“KAR
yağar bardan bardan, yollar kapandı kardan
Ne
gelen var ne giden, haber gelmedi yârdan
Kar
yağar kar üstüne, çıktım duvar üstüne
Meğer
ki kör olmuşum, yâr sevem yâr üstüne…”
“Ne
güzel bir Erzurum türküsü” diyeceğim, Sivaslılar itiraz edecek. “Sivas türküsü”
desem Erzurumlular karşı çıkar. İki şehir arası 438 kilometre. Çok da yakın
sayılmaz. En iyisi biz şehir belirtmeyelim, “Bu memleketin türküsü” deyip
aradan sıyrılalım. Üstelik gündeme uygun.
Kar
yağınca yolların kapanması kadar kabul edilebilir bir durum azdır. Kar yağması
nasıl sıradan bir tabiat olayı ise, yolların kapanmasına da öyle bakılır.
Yüzlerce yıldır, binlerce yıldır böyle olmuştur.
“Eskiden
çok kar yağardı bizim buralara” sözünü her yörede duysak da bugün itibariyle
Anadolu’nun pek çok yerinde birkaç metrelik kar, sıradan sayılır. Altı metre
olan yöreler de biliyoruz. Haberlere daha bir hafta önce konu oldu.
Anadolu’nun
köyleri, kasabaları ve ücra şehirleri için normal karşılanır ama bugünün
İstanbul’u için yolların kapanması hiç de makul değil.
Bir
kar yağdı, İstanbul kilitlendi.
Trafik
tıkandı, araçlar yollarda kaldı. Kimse evine gidemedi. Saatler geçti, umutlar
tükendi, sinirler gerildi, netice değişmedi. Gece boyunca yollar arabalarla
doluydu.
Hastası
var, yaşlısı çocuğu var, acil işi olan var, hiç fark etmedi. Kimseye iltimas
geçilmedi.
Yolu
açmakla görevli araçlar bile yolda kaldı.
Tuzlama
kamyonları, kar küreme araçları hepsi eski Cumhurbaşkanı Sezer’in markette
sıraya girmesi gibi davrandı.
Onlar
da tıkanan trafik içinde yerini aldı ve yolun açılmasını bekledi.
Bazıları
zincir takmadığı için önündeki otomobillere çarptı.
Belediye
yollara tuz dökme işini meşhur lokantacı Nusret’e teslim etseydi, daha anlamlı
olurdu. En azından estetik bir hareket görürdük yollar açılmasa bile.
Kalp
krizi geçiren bir hasta, helikopterle hastaneye yetiştirildi.
Bir
başkasının yanına cankurtaran gidemediği için, iş makinesi kepçesiyle
götürüldü.
Yol
haritasına bakanlar, İstanbul’un her tarafını kırmızı gördü. Şehir içindeki ve
dışındaki bütün yollar kıpkırmızıydı.
Santim
hesabıyla bile ilerlemeyen trafikte bekleyen araçların bazılarının yakıtı
bitti. Bazıları donma tehlikesi geçirdi. Yapılan çağrılar işe yaradı ve yollara
yakın oturan vatandaşlar çay, çorba, su, ekmek götürdüler. Belediyeler devreye
girdi, bütün ilçe belediyeleri gıda yardımında bulundu.
Valilik,
yolda kalanların araçlarını bırakıp otellere gitmesini tavsiye etti. Oteller,
misafirhaneler, öğrenci yurtları kapılarını açtı. Camilerden duyurular yapıldı,
otele gidemeyenlerin cami içinde konaklaması sağlandı.
Önemli
olan candı ve kimsenin o gece canından olmaması için çaba harcanıyor, dua
ediliyordu.
Yakıtı
biten, üşüyen, hasta olan, karnı acıkan, inleyen, küfreden, ağlayan, çişi gelen
on binlerce insan, çaresizlik içinde kıvranıyordu.
Araçların
sadece yüzde otuzunda kış lastiği bulunduğu tespit edildi.
Hava
şartları ile şaka yapılmaz. Karla, yağmurla, selle aşık atmaya kalkanın
kaybedeceği baştan bellidir.
Üç
gün önceden kuvvetli kar yağışı uyarısı yapılmışken, yaz lastiğiyle ve az
yakıtla, üstelik zincirsiz yola çıkanlar da tedbir almayanlar kadar sorumludur.
