Kapanmaya inat itikaf

Bugün bile isteye olmasa da şartlar açısından buna yönelmiş olmamızı da bir rahmet tecellisi olarak görmeli ve nimetlerin devamı için bolca şükür, günahlarımız için tövbe istiğfar, yarım kalan işlerimizi tamamlamak, hedeflediğimiz plân ve projeleri hayata geçirmek için imkân, ihmâl ettiklerimizi, kırgınlık yaşadıklarımızı affetme yahut af dileme için birer fırsat olarak görmeliyiz.

KORONAVİRÜS önlemleri kapsamında, 29 Nisan-17 Mayıs tarihleri arasında ülkemizde uygulanan 17 günlük tam kapanmanın ikinci haftasındayız.

Küreselcilerin önümüze sürdüğü “pandemi”, kimine göre kıyamet alâmeti, kimine göre de bir algıdan ibaret. Bu illete yakalananlar ile yakınlarını kaybedenlerin yanı sıra ekser itibariyle sağlık çalışanlarımızın kabul ettiği ve korktuğu için önleme davet ettiği Koronavirüs, yaklaşık 1 buçuk yıldır biz Dünyalılara ağır bir yük ve imtihan vesilesi.

Hem en değerli zamanımızı çaldı, hem de en yakınlarımızı elimizden aldı. Yetmedi, sağlık ve eğitim-öğretim sistemimizi dumura uğrattı. Memuru tembelliğe, esnafı isyana itti. Süpermarket zincirleri ile getir götür işi görenleri zengin etti. Tatile çıkmayı, kitap okumayı, futbol izlemeyi, spor yapmayı, iftar vermeyi, iyiliğe koşmayı, bayramlaşmayı, doğum günü partileri kutlamayı, hatta yakınlarımızı mezara koyma gibi bireysel ve toplumsal reflekslerimizi felç etti.

Tüm bunlara rağmen, toplumu alâkadar eden kural silsilesine uymak mecburiyetindeyiz ve bu bizim vatandaşlık görevimiz.

Şimdi bize düşen, evde geçireceğimiz “zorunlu” süreçte, başta aile bireylerimiz, yakın akrabalarımız, dost ve arkadaşlarımız olmak üzere bir telefonla, bir mesajla da olsa, onlarla kapanan gönül köprülerimizi yeniden açmak, kırgınlıkları senelik bakıma alarak gidermek…

Kalem ehli yeni kitaplara, yeni şiirlere yelken açarken, ressamlar üç ayaklı şövalelerini kurmalı ve üzerine de yeni tuvaller asmalı. Müzisyenler, içine kapanıp, Nagehan Alçı gibilere inat, yanık türkülere ve yeni bestelere imza atmalı. Bilim adamları keşif yolculuklarına çıkmalı ve karanlık asırda insanlığa daha aydınlık bir gelecek müjdelemeli.

Öğretmenler, talebelerinden ırak geçirdikleri günlerden intikam alırcasına kendilerini yarınlara hazırlamalı, hızlandırılmış daha etkin anlatımlar ve soru çözümlerine kafa yormalı. Öğrenciler de sosyal medyaya ve internet oyunlarına, dijital plâtformlara ara vermek suretiyle özledikleri sınıflara, amfilere, arkadaş ortamlarına kavuşmanın heyecanıyla daha fazla gayret, daha fazla okuma ve test çözümü yapmalı.

Televizyon programcıları, neslimize daha faydalı projeler için kolları sıvamalı. Sporcular, taraftarla buluşacağı günleri hayâl ederek, Avrupa’dan Asya’ya, Dünya şampiyonalarına ve Olimpiyatlara hazırlanmalı...

Hazreti İbrahim ve oğlu Hazreti İsmail’den günümüze ulaşan köklü gelenek

Ramazan ayı geldiğinde, başta veli kullar ile Allah ile kurbiyet kurmak isteyen, kendini sigaya çekerek muhasebe yapmak isteyen müminlerin, Kadir Gecesi’ni de ihya etme fırsatı vereceği için Ramazan ayının son on gününde sıklıkla başvurduğu bir yöntemdir itikaf.

Bugün bile isteye olmasa da şartlar açısından buna yönelmiş olmamızı da bir rahmet tecellisi olarak görmeli ve nimetlerin devamı için bolca şükür, günahlarımız için tövbe istiğfar, yarım kalan işlerimizi tamamlamak, hedeflediğimiz plân ve projeleri hayata geçirmek için imkân, ihmâl ettiklerimizi, kırgınlık yaşadıklarımızı affetme yahut af dileme için birer fırsat olarak görmeliyiz.

Tam kapanmanın başladığı gün, teraziye çıkıp tartılmalıydık “17 gün sonra kilo mu aldım, yoksa kilo mu verdim?” diye.

Geç kalmış değiliz!

Evet, önümüzde daha on gün var. Bugün elimizi vicdanımıza koyup muhasebe yapmalıyız “10 gün, bana günahlarımdan arınmam için yeterli mi, yoksa daha çok günahkâr mı oldum?” diye.

Bugün rehberimizi kontrol etmeliyiz “10 gün, akraba, dost, arkadaş, bizde emeği olan öğretmen, hoca veya ustalarımızın sesini duymaya yeterli mi, yoksa tembelleştirdi mi?” diye.

Bugün plân ve projelerimizi gözden geçirmeliyiz “10 gün sonra tamamladık mı, yoksa yarım kalmaya mahkûm mu?” diye.

Bugün Kur’ân-ı Kerim’i aramalıyız “10 gün sonra hatim yapmış olacak mıyız, yoksa mukaddes kitap hâlâ duvarda asılı mı?” diye.

Bugün pencereleri aralayıp gönül gözüyle çevremize bakmalıyız “10 gün içinde fakire, yoksula, malûle, acize, yaşlıya, yetime, öksüze, yolda kalmışa el uzatıp yarasına merhem mi olduk mu?” diye.

Bugün bizden evvel ahiret âlemine göç edenleri hatırlamalıyız “10 gün boyunca onları birer Yasin ve Fatiha ile de olsa yâd edebildim mi, yoksa öldükten sonra dirilişe inanıp onları ebedî yurdunda yalnız mı bıraktım?” diye.

Bugün kitaplığımızı “okunmuşlar” ve “okunmamışlar” diye ikiye bölmeliyiz ve bir çetele tutmalıyız “10 gün boyunca okunmamışlar bitti mi, yoksa raflarda yine süs olarak kaldı mı?” diye.

Bugün telefonu, televizyonu, sosyal medya hesaplarını da kapatıp kendimizi ilme adamalıyız “10 gün sonra olmasa da okullar açıldığında eğitim-öğretime hazır mıyız, yoksa değil miyiz?” diye.

Bugün salonlarımızı birer spor salonuna çevirmeli ve “10 gün sonra Dünya ve Olimpiyat şampiyonalarında yarışır hâle mi geldim, yoksa bahanelerim hâlen ağzımda sakız mı?” diye…

Bu sorgu uzar da uzar, ama biz uzatmadan kısa keseceğiz. Çünkü şekva bir yere kadar, şimdi itikaf vaktidir. Bir de şairin doğum günüdür. O da “Hıdrellez çocuğu” olarak muhasebesini yapıyor ve tam kapanmayı fırsata çevirerek “İtikafa girenlere selâm ola!” diyor…