oldu! ABD’nin konuşamadığı, Fransa’nın karışamadığı, Rusya’nın seyirci kaldığı bir savaşı yakın tarihin yazdığını hatırlamıyoruz. Türkiye’nin teçhizat, ekipman ve taktik desteği ile kazanılan bu zafer, Suriye ve Libya’da yaptığımız tatbikatların gerçek bir savaşa uyarlanmış hâlinden başka bir şey değildi.

İZMİR Depremi, Berat Albayrak’ın istifası derken Karabağ Zaferi biraz gölgede kaldı sanki… Oysa bu zafer, Azerbaycan’ın Ermenistan’a karşı kazandığı bir savaştan çok daha fazlasını içeriyor.

Temmuz’daki Ermeni saldırılarının ardından, Türkiye ile Azerbaycan arasında müthiş bir dirsek temâsı başlamıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın talimatıyla MİT ile birlikte Dışişleri ve Millî Savunma Bakanları da âdeta Azerbaycan’a kamp kurdular. Defalarca yerinde incelendi konu. Muhtemelen aylarca, ara vermeksizin ötesi berisi masaya yatırılan bir karşı harekât plânlandı. Ve Ermenistan için kaçınılmaz son hazırlanmış oldu.

Gerek nüfus, gerek ekonomik, gerekse askerî açıdan Azerbaycan’ın Ermenistan’a karşı üstünlüğü su götürmez bir gerçek olsa da düşmanın yanına alabileceği Rusya ve Fransa gibi devletlerin gücü göz ardı edilemezdi. İşte sahada uygulanacak plânlar bu açıdan da çok önemliydi! Kazâra bile olsa Ermenistan topraklarına sıçrayabilecek bir kıvılcım, özellikle Rusya’nın garantörlük hakkını kullanarak savaşın içine girmesine sebep olabilirdi.

Bu sebeple Azerbaycan’ın Türkiye’den alacağı siyâsî ve askerî destek çok önemliydi. Hem bölgede birçok siyâsî operasyonda birlikte hareket ettiğimiz, hem de askerî ve ekonomik birçok yatırımda ortak olduğumuz Rusya’nın savaşa dâhil olması, Türkiye’nin de uzun vadeli plânlarıyla örtüşmüyordu.

Azerbaycan’ın Karabağ’ı kurtarma operasyonu başladığı günlerde, bu defa kesin sonuca ulaşılacak bir harekâtın başlamış olmasını beklediğimi yazmıştım. Bu beklentimin en büyük sebebi ise Türkiye Cumhuriyeti yetkili kurumlarının her plâtformdaki ısrarlı ve kararlı destek açıklamalarıydı.

Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, savaşın başladığı ilk günden itibaren, amaçlarının kendi toprakları olan Karabağ’ı Ermeni işgalinden kurtarmak olduğunu vurguladı. Hedef hiçbir zaman Ermenistan toprakları olmadı. Sahada da bu söylem hayata geçirildiği için, kimse Azerbaycan’ın bu savaşta haksız taraf olduğunu iddia edemedi. Sürekli üstün pozisyonunu koruduğu hâlde daha fazla kan dökülmesin diye defalarca ateşkes ilânına râzı oldu Aliyev.

Paşinyan’ın Türkiye’yi de savaşın içine sokma ve uluslararası toplumu bu yönde kışkırtma gayretleri havada kaldı. Son ve en tehlikeli hamlesi olan Nahcivan’a saldırısı bile Türkiye’nin soğukkanlılığını bozamadı. “Türkiye’yi durdurun” diye Avrupa’ya yalvarmaları ve bu savaşı dinler arası bir sorunmuş gibi gösterme oyunu da tutmadı.

Rusya, desteğinin Ermenistan topraklarıyla sınırlı kalacağını, Karabağ’daki çatışmalara müdâhil olmayacağını da net şekilde ifade edince, teslimiyetten başka şansı kalmadı Erivan’ın.

Paşinyan, yenilgiyi kabul ettiğini, halkından özür dileyen ifadelerle duyurup buna mecbur kaldıklarını söylediğinde, dünyanın yeni bir düzene koştuğunu da ilân etmiş oldu aslında.

BM tarafından Azerbaycan toprağı olarak kabul edilmiş olmasına rağmen yaklaşık 30 senedir kimsenin dönüp bakmadığı Karabağ sorunu, Türk’ün lehine Türk gücüyle ve aklıyla çözülmüş oldu! ABD’nin konuşamadığı, Fransa’nın karışamadığı, Rusya’nın seyirci kaldığı bir savaşı yakın tarihin yazdığını hatırlamıyoruz. Türkiye’nin teçhizat, ekipman ve taktik desteği ile kazanılan bu zafer, Suriye ve Libya’da yaptığımız tatbikatların gerçek bir savaşa uyarlanmış hâlinden başka bir şey değildi.

Evet, kâğıt üzerinde kazanan Azerbaycan olsa da, sahada kullanılan en önemli güç, Türk yapımı dronlardı ve savaş taktiği tamamen bu yeni nesil hava araçları üzerine kurulmuştu. Kuş sürüsü gibi uçurulan İHA’ların ve SİHA’ların Rus yapımı uçakları avladığı, hava savunma sistemlerini parçaladığı, füzeleri yok ettiği bu savaş, bir Fransız gazetesinde yazıldığı gibi, “dronlarla kazanılmış ilk savaş” olarak tarihe geçecektir.

Dünyanın belki de en büyük İHA/SİHA envanterinin sahibi Türkiye olarak, harp tarihine yeni bir strateji kazandırmış olmanın gururunu yaşayabiliriz.

Dünyanın yeni enerji merkezi olmaya aday Orta Asya ve Kafkasya’nın, bundan sonra da savaşlara ve iç karışıklıklara sahne olması kaçınılmaz bir durum. Bölgeye Türkiye’den geçişi kolaylaştıracak en önemli noktalardan biri de hiç kuşku yok ki Nahcivan…

Azerbaycan’a bağlı özerk bir cumhuriyet olan Nahcivan’da, 1921 Kars Antlaşması gereği garantörlüğümüz var. Yani teknik olarak, Azerbaycan’ın üzerinde olmadığımız kadar söz sahibiyiz orada. Nahcivan’ın özelliği, bizi Azerbaycan’la da komşu yapıyor olması. Şimdilik aralarında Ermenistan toprağı olsa da, barış anlaşması gereği açılması plânlanan Laçin koridoru sayesinde Türkiye ile Azerbaycan, karayolu ile de birbirine bağlanmış olacak. Bu hem ticârî, hem de gerektiğinde askerî açıdan çok önemli bir gelişme olacaktır.

Orta Asya ve Kafkas Türkleri ile olan gönül bağımız, Azerbaycan’ın Karabağ Zaferi ile daha da güçlenecek. Türkiye’nin bu savaştaki rolüyle kazandığı prestij, bölgedeki nüfûzumuzu arttıracak ve politik gücü bulunmayan zengin Türk devletlerinin, Türkiye’den daha fazla “ağabeylik” beklemesine sebep olacaktır.

Dünyanın beşten büyük olduğunu ve yeni dünya düzeninde Türkiye’nin rolünün büyüyeceği iddiası artık daha da elle tutulur hâle gelmiştir.

Dünya, Osmanlı’nın hâkimiyetinde yaşadığı âdil günlere her gün biraz daha yaklaşıyor.