Kâmil Uğurlu: Konya’nın beşibiryerdesi

Hoca Ahmed Yesevî Hazretleri, bugün, ta Türkistan şehrinden çıkagelse Anadolu’ya yahut Bizim Yûnus (Emre) “Selâmünaleyküm” deyiverse apansız, acaba kime misafir olurdu? “Beş isim söyleyin” desem size? Ben bu listeye hiç düşünmeden ve mutlaka Kâmil Uğurlu’yu da yazarım…

YAŞI altmış veya daha büyük olanlar iyi hatırlarlar; eskiden erkek tarafı, geline beşibiryerde takardı. “Beşibirlik” de denilirdi yer yer. En kıymetli armağan buydu 1960 ve 70’lerde. Hatta 80’lerde… Altın olarak beş ayrı liranın birleştirilmesinden meydana geliyordu anladığım kadarıyla. Anadolu’da hediyenin kralı, tacı, tahtı beşibiryerdeydi uzun yıllar. Sonraki yıllarda yok gerdanlık, yok Trabzon seti, yok Adana burması çıktı da çıktı. Ama itiraf edelim, hiçbiri beşibiryedenin pabucunu dama atamadı. O hep üstte, A klas kaldı.

Beni bağışlasın lütfen, Kâmil Uğurlu üstadımız, Konya’nın ülkemize armağan ettiği beşibiryerdedir.    

***

Öncelikle o bir çalışma abidesidir. Bihakkın, biteviye, bilcümle öyledir.

Benim için Mehmet Nuri Yardım dostum, “Fahri Tuna yirmi dört saatte kırk sekiz saat çalışır” diye yazmıştı. Sadık Yalsızuçanlar kardeşim ise “Allah enerjini artırsın Fahri Abi” diye dua eder her kucaklaşmamızda, sonra da kendi kendisine cevap verir: “Daha ne kadar artıracaksa…” 

İtiraf ediyorum, bu övgüleri asıl hak eden, ben değil, Kâmil ağabeyimdir. En çok Hilal yengem şahittir buna. Sonra bizzat ben… Ve onu tanıyan herkes, Kâmil Uğurlu’nun yirmi dört saatte yetmiş iki saat çalıştığına şahitlik edecektir. Buna hiç kuşkum yok. Çalışmanın ibadet olduğunun, çalışarak dinlenmenin, çalışarak huzura ermenin öncüsüdür Kâmil ağabeyimiz. Öncüsü, önderi, yolbaşçısı...

***

İkincisi, örnek bir bürokrattır. Ben yetişemedim onun bürokratlığına. Dinledim sadece.

17 Ağustos 1999, meşhur Gölcük Depremi… Gece yarısı 03:02... Dört bin civarında canımızı yitirmiştik hani. Tam 24 bin ev! Kimi yıkıldı, kimi ağır hasarlı. (31 metre rakımlı ovada şehir olur mu? Olursa otuz yılda bir, böyle olur işte. Bize Nobel Akılsızlık Ödülü verilse yeridir.)

24 bin hane demek, yaklaşık 100 bin nüfus demek. Bir Bolu demek, bir Bilecik demek. Hatta bir Edirne demek. Yeni bir Adapazarı kurulacak demek. Kim kuracak bunu? Devletimiz. Yani TOKİ… Deprem Pazartesi’yi Salı’ya bağlayan gece olmuştu. Allah sizi inandırsın dostlar, ertesi gün TOKİ Adapazarı’ndaydı. TOKİ’nin başında kim mi vardı? Kâmil Uğurlu. Bütün ekibiyle hem de!

Bizler gibi o da çadırda, arazide yatmış günlerce. Çocukları yüzünü görememiş. Yarı aç, yarı susuz… Kâmil Uğurlu budur, böyledir, buncadır işte! 23 sene sonra bugün yeni bir Adapazarı var. İki yüz bini aşkın nüfusuyla… Eski şehrin 13 kilometre kuzeybatısında, Ankara’dan daha sağlam zeminli bir bölgeye inşâ edildi. İşte bu yeni Adapazarı’nın başarılı mimarı Kâmil Uğurlu’dur.

Kâmil Bey sessiz çalışır, gece gündüz çalışır. Kimsecikler bilmez. İrfan sahibidir. “Akıl-bilim-gönül-ihtiyaç” dörtgeni üzerine oturttuğu onlarca büyük projeye imza atmış, hayata geçirmiştir. Kâmil Uğurlu, Türk bürokrasisinin görünmeyen, bilinmeyen kahramanlarındandır.

***

Üçüncüsü, sıradışı bir siyasetçidir. Bir şairden, bir yazardan, üst düzey bir bürokrattan belediye başkanı olur mu? Şair adamdan belediye başkanı -bana sorarsanız- bal gibi de olur! Olmuş da zaten: Karaman Belediye Başkanı Kâmil Uğurlu...

Teferruata lüzum yok. “Tek o yeter” diye bir reklâm argosu vardı ya bir zamanlar, ben de sayısı yüzleri bulan icraatı arasından -seneler sonra da hatırlanan- üçünü burada anmