
RUSYA ve Ukrayna arasındaki kurt-kuzu kavgasında Batı’nın
bizce malûm ahvali konuşuluyor. Batı ne zaman medenî oldu ki? Onlara göre
medeniyet ne menem bir şey? Diğer yanda içimizde yaşayıp da kendi toprağına
yabancı olup bizim gibi olmayanların dillere pelesenk ettikleri “Batı medeniyeti”,
“Batı Aydınlanması”, “Batı’nın bilmem hangi dehası, çağdaşlığı, bilmem nesi” gibi
bir serenat…
Senelerdir ahlarını, o yöne olan hasretlerini dinler
dururuz. Bizim kanaatimizi ve gönüllerimizin nişanesini, istikametini peşinen
söyleyelim ki, Rusya’nın hangi saikle olursa olsun Ukrayna’yı işgal etmeye
çalışmasını malûmun ilâmı, emperyalizmin bilindik bir senaryosunun acımasız
sonucu. Bunu biliyor, yaşanan gayr-i insanî olayları üzüntü ile seyrediyor ve
öldürülen masumlara acıyoruz. Zulüm kime, hangi kavme, dine, dile, renge
yapılır ise zül olduğuna inanıyoruz. İnanıyor ve biliyoruz ki, zulme
uğrayanların dinine, milliyetine bakılmaz. Masumların ahını bilen, gören Allah-u
Teâlâ’nın şeraitine göre, “Hoşunuza gitmese de savaş üzerinize yazıldı. Olur
ki, hoşunuza gitmeyen bir şeyde sizin için hayır, yine olur ki hoşunuza giden
bir şeyde de sizin için şer vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz” (Bakara, 216).
Bu gün yaşananlara bakılır ise, dün lraklı, Suriyeli, Libyalı,
Pakistanlı, Afgan veya siyah tenli, inci dişli, altın kalpli, esmer yüzlü
Afrikalı Müslüman göçmenlere hor bakan o meşhur medenî Beyaz adamın yüz kızartıcı
herzeleri, ikiyüzlülükleri, zalimlikleri hâlâ hâfızalardadır. Avrupa’ya geçmeye
çalışan Orta Doğu menşeli göçmenlerin Batılı gazeteciler tarafından çelmelendiğini,
alay edildiğini unutmak gaflettir, dalalettir. Sahte tanrıların yurdu Grek (Yunanistan)
Devleti tarafından o iptidaî botlarının zıpkınlarla delindiği, en iptidaî
usullerle yapılan göçmen naylon çadırlarının yakıldığı ve bir bardak suya, bir
lokma yiyeceğe hasret bırakıldıklarını unutmak, bizi insanlıktan çıkarır. İnsanlığın
yüz karası görüntüleri ve cesetleri sahile vuran Aylan bebek ve nicelerini
Akdeniz’in tuzlu sularında boğulan bîçare insanları ve katledilen insanlığı
unutmayalım. ABD ve müttefiki İngiltere’nin tezgâhları, Deli Petro’nun hayâlinden
vazgeçmeyen Putin’in oyunları ile Ukrayna’da yaşanan gayr-i insanî olayların
zuhuru sırasında Batı sınırına dayanan milyonlarca evsiz insana, “Bunlar bizim
gibi, bizden birileri; mavi gözlü, sarı saçlı insanlar. Bizim gibi arabalara
biniyorlar” diyen çifte standartçı medenî (!) Avrupa’nın çirkin yüzünü gösterdi
Allah-u Teâlâ. Şanı yüce Allah’a hamdolsun!
***
Materyalist felsefenin hâkim olduğu Avrupa’da kendi
renkleri/dilleri dışındakilere kem nazarlarla düşmanlık ve kindarlık edenleri,
beşeriyetin kurtuluş anahtarı Hazreti Kur’ân, bakınız nasıl ikaz ediyor: “O’nun
varlığının ve kudretinin delillerinden biri de gökleri ve yeri yaratması,
lisanlarınızın ve renklerinizin farklı olmasıdır. Elbette bunda bilen ve
anlayan kimseler için ibretler vardır.” (Rum, 22)
Kur’ân-ı Hakîm, insanlık camiasında eskiden beri
tesirini icra eden temel bazı farklılıklara vurgu yapmış, bunların İlâhî
hikmetin bir yansıması olduğuna, ayrılık, kin ve düşmanlık vesilesi yapılmaması
gerektiğine işaret etmiştir. Allah tarafından meşruiyetine hükmedilen ve bir
fıtrat kanunu olarak her zaman meriyete konularak Kur’ân ile tescil edilen
farklılıklardan biri, farklı diller ve farklı renkler hakikatidir.
