
İNSAN hangi çağda olursa olsun, bir ayağı hep geçmişin tozlu yollarında. Taş Devri’ne gider miyiz bilmiyoruz ama ilkokulda sınıflarımızı süsleyen panoların vazgeçilmez öğesiydi çağlar: Taş Devri’nin içine sığdırılan Eski Taş Çağı, Yontma Taş Devri, Orta Taş Çağı, Cilalı Taş Devri ve sonrasında gelen Bakır Devri, “Tarih Öncesi Çağlar” olarak adeta zihnimize kazınmıştı.
“Tarih Çağları” -ki içinde “Tunç” ve “Demir” devirleri barındıran- İlk ve Orta Çağ’dan sonra gelen ve İstanbul’un Fethi ile başlayan “Yeni Çağ”… Fransız İhtilâli ile başlayan “Yakın Çağ” bir de…
Tüm çağlara baktığımızda, 1789’dan günümüze ulaşan son dönemin uzun sayılabilecek bir aralıkta olduğunu, buna rağmen yeni adlandırmaların yapılmadığını görüyoruz. Zaman zaman X, Y ve Z kuşağı olarak betimlenen ve daha çok nesli tasvir eden bu tanımlamalar ise bahsi geçen aralığa ait boşluğu doldurmada yetersiz kalmaktadır.
Tüm bu çağlara ek olarak Dünya’nın jeolojik evrim çağları da bulunmaktadır. Ama biz bunları teğet geçeceğiz.
Zaman zaman dillendirilen ve teknolojide elde edilen kazanımları ifade eden “dijital çağ”, bununla birlikte aynı doğum tarihine sahip ve internet ile sosyal medyanın en üst seviyeye ulaşmasıyla kullanılan “sosyal çağ”, yaşanan biyolojik saldırılar ve Covid-19 gibi salgınlardan dolayı “virüs çağı”, eskiye oranla artan, sıklaşan ve can ile mal kaybını arttıran sel, yangın ve depremlerden dolayı “felâket çağı”, sınırları ortadan kaldıran ekonomik dengeler, meydana gelen savaş ve afetlerle yaşanan enerji krizleri, talebin artmasıyla emtia ürünleri, altın, petrol ve petrol ürünlerindeki fiyat artışlarının neden olduğu “küresel enflasyon çağı” şeklinde türlü isimlerden bahsetmek mümkün. Bu çağları çoğaltmak da mümkün.
Afrika kıtasında açlık ve susuzluktan ölenlere rağmen inatla devam eden “israf çağı”, insanî vazifelerimizi, davranışlarımızı ve söylemlerimizi etkileyen, inançlarımızı kökten değiştirerek bizi merhametsizliğe iten “belirsizlik çağı” ya da “yitik çağ”dan da bahsedebiliriz.
Bu hafta değineceğim konuya en uygun ismin “endüstriyel çağ” olacağını düşünerek birkaç cümle kurmak istiyorum.
Son yüzyılda gündemden düşmeyen “moda” kavramı, israfın, çılgınlığın ve belirsizlik olarak dile getirdiğimiz ortak çağların ortak sığınağı. Bu açıdan bakıldığında uzun soluklu bir mevzu olduğunu görüyoruz.
Tek merkezden yönetilen ve birkaç ailenin baskın geldiği ticaret, Kaliforniya merkezli ana bilgisayarlardan yönetilen sosyal medya, üç beş ülkenin güdümünde şekillenen dünya siyaseti, kutsanmışların konseyinde tahrif edilmeye çalışılan din yahut petrol, ilaç ve silah baronlarının açtığı kan pazarlılarında alevlenen savaş stratejilerine şahidiz.
Belli başlı şirketlerin dünyayı bir deney laboratuvarına çevirdiği bir ilaç sektörü mevcut. Bill Gates, Mark Zuckerberg ve Elon Musk destekli, Çin, ABD ve DSÖ üçgeninde küreselleşen Covid-19 algısı ve dahası da var. Ama üç beş sıra dışı insanın şirketleştirdiği ve global bir vitrine çevirdiği moda sektörü, cinsiyeti ortadan kaldıran, insanı şaklabanlaştıran, tüketimi hedef alan, akıl ve sırrın ermediği renk kartelası içinde pazarlanan zift karası bir dünya...
Yeri gelmişken, yukarıda bahsi geçen başlıkların tamamı için bir korunma kalkanına ihtiyaç duyduğumuzu hatırlatmak isterim.
Alın teriyle kazandığımız her kuruşun elimizden bu dayatmacalarla geri alındığını, hatta geleceğimizi ipotek altına almak için borçlandırdıklarını, bu açıdan günümüzün modern birer kölesi hâline getirildiğimizi hatırlatmaya gerek duymuyorum.
Sayıca az da olsa bu sektörlerin “tüketim davranışlarımıza” müdahalesine direnen veya dayatmasına yenilmeyen güçlü iradeler var. Ama çoğunluk, bu küresel izi takip ederek yarına ulaşma arzusunda.
Bizi ve neslimizi bu tuzağa çekenler mi galip gelecekler, yoksa buna direnenler mi, zaman gösterecek. Ama bunca savurganlığın ve sorumsuzluğun doğurduğu çöp çağlarının kuşattığı insanoğlu, kıyameti kolaylaştırmada hâlâ bir enstrüman gibi davranıyor.
“Bu yazı da neydi?” diyorsanız şayet, “bir hatırlatmaydı”.
Gelecek hafta pardon, gelecek çağda buluşmak üzere…