GECEDEN “siyah süt” sağıyor zifiri karanlık. Üşüten ve
ürperten cinsten üstelik… Keskin bir balta inerken umudun üstüne, duâya meyilli
ağızlardan iki uçlu bir suâl çıkıyor: “Bize güneş mi küstü, yoksa ucu görünmeyen
bir tünele mi girdik?”
Cevabın yankısı beklenirken taşlaşmış kalplerden, oyuncağı
elinden alınmış çocuklara dönüşüyor hissiyatı elinden alınmış kalemler…
Oysa hakkı tutup kaldırmaktı gayeleri. Susmayı erdem
sayanlar, kalemtıraştan ırak duruyor, lafebeliğine soyunan “geveze” markalılar
ise olabildiğince sivri ve saplanacağı zırhsız göğüs avında; ortası yok. Ya en
sağda, ya en solda duruyor köşe taşları…
Olup bitenler bunlarla sınırlı değil. Odun toplanıyor,
belli ki göğe ulaşan ateşler yakılacak… Kurular yaşlara aldırış etmiyor, yaşlar
ise kuruları kurtarma derdinde… Kibriti elinde tutanlar, hayret ve taaccüpten
uzak keyif çatıyor ateşin başında. Belki de direnmek için değil, yanmak,
yakmak, yok etmek ve küle dönüşüp yok olmak için bir aradalar…
Kuyular derin mi derin, düşene el uzatılmıyor!
Yusufların “Medet!” sesine koşan yok. Kardeşler kıtlığa çare arıyor yaban
ellerde ve taçsız kralların kapısında…
Kansız ama iz bırakan yaralar açılıyor, kimse sabrın
zirvesindeki Peygamberin duâsına sarılmıyor. Dermansız dertlere yetişmekte
zorlanıyor Lokman Hekim. Hem derde giriftar olanların hiçbiri Eyyûb da değil…
Samuraylardan kalma pusatlar testereye dönüşüyor; oluk
gibi kan akıyor masumların göğsünden. Taşla eziyorlar kafalarını yahut yakıp
varillere koyuyorlar cansız bedenlerini. Yetinmeyip ateşle buluşturuyorlar. Üzerine
de beton…
Ama kabahatler kapanmıyor, kapanmayacak! Ötede açılmak
için not almışken kâtipler…
Evet, kabul; dünya imtihan yurdu, konağı da insan… Atalarının
izinden giden âdemoğlu, belâ ve musibetler karşısında nasıl davranacağını
bilmiyor. Böyle zamanlarda mümine düşen büyük bir vazife var: Peygamberlerden
kalma sabır mirasını kuşanmak…
Bilinmeli ki, sabır tek kanatlı bir kuş değil. Yeniden
uçmak için çift kanada ihtiyacımız var ve herkes elini taşın altına atmalı. Ama
herkes!
Varsın mağaralar karanlık olsun, kapısında örümcekler
ağ yapmasın… Varsın güvercinler yumurtalarını bırakmasın… İster balık karnında,
ister Nuh’un gemisinde yol alınsın… İnanırsa, varacağı menzil, aydınlık bir
sabah ve ferahlık bahşeden bir menzil olur. İnanırsa o menzil, bahar vadeden
bir huzur iklimi olur…
Son sözümüz gök kubbede yankılansın:
Âhiri merak eden, evvele baksın!
Karanlıktan korkanlar meşale yaksın!