Kar yağdı böyle oldu, Ekrem Başgan sınıfta kaldı

Bu karlı İstanbul gecesi, ciddi bir imtihandı. Geçmek nasip değilmiş. Üstelik beş yıl önce yağan kar, bunun iki katıydı. O gece yollar böyle kilitlenmemişti. Şimdi bir kâğıt peçete alıp, alnının terini siliyor numarasının vaktidir. Seçim öncesi iyi tutmuştu. Seçildikten sonra bir daha ne peçete gördük, ne ter. O gece yolda kalan araçların içindekilerin soğuktan donma tehlikesi geçirmelerinden endişe ettik. Sayın Başkan dua etsin öyle bir can kaybı olmadığına.

“KAR yağar bardan bardan, yollar kapandı kardan

Ne gelen var ne giden, haber gelmedi yârdan

Kar yağar kar üstüne, çıktım duvar üstüne

Meğer ki kör olmuşum, yâr sevem yâr üstüne…”

“Ne güzel bir Erzurum türküsü” diyeceğim, Sivaslılar itiraz edecek. “Sivas türküsü” desem Erzurumlular karşı çıkar. İki şehir arası 438 kilometre. Çok da yakın sayılmaz. En iyisi biz şehir belirtmeyelim, “Bu memleketin türküsü” deyip aradan sıyrılalım. Üstelik gündeme uygun.

Kar yağınca yolların kapanması kadar kabul edilebilir bir durum azdır. Kar yağması nasıl sıradan bir tabiat olayı ise, yolların kapanmasına da öyle bakılır. Yüzlerce yıldır, binlerce yıldır böyle olmuştur.

“Eskiden çok kar yağardı bizim buralara” sözünü her yörede duysak da bugün itibariyle Anadolu’nun pek çok yerinde birkaç metrelik kar, sıradan sayılır. Altı metre olan yöreler de biliyoruz. Haberlere daha bir hafta önce konu oldu.

Anadolu’nun köyleri, kasabaları ve ücra şehirleri için normal karşılanır ama bugünün İstanbul’u için yolların kapanması hiç de makul değil.

Bir kar yağdı, İstanbul kilitlendi.

Trafik tıkandı, araçlar yollarda kaldı. Kimse evine gidemedi. Saatler geçti, umutlar tükendi, sinirler gerildi, netice değişmedi. Gece boyunca yollar arabalarla doluydu.

Hastası var, yaşlısı çocuğu var, acil işi olan var, hiç fark etmedi. Kimseye iltimas geçilmedi.

Yolu açmakla görevli araçlar bile yolda kaldı.

Tuzlama kamyonları, kar küreme araçları hepsi eski Cumhurbaşkanı Sezer’in markette sıraya girmesi gibi davrandı.

Onlar da tıkanan trafik içinde yerini aldı ve yolun açılmasını bekledi.

Bazıları zincir takmadığı için önündeki otomobillere çarptı.

Belediye yollara tuz dökme işini meşhur lokantacı Nusret’e teslim etseydi, daha anlamlı olurdu. En azından estetik bir hareket görürdük yollar açılmasa bile.

Kalp krizi geçiren bir hasta, helikopterle hastaneye yetiştirildi.

Bir başkasının yanına cankurtaran gidemediği için, iş makinesi kepçesiyle götürüldü.

Yol haritasına bakanlar, İstanbul’un her tarafını kırmızı gördü. Şehir içindeki ve dışındaki bütün yollar kıpkırmızıydı.

Santim hesabıyla bile ilerlemeyen trafikte bekleyen araçların bazılarının yakıtı bitti. Bazıları donma tehlikesi geçirdi. Yapılan çağrılar işe yaradı ve yollara yakın oturan vatandaşlar çay, çorba, su, ekmek götürdüler. Belediyeler devreye girdi, bütün ilçe belediyeleri gıda yardımında bulundu.

Valilik, yolda kalanların araçlarını bırakıp otellere gitmesini tavsiye etti. Oteller, misafirhaneler, öğrenci yurtları kapılarını açtı. Camilerden duyurular yapıldı, otele gidemeyenlerin cami içinde konaklaması sağlandı.

Önemli olan candı ve kimsenin o gece canından olmaması için çaba harcanıyor, dua ediliyordu.

Yakıtı biten, üşüyen, hasta olan, karnı acıkan, inleyen, küfreden, ağlayan, çişi gelen on binlerce insan, çaresizlik içinde kıvranıyordu.

