Kara Salı’dan nurlu Cuma’ya

Atalarının izinden giden âdemoğlu, belâ ve musibetler karşısında nasıl davranacağını bilmiyor. Böyle zamanlarda mümine düşen büyük bir vazife var: Peygamberlerden kalma sabır mirasını kuşanmak…

GECEDEN “siyah süt” sağıyor zifiri karanlık. Üşüten ve ürperten cinsten üstelik… Keskin bir balta inerken umudun üstüne, duâya meyilli ağızlardan iki uçlu bir suâl çıkıyor: “Bize güneş mi küstü, yoksa ucu görünmeyen bir tünele mi girdik?”

Cevabın yankısı beklenirken taşlaşmış kalplerden, oyuncağı elinden alınmış çocuklara dönüşüyor hissiyatı elinden alınmış kalemler…

Oysa hakkı tutup kaldırmaktı gayeleri. Susmayı erdem sayanlar, kalemtıraştan ırak duruyor, lafebeliğine soyunan “geveze” markalılar ise olabildiğince sivri ve saplanacağı zırhsız göğüs avında; ortası yok. Ya en sağda, ya en solda duruyor köşe taşları…

Olup bitenler bunlarla sınırlı değil. Odun toplanıyor, belli ki göğe ulaşan ateşler yakılacak… Kurular yaşlara aldırış etmiyor, yaşlar ise kuruları kurtarma derdinde… Kibriti elinde tutanlar, hayret ve taaccüpten uzak keyif çatıyor ateşin başında. Belki de direnmek için değil, yanmak, yakmak, yok etmek ve küle dönüşüp yok olmak için bir aradalar…

Kuyular derin mi derin, düşene el uzatılmıyor! Yusufların “Medet!” sesine koşan yok. Kardeşler kıtlığa çare arıyor yaban ellerde ve taçsız kralların kapısında…

Kansız ama iz bırakan yaralar açılıyor, kimse sabrın zirvesindeki Peygamberin duâsına sarılmıyor. Dermansız dertlere yetişmekte zorlanıyor Lokman Hekim. Hem derde giriftar olanların hiçbiri Eyyûb da değil…

Samuraylardan kalma pusatlar testereye dönüşüyor; oluk gibi kan akıyor masumların göğsünden. Taşla eziyorlar kafalarını yahut yakıp varillere koyuyorlar cansız bedenlerini. Yetinmeyip ateşle buluşturuyorlar. Üzerine de beton…

Ama kabahatler kapanmıyor, kapanmayacak! Ötede açılmak için not almışken kâtipler…

Evet, kabul; dünya imtihan yurdu, konağı da insan… Atalarının izinden giden âdemoğlu, belâ ve musibetler karşısında nasıl davranacağını bilmiyor. Böyle zamanlarda mümine düşen büyük bir vazife var: Peygamberlerden kalma sabır mirasını kuşanmak…

Bilinmeli ki, sabır tek kanatlı bir kuş değil. Yeniden uçmak için çift kanada ihtiyacımız var ve herkes elini taşın altına atmalı. Ama herkes!

Varsın mağaralar karanlık olsun, kapısında örümcekler ağ yapmasın… Varsın güvercinler yumurtalarını bırakmasın… İster balık karnında, ister Nuh’un gemisinde yol alınsın… İnanırsa, varacağı menzil, aydınlık bir sabah ve ferahlık bahşeden bir menzil olur. İnanırsa o menzil, bahar vadeden bir huzur iklimi olur…

Son sözümüz gök kubbede yankılansın:

Âhiri merak eden, evvele baksın!

Karanlıktan korkanlar meşale yaksın!