ARALIK ayında ikinci
yılına girecek olan Koronavirüs ile ne zaman illiyet bağımızı kesmeye kalksak,
illâ “olumsuz” bir durum çıkıyor ve bu “umutlu bekleyiş süreci” bozguna uğruyor!
Sıcakları
sevmeyen virüsün ikinci yaz mevsimini, üstelik Dünya’yı kasıp kavuran çöl
sıcaklarına hâkim kuraklık iklimini yaşadığını da hatırlatmak isterim.
“Kışa
kadar normalleşiriz” umudu, “Okullar Eylül’de açılacak” bekleyişi, cebimizden
eksik etmediğimiz HES uygulamalarının yanında “Maske, mesafe ve hijyene dikkat
eder, kurallara uyarsak”, “Aşı çıkarsa” ve “Şayet aşı olursak” şeklinde varsayımlarla
kurulan cümlelerden sonra, başta eğitim olmak üzere konser, sinema ve tiyatro
gibi faaliyetlerin yapıldığı toplu yaşam
alanlarında istenen haftalık PCR testleri gündemde.
Asrın
illetine karşı üretilen aşılar, hastalığın pençesine düşmekten korkanlar için
“umutlu” bir bekleyişti. Çinli Sinovac firması tarafından üretilen CoronaVac’ın
yanında ABD Gıda ve İlâç İdaresi, Pfizer ve Alman ortağı BioNTech tarafından
geliştirilen Pfizer-Biontech, Rusya’da geliştirilen Spuntik V ve yerinde üretim
sayesinde lojistik mâliyeti düşürülecek olup 2021 sonunda piyasaya sürülmesi
hedeflenen yerli Turkovak aşıları bu umudu canlı tutmayı başardılar.
Hepsi
birer yarıştan ibâret
Kısa
sürede piyasaya sürülen aşı çeşitliliği, aşı kapma ve aşılama, aslında birer
yarışın parçasıydı ve bu yarışta geri kalmak istemeyen Türkiye, ilk alımda 50
milyonluk doz ithâli gerçekleştirmişti.
Şu
an ülkemizde, yukarıda adı geçen aşıların üçü de aynı anda kullanılmakta ve
tercihe bırakılmış durumda. Başlangıçta sağlık çalışanlarına öncelik tanınan
aşılar, binlerce gönüllüye de tatbik edilmiş, ardından belli meslek grupları ve
ileri yaşlardan başlayarak her yaş grubu aşılanmaya başlanmıştı.
Sağlık
Bakanlığı’nın güncel verilerine göre birinci doz aşı uygulanan kişi sayısı 46
milyon, ikinci doz uygulanan kişi sayısı 35 milyon olmak üzere toplamda yapılan
90 milyon aşı sayısına ulaşılmış durumda.
Koronavirüs’ün
başladığı dönemlerde, yer yer kıyâmet alâmeti olarak da görülen virüsü yüzyılın
en büyük sağlık felâketi olarak kabul eden ve “acil” önlemler alınmasına katkı
sunanların yanı sıra, bunun bir simülasyon olduğunu ve Küreselciler tarafından
insanlığa “pandemi” olarak dayatıldığını söyleyerek salgına inanmayanların
oluşturduğu büyük bir ayrışma yaşanırken, aşının bulunmasının akabinde bu makas
daha da açıldı ve konu “aşı karşıtlığına” kadar evirildi.
Her
iki tarafın da “haklı” gerekçeleri vardı. “Aşı tek seçenek ve bulaşmasa da
hafif atlatılmasını sağlıyor. Virüsten korunmak için nüfusun yarısının aşılanması
lâzım” teorisinden yola çıkarak “sorumluluk” sahibi herkesi aşı olmaya davet ettiler.
Karşı cephe ise, uygulanan hiçbir aşının gerekli faz çalışmalarını
tamamlamadığı gibi farklı ırklarda ve farklı koşullarda denenmediği,
dolayısıyla yan etkileri ile birlikte antikor üretme seyri ve koruma başarısı
hakkında net bir bilgiye ulaşılamadığı savunularak aşıya karşı olan kesim
tarafından bu ilâçlara “denek” olunmak istenmediği belirtildi.
Hatırlanacağı
üzere, geçen yıl yapılması gereken ancak Koronavirüs önlemleri kapsamında bu
yıl Haziran-Temmuz aylarında gerçekleştirilen iki büyük organizasyondan 2020 Avrupa
Futbol Şampiyonası yüzdelik dilime sahip seyirciyle gerçekleştirilirken 2020 Tokyo
Olimpiyatları ise seyircisiz oynanmıştı.
Art
arda gelen açıklamalar
Türkiye
Futbol Federasyonu, 10 Ağustos tarihinde, toplum sağlığının en üst seviyede
korunabilmesi amacıyla, Kovid-19 aşılarını tamamlayan ve maçtan önce yaptıkları
PCR testi negatif çıkan taraftarların yeni sezonda maçları tribünden izleyebileceklerini
açıkladı.
Ertesi
gün yani 11 Ağustos tarihinde yapılan Koronavirüs Bilim Kurulu toplantısının
ardından konuşan Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, “Aşı programımız bugüne kadar bir teşvik ve tercih konusuydu; oysa
artık eğitim ve iş hayatının devamı gayesiyle her bir vatandaşımız için tercihe
bırakılamayacak bir toplumsal ödevdir” cümlesini kurdu. Avrupa’da ve birçok
ülkede uygulanmaya başlanan “aşı kartı” ve “seyahat belgesi” gibi
zorunlulukların ülkemiz genelini de kapsayacağını öngörmüştüm ve yanılmadım!
Millî
Eğitim Bakanlığı’nda yapılan değişiklikle Ziya Hocadan sonra koltuğa oturan Mahmut
Hoca, iki yıldır boş duran okulları en geç Eylül ayında, kuş cıvıltısını
andıran öğrenci sesleriyle buluşturmak için kolları sıvamıştı.
Ülkemiz,
20 Ağustos tarihli Kabîne toplantısından çıkan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan’ın açıklamalarına kilitlenmişti. O açıklamalarda, yaşanan yangın ve sel
felâketleri, Afganistan’da Kâbil’i kontrolü altına alan Taliban ve düzensiz göç
konuları vardı. Ama asıl duymak istenilen, okulların vaktinde yani Eylül ayında
açılıp açılmayacağı ve hangi önlemlerin alınacağı hususuydu…
Erdoğan,
6 Eylül’den itibaren, aşı olmayan öğretmen ve okul çalışanlarına haftada 2,
konser, sinema ve tiyatro gibi faaliyetlere katılım öncesinde de 1 defa negatif
PCR testi zorunluluğu getirdiklerini açıklamıştı. Seyahat firmalarınca HES kodu
üzerinden kişilerin aşılı/geçirilmiş hastalık veya azamî 48 saat önce yapılmış
negatif PCR testi sorgulamasının mecbur kıldıklarını açıklayan Erdoğan’ın açıklamalarının
üzerine aşı karşıtları hemen harekete geçmiş ve sosyal medya üzerinden
tepkilerini dile getirmişlerdi.
Üretiminden
dağıtımına, bürokratik işlemlerden saklanma koşullarına varıncaya kadar birçok
zorluğu aşarak insanlığa sunulan aşıların “kurtarıcı” rolünün günümüzde
tartışma plâtformlarına taşınması, yeni bir kutuplaşmanın habercisi durumunda.
Dünya’nın değişik yerlerinde baş gösteren “aşı karşıtlığı” eylemlerinin bir
benzeri ve “ilki”, 11 Eylül 2021 tarihinde İstanbul Maltepe’de gerçekleştirilecek.
Galiba,
Avrupa’yı ve ülkemizi saran salgınlardan, göç dalgasından, yangınlardan ve
sellerden sonra bir de “aşı karşıtlığı” tehlikesine gebe kaldık. Öyle ki, zaman
zaman bu karşıtlığın adını “ihânetle” özdeşleştirme yanlışlığına düşenler oldu,
oluyor…
Oysa
aşı olmak ya da olmamak, kişi hak ve hürriyetleri açısından bireysel bir karar
özelliğini barındırır ve saygı duyulması beklenir.
Kamuoyu,
Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Erdoğan’ın duyurduğu PCR testi ve aşı
zorunluğuna tepki göstermek için miting yapılacağını, önce, katıldığı bir canlı
yayın sırasında Yeni Akit yazarı Abdurrahman Dilipak’tan duydu.
Konuyla
ilgili Twitter üzerinden de paylaşımlar yapan Dilipak’ın bir paylaşımı son
derece dikkat çekici: “Ve 11.9’da global
çetenin Great Reset’ine o gün ‘Hayır, dünya 5’ten büyüktür’ diyeceğiz. ‘İstanbul
DSÖ’den büyüktür’ diyeceğiz. ‘Trans-humanizme hayır’ diyeceğiz. Onlar Afgan
tahliye uçağına bile o numarayı verdiler, biz de bu komploya karşı meydanlarda
olacağız.”
“#11eylueldemaltepedeyiz”
etiketi ile paylaşım yapanların sayısı her geçen gün artıyor. Mitinge İstanbul
dışından, hatta yurt dışından katılım olması bekleniyor. Bakalım ne diyecekler,
aşı olanları iknâ edebilecekler mi? En önemlisi, geçmişte örneği görülen karar
değişikliğini veya alınan önlemlerin yumuşatılmasını Erdoğan’ın ağzından bizzat
duyabilecekler mi, duyabilecek miyiz?
Sağlık
Bakanlığı ile İçişleri Bakanlığı’nın miting için nasıl bir yol ve yöntem
izleyeceğini ise bilmiyoruz! Bir müdahale olur mu? Olursa sertlik oranı nasıl
olur? Yasaklanır mı? Bu hakkı ellerinden alınanların vereceği refleksin ne
olacağını kestirmek imkânsız.
Temennim
ve beklentim; mitinge katılanların kendilerini yumuşak ve steril bir ortamda
ifâde etmelerine olanak sağlanması ve dünyaya örnek olunması… Hattâ o meydanda
çokça aşı istasyonu kurulması, karar değişenlerin oracıkta aşı olmasına imkân
tanınması, maskenin yanında soğuk su dağıtılması ve kontrol noktalarında hijyen
koridorunun oluşturulması da diğer gerekenler...
Gerekirse
11 Ekim’de de aşı yapanlar aynı meydanı doldursun ve onlar iknâ turuna başlasın
ama “sağlık” adına yapılan eylemlerin “sıhhatine” halel gelmesin!
Yazımı,
sizi gülümseterek sonlandırmak istiyorum: “‘Aşı olmayın’ demiyorum;
olacaksanız, bağışıklığa ve doğal beslenmeye âşık olun!”
Kalın sağlıcakla…