Araçların sadece yüzde otuzunda kış lastiği bulunduğu tespit edildi.

Hava şartları ile şaka yapılmaz. Karla, yağmurla, selle aşık atmaya kalkanın kaybedeceği baştan bellidir.

Üç gün önceden kuvvetli kar yağışı uyarısı yapılmışken, yaz lastiğiyle ve az yakıtla, üstelik zincirsiz yola çıkanlar da tedbir almayanlar kadar sorumludur.

Yollarda bırakılan araçların daha sonra yetkililer tarafından çekileceği söyleniyordu ama o kadar çok arabanın nereye nasıl çekileceğini bilen olduğunu sanmıyorum. Otoparklar yeterli değil çünkü. Sokak arası da olsa bir yer bulunup çekilseydi bile, ertesi gün hava şartları düzeldiğinde araç sahiplerinin o noktaya ulaşıp arabasına kavuşması kolay olmazdı.

Vali Ali Yerlikaya, yerli bir kaya gibi görevinin başındaydı. “Bu gece bize uyku yok” diyordu canlı yayına bağlandığında.

*

Bütün bunlar olup biterken, bu koca şehir 2022 yılının Ocak ayında yarım metre ile bir metre arasında değişen kar yağdı diye felç olmuş gibi hareketsiz güneşin doğuşunu beklerken, şehrin anlı şanlı başkanı neredeydi dersiniz?

Bildiğiniz gibi, Sarıyer’de bir balık lokantasına gitmişti. Rumeli Kavağı’nda İngiliz Büyükelçisi ile buluşmuş.

Bu haber çıktığında inkâr etti. Başkanın destekçileri de hemen topa girdiler ve Büyükşehir Belediye Başkanı İmamoğlu’nun ortalıkta görünmeyişini yadırgayanları, arayanları, nerede olduğunu merak edenleri suçladılar. İnanılır gibi değil ama dalga bile geçtiler.

Hani neredeyse, bu sıkıntılı durumla belediye başkanının bir alâkası olmayacağını söyleyeceklerdi. Gerçi onu da demeye getirdiler.

Canlı yayında telaş içinde gelişmeleri seyircilerine bildiren televizyoncular, Ekrem Başkan’ın nerede olduğunu boşuna merak ettiler, bağlanmasını boşuna beklediler.

Ekrem Bey’in sözcüsü Murat Ongun böyle durumlarda devreye girerdi. O da ortalıkta yoktu. Ses çıkmıyordu. Arayanlar ulaşamıyor, mesaj bırakan gazeteciler cevap alamıyordu.

Murat Bey yurt dışındaymış. Kayak tatili yaptığı ortaya çıktı sonradan. Tatil yapmak başkanına yakışır da sözcüsüne yakışmaz mı? Onun da tatil hakkı yok mudur?

Elbette vardır. Ama üç gün önceden belli olmuşken, meteorolojinin kuvvetli kar yağışı uyarısı yaptığı bir zamanda o tatil ertelenebilirdi. Ertelenmeliydi.

“Sıcak evinde oturup trollük yapanın değil, sahada mücadele edenin yanında olma zamanı” ifadelerini Cenevre’de yaptığı kayak tatili sırasında paylaştığı öğrenildi. Tatilde olduğu ortaya çıkan Ongun, dün “Sahada çalışıyoruz” mesajları verirken bugün söylem değiştirerek “Yurtdışından gelişmeleri takip etmek hiç zor değil” ifadelerini kullandı.

Az daha “Tatil bana da çok yakışıyor” diyecekmiş de kendini tutmuş gibi görünüyor.

*

Hep beraber Sayın Başkan’ın o balıkçıya gittiğine dair haberler yalanlandı. Topluca inkâr yoluna gidildi.

Sonra fotoğraflar ortaya çıktı. O fotoğrafların da eski olduğu iddia edildi. Yaz sezonunda çekilmiş eski bir fotoğrafmış. Mış mış da mış mış.

Bir sürü açıklama gördük yandaşlarından. Derken balıkçı “Evet” dedi, işin rengi değişti.

Artık inkâr edilemez safhaya gelinmişti.

Bu sefer de “Başkanın karnı acıkamaz mı, bir saatlik yemek molası çok mudur?” gibi abes açıklamalar başladı.

Siz İstanbul’un karlı bir kış gününde Rumeli Kavağı’na bir gitmeyi deneyin bakalım kaç saatte gidecek, kaç saatte döneceksiniz? Bir de orada kalış süresi var. O da bir saat değil. Zaten koskoca İngiliz Büyükelçisi ile buluşuyorsan, bir saatte kurtulamazsın.