Yollarda
bırakılan araçların daha sonra yetkililer tarafından çekileceği söyleniyordu
ama o kadar çok arabanın nereye nasıl çekileceğini bilen olduğunu sanmıyorum.
Otoparklar yeterli değil çünkü. Sokak arası da olsa bir yer bulunup çekilseydi
bile, ertesi gün hava şartları düzeldiğinde araç sahiplerinin o noktaya ulaşıp
arabasına kavuşması kolay olmazdı.
Vali
Ali Yerlikaya, yerli bir kaya gibi görevinin başındaydı. “Bu gece bize uyku
yok” diyordu canlı yayına bağlandığında.
*
Bütün
bunlar olup biterken, bu koca şehir 2022 yılının Ocak ayında yarım metre ile
bir metre arasında değişen kar yağdı diye felç olmuş gibi hareketsiz güneşin
doğuşunu beklerken, şehrin anlı şanlı başkanı neredeydi dersiniz?
Bildiğiniz
gibi, Sarıyer’de bir balık lokantasına gitmişti. Rumeli Kavağı’nda İngiliz
Büyükelçisi ile buluşmuş.
Bu
haber çıktığında inkâr etti. Başkanın destekçileri de hemen topa girdiler ve
Büyükşehir Belediye Başkanı İmamoğlu’nun ortalıkta görünmeyişini
yadırgayanları, arayanları, nerede olduğunu merak edenleri suçladılar. İnanılır
gibi değil ama dalga bile geçtiler.
Hani
neredeyse, bu sıkıntılı durumla belediye başkanının bir alâkası olmayacağını
söyleyeceklerdi. Gerçi onu da demeye getirdiler.
Canlı
yayında telaş içinde gelişmeleri seyircilerine bildiren televizyoncular, Ekrem
Başkan’ın nerede olduğunu boşuna merak ettiler, bağlanmasını boşuna beklediler.
Ekrem
Bey’in sözcüsü Murat Ongun böyle durumlarda devreye girerdi. O da ortalıkta
yoktu. Ses çıkmıyordu. Arayanlar ulaşamıyor, mesaj bırakan gazeteciler cevap
alamıyordu.
Murat
Bey yurt dışındaymış. Kayak tatili yaptığı ortaya çıktı sonradan. Tatil yapmak
başkanına yakışır da sözcüsüne yakışmaz mı? Onun da tatil hakkı yok mudur?
Elbette
vardır. Ama üç gün önceden belli olmuşken, meteorolojinin kuvvetli kar yağışı
uyarısı yaptığı bir zamanda o tatil ertelenebilirdi. Ertelenmeliydi.
“Sıcak
evinde oturup trollük yapanın değil, sahada mücadele edenin yanında olma
zamanı” ifadelerini Cenevre’de yaptığı kayak tatili sırasında paylaştığı öğrenildi.
Tatilde olduğu ortaya çıkan Ongun, dün “Sahada çalışıyoruz” mesajları verirken
bugün söylem değiştirerek “Yurtdışından gelişmeleri takip etmek hiç zor değil”
ifadelerini kullandı.
Az
daha “Tatil bana da çok yakışıyor” diyecekmiş de kendini tutmuş gibi görünüyor.
*
Hep
beraber Sayın Başkan’ın o balıkçıya gittiğine dair haberler yalanlandı. Topluca
inkâr yoluna gidildi.
Sonra
fotoğraflar ortaya çıktı. O fotoğrafların da eski olduğu iddia edildi. Yaz
sezonunda çekilmiş eski bir fotoğrafmış. Mış mış da mış mış.
Bir
sürü açıklama gördük yandaşlarından. Derken balıkçı “Evet” dedi, işin rengi
değişti.
Artık
inkâr edilemez safhaya gelinmişti.
Bu
sefer de “Başkanın karnı acıkamaz mı, bir saatlik yemek molası çok mudur?” gibi
abes açıklamalar başladı.
Siz
İstanbul’un karlı bir kış gününde Rumeli Kavağı’na bir gitmeyi deneyin bakalım
kaç saatte gidecek, kaç saatte döneceksiniz? Bir de orada kalış süresi var. O
da bir saat değil. Zaten koskoca İngiliz Büyükelçisi ile buluşuyorsan, bir
saatte kurtulamazsın.
Balıkçıya giriş saati ile çıkış saati arasında üç saat
varmış.
Tipi
şeklinde yoğun kar yağışının başlama saati ise 16.00 civarı idi.