Aynı topraktan yaratılmalarına, aynı elementleri
ihtiva etmelerine rağmen insanların beyaz, siyah, sarı, esmer, kumral, kırmızı,
buğday rengi gibi farklı renklerde olmaları, Yüce Yaratan’ın kuşatıcı ilim ve
kudretini gösterdiği gibi, O’nun her şeye boyun eğdiren küllî iradesine ve
şümullü hikmetine de işaret etmektedir. İlgili ayette bu kevnî/ontolojik
belgenin Rabbanî kimliğinin altı çizilmiştir. Rabbanî kimlikli bu belgeleri
reddetmek, inkâr etmek, görmezlikten gelmek Allah’ın hem Kur’ânî, hem de kevnî
ayetlerine karşı bir isyan, bir başkaldırı anlamına gelir.
Bu isyanın dünyadaki cezası huzur, güven ve barış
ortamının yok olması ve bunun yerine cehennemî bir hayatın var olmasıdır.
Hazreti Muhammed’e (sav) ve Risaletine düşman Batı emperyalizmi ve içimizdeki
yerli müdavimlerine İslâm dâvâsının Lideri-Resûlü bakın ne diyor: (Cündeb b.
Abdullah el-Becelî’den nakledildiğine göre) “Kim ırkçılık propagandası yaparak
veya kabileciliğe/ırkçılığa destek vererek yoldan çıkmış bir topluluğun bayrağı
altında öldürülürse, onun ölümü, cahiliye ehlinin ölümü gibidir.”
Yine İbn Ömer’den nakledildiğine göre, Resûlullah
(sav), Mekke’nin Fethi günü insanlara bir hutbe vererek şöyle buyurmuştur: “Ey
insanlar! Allah sizden cahiliye gururunu ve atalarla övünme âdetini
gidermiştir. İnsanlar iki gruptur: İyi, takva sahibi, Allah katında değerli
kişi ve günahkâr, bedbaht, Allah katında değersiz kişi. İnsanlar Âdem’in
çocuklarıdır. Ve Allah, Âdem’i topraktan yaratmıştır.”
***
Kabil ile Habil’in mücadelesinin günümüzdeki muhteris
ve kan dökücü temsilcileri olan Kabil huylular, semavî dinlerin hak kitapları
olan Tevrat’ı, Zebur’u ve İncil’i tahrif ederek bu dinleri ve kitapları “muharref”
hâle getirip anlaşılır bir dille tahrif ederek kendi emellerine dayanak
yaptılar. Yani asıllarından kopardılar. Asırlarca plânlı bir şekilde Kur’ân’a
ve İslâm’a karşı kin ve nefret ürettiler. Saadet Asrı’ndan günümüze kadar
yapılan Haçlı Seferleri ve projelerinin hazırlanması ve uygulanmasına yönelik
çalışmalar bu düşmanlığın bir sonucudur. Biz bunu Endülüs’te, Afrika’da, Uzak
Asya’da, nihayet Çanakkale’de gördük. “Mavi gözlü, sarı saçlı insanlar bizim
için önemli!” lafı bir ikiyüzlülüktür ve yalan perdelemesidir. Mesele, hilâl
ile haçın savaşıdır. Diğer yorumlar ve görüşler beşerî hassasiyetlerin birer
insiyakıdır.
Haçlı emperyalizminin hep düşman gördüğü, mazlumların,
Müslümanların gönüllerince lider gördüğü millet, kavmiyetçilik yapmadan
söylemek ve bir hakkı teslim etmekse Türk milletidir. Çünkü Batı, “Türk”
deyince İslâm’ı, “İslâm” deyince Türk milletini kastediyor. Biz bunu Bosna
Savaşı’nda gördük, dünya buna şahit oldu. Sırplar, yakaladıkları bir Boşnak’ın
başına fes giydirip, “Şimdi Osmanlı’dan intikam alıyoruz” diye sadistçe
emellerine ulaştılar; hem eğlendiler, tepindiler.
Arşivlerden bir sayfaya bakalım…
Srebrenitsa, Temmuz 1995... Bosnalı Sırpların ordusu
kenti ele geçirir. General Ratko Mladiç kurmaylarıyla kent merkezinde
buluştuğunda kent bomboştur. Tekebbürle, zafer sarhoşluğuyla kameraların
karşısına geçen Mladiç, Sırp televizyonuna şöyle der: “Bu bölgede Türklerden
intikam almanın zamanı nihayet geldi.”
Ratko Mladiç’in bu sözleri söylemesinden birkaç gün
sonra, Srebrenitsa’da yaşları 13 ilâ 94 arasında değişen 8 bin Müslüman erkek
katledilir!
Bosna’da katledilenler de mavi gözlü ve sarı saçlı
insanlar idi. Neden medenî (!) Avrupa’ya dâhil edilmediler? Neden yüz binleri
toplu mezarlara gömüldüler? Neden soykırıma uğradılar?
El-cevap: Onlar Müslüman idiler, evlad-ı Fatihan
idiler.
Diğer Müslüman yurtlarındaki soykırım kurbanları;
Türkistan, Keşmir, Filistin, Irak, Suriye, Libya, Karabağ, Açe, Arakan, Ruanda,
Mali, Somali, Cezayir ve diğerleri ayrı birer yazı veya dosya konusu.
***
Kısaca Batı, yaşadığı karanlık Orta Çağ’ın sonunda
endüstriyel kalkınmanın sağlanması ile yeni bir rejime geçti ve kendince bir
medeniyet (!) inşâ etti. Bu dünya ile materyalizmin hakim olduğu ve vahşi
kapitalizmin sunduğu modernizmin süslü dünyası adına beşerin mekanik
vasıtalarla köle edilmeye çalışıldığı bir vadi oluşturdular. Bu dünyaya
özenenleri insan yerine koymadılar. “Geri kalmış” dedikleri diğer diyarlardan
Kunta Kinteleri maraba olarak getirip servetlerine servet kattılar. Batı
medeniyeti (!) beşerî özelliklerden arınmış mekanik vasıtalarla bir dünya
markası olma yolunda idi. Rahatlıkla söyleyebilir ki, yaşanan bu zulümlerle
beraber artık kara göründü, kralın çıplak olduğunu herkes gördü. Zulmün kaleleriyle
korunan o firavunların piramitleri yıkılmaya mahkûmdur.
Söylediklerimizi gönüllere hitap edilen hamaset sözleri
saymayınız, Hazreti Ali (ra) buyuruyor ki, “Mazlumun zalimden öcünü alacağı
gün, şüphesiz zalimin zulmettiği günden daha çetin olacaktır.”
***
Bizim içimizden, bizim isimlerimizi kullanan ve Batı
hayranı olup zımnen ırkçılık hastalığına yakalananların, Devletimizin Suriye’den
gelen milyonları “Ensar-Muhacir” sırrına göre misafir etme hareketine karşı
çıkmaları ve Ukraynalı muhacirlerle Suriyeli muhacirleri mukayese ederek İslâm
düşmanlığı yaptıklarına şahit oluyoruz. Bir kısım milliyetçi geçinenlerin de laikos
kervanına katılıp bu propagandayı yapmalarını, kadim tarihimize ve medeniyet
tasavvurumuza muhalif hareket ettiklerini de kaydedelim ve son sözü Kur’ân’a
bırakarak edep edelim:
“Şüphesiz küfredip haksızlık edenleri Allah mağfiret
edecek değil. Cehennem yolundan başka bir yola çıkaracak da değil. Onlar ebediyen
onda muhalled (sürekli olarak) kalacaklardır. Bu da Allah için kolaydır.” (Nisa,
168-169)
Vesselâm…