Balıkçıya giriş saati ile çıkış saati arasında üç saat varmış.

Tipi şeklinde yoğun kar yağışının başlama saati ise 16.00 civarı idi.

Valilik gündüz vakti erkenden, memurların 15.30’da işten çıkabileceğini ilân etmişti.

Fikri Akyüz de şöyle yazdı: “Kar felâketi varken İngiliz Büyükelçi ile balıkçıya giden İmamoğlu diyor ki, ‘Bir ay önce rezerve edilmişti. Gittiğimde kar yağmıyordu’. Yemeği iptal etmek mümkündür. Kar yağışını iptal etmek mümkün değildir.”

Bir sonraki mesajı şöyleydi:

“Yani İmamoğlu başkumandan olsa, mesela Sakarya Meydan Muharebesini yönetse ve Yunan saldırısı haberini Posta Nezaretinden alsa, Polatlı’da balıkçıya gitse ve eleştirilse şöyle bir cevap kâfi mi?

‘Ben balıkçıdayken hücum yoktu!’ Tamam da, haber gelmiş, bir saat sonra hücum başlıyor.”

Gördüğümüz gibi herkes yerli kaya değil. Bazıları “Taş yerinde ağırdır” sözünü bile idrak etmekten uzak. Bazı taşlar yerini bilmiyor. Oynak taşlarla muhatabız maalesef.

İBB Sözcüsü Murat Bey, “Bu bilgiyi nereden aldınız?” diye soruyordu bir yerde. Yurt dışında olduğunu kim, kimden, nasıl öğrenmiş, onu merak ediyor.

Yolları açık tutmak bu kadar mı zor? Aşırı kar yağışı beklenirken, öteye beriye gidip görev başında olmamak nasıl makul bulunabilir?

Yolda kalan vatandaşlara hakaret etmek de bunlara nasip oldu. Trolmüşler.

*

İstanbul’u kar esir almışken, yollar tıkanmış, vatandaşlar esir alınmış gibi mahsur kalmışken, hem Anadolu tarafından, hem Trakya’dan şehre giriş çıkışlar yasaklanmışken, yetkili konumda olanların sorumsuzca davranması affedilebilir mi?

Bunun hesabı sorulmaz mı?

En azından vicdanlarda bu hesap görülmez mi?

Seçimde bunlara oy verenler şimdi ne düşünüyordur?

“Balıkçı meselesi o kadar abartıldı ki” diye söze girenler, hâlâ Sayın Başkan’ı savunabilecekler mi?

O lokantaya gittiğini inkâr bir işe yaramadı. Balıkçının kapalı olduğu bile söylendi ama “Gerçeklerin ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır” diyenler bir kere daha haklı çıktı.

O görüşme iptal edilmeli, Büyükelçi ile görüşme sonraya bırakılmalıydı.

Nedir 16 milyonluk şehirden daha önemli olan?

Ne konuşacaktınız, neler konuştunuz ki nöbet yerini terk eden asker gibi davranıp sonra da kıvırttınız?

İlle balık yenilecektiyse, baktın vaziyet kritik, ekmek arası balık yaptırıp eline alır, yola çıkardın, işinin başına koşardın.

“Yanında rakı da var” diyeceksen, ondan ya vazgeçersin yahut bir pet şişeye doldurup yanına alırsın. Çok mu zor?

“Kar yağdı böyle oldu” dersin, açıklama mahiyetinde. Nedir yani?

*

Bu karlı İstanbul gecesi, ciddi bir imtihandı. Geçmek nasip değilmiş.

Üstelik beş yıl önce yağan kar, bunun iki katıydı. O gece yollar böyle kilitlenmemişti.

Şimdi bir kâğıt peçete alıp, alnının terini siliyor numarasının vaktidir. Seçim öncesi iyi tutmuştu. Seçildikten sonra bir daha ne peçete gördük, ne ter.

O gece yolda kalan araçların içindekilerin soğuktan donma tehlikesi geçirmelerinden endişe ettik.

Sayın Başkan dua etsin öyle bir can kaybı olmadığına.

Ve Vali Bey’e de bir notumuz olsun:

O gece oda ücretlerini iki üç katına çıkaran otellerden hesap sorulmalı. Mutlaka!

Ücretlerin insanlık namına yarıya indirilmesi gerekirdi, otelciler o krizi fırsata çevirmeyi düşünmüş. Çok ayıp, çok yazık, çok günah!