Valilik
gündüz vakti erkenden, memurların 15.30’da işten çıkabileceğini ilân etmişti.
Fikri
Akyüz de şöyle yazdı: “Kar felâketi varken İngiliz Büyükelçi ile balıkçıya
giden İmamoğlu diyor ki, ‘Bir ay önce rezerve edilmişti. Gittiğimde kar
yağmıyordu’. Yemeği iptal etmek mümkündür. Kar yağışını iptal etmek mümkün
değildir.”
Bir
sonraki mesajı şöyleydi:
“Yani
İmamoğlu başkumandan olsa, mesela Sakarya Meydan Muharebesini yönetse ve Yunan
saldırısı haberini Posta Nezaretinden alsa, Polatlı’da balıkçıya gitse ve
eleştirilse şöyle bir cevap kâfi mi?
‘Ben
balıkçıdayken hücum yoktu!’ Tamam da, haber gelmiş, bir saat sonra hücum
başlıyor.”
Gördüğümüz
gibi herkes yerli kaya değil. Bazıları “Taş yerinde ağırdır” sözünü bile idrak
etmekten uzak. Bazı taşlar yerini bilmiyor. Oynak taşlarla muhatabız maalesef.
İBB
Sözcüsü Murat Bey, “Bu bilgiyi nereden aldınız?” diye soruyordu bir yerde. Yurt
dışında olduğunu kim, kimden, nasıl öğrenmiş, onu merak ediyor.
Yolları
açık tutmak bu kadar mı zor? Aşırı kar yağışı beklenirken, öteye beriye gidip
görev başında olmamak nasıl makul bulunabilir?
Yolda
kalan vatandaşlara hakaret etmek de bunlara nasip oldu. Trolmüşler.
*
İstanbul’u
kar esir almışken, yollar tıkanmış, vatandaşlar esir alınmış gibi mahsur
kalmışken, hem Anadolu tarafından, hem Trakya’dan şehre giriş çıkışlar
yasaklanmışken, yetkili konumda olanların sorumsuzca davranması affedilebilir
mi?
Bunun
hesabı sorulmaz mı?
En
azından vicdanlarda bu hesap görülmez mi?
Seçimde
bunlara oy verenler şimdi ne düşünüyordur?
“Balıkçı
meselesi o kadar abartıldı ki” diye söze girenler, hâlâ Sayın Başkan’ı
savunabilecekler mi?
O
lokantaya gittiğini inkâr bir işe yaramadı. Balıkçının kapalı olduğu bile
söylendi ama “Gerçeklerin ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır” diyenler bir kere
daha haklı çıktı.
O
görüşme iptal edilmeli, Büyükelçi ile görüşme sonraya bırakılmalıydı.
Nedir
16 milyonluk şehirden daha önemli olan?
Ne
konuşacaktınız, neler konuştunuz ki nöbet yerini terk eden asker gibi davranıp
sonra da kıvırttınız?
İlle
balık yenilecektiyse, baktın vaziyet kritik, ekmek arası balık yaptırıp eline
alır, yola çıkardın, işinin başına koşardın.
“Yanında
rakı da var” diyeceksen, ondan ya vazgeçersin yahut bir pet şişeye doldurup
yanına alırsın. Çok mu zor?
“Kar
yağdı böyle oldu” dersin, açıklama mahiyetinde. Nedir yani?
*
Bu
karlı İstanbul gecesi, ciddi bir imtihandı. Geçmek nasip değilmiş.
Üstelik
beş yıl önce yağan kar, bunun iki katıydı. O gece yollar böyle kilitlenmemişti.
Şimdi
bir kâğıt peçete alıp, alnının terini siliyor numarasının vaktidir. Seçim
öncesi iyi tutmuştu. Seçildikten sonra bir daha ne peçete gördük, ne ter.
O
gece yolda kalan araçların içindekilerin soğuktan donma tehlikesi geçirmelerinden
endişe ettik.
Sayın
Başkan dua etsin öyle bir can kaybı olmadığına.
Ve
Vali Bey’e de bir notumuz olsun:
O
gece oda ücretlerini iki üç katına çıkaran otellerden hesap sorulmalı. Mutlaka!
Ücretlerin insanlık namına yarıya indirilmesi gerekirdi, otelciler o krizi fırsata çevirmeyi düşünmüş. Çok ayıp, çok yazık, çok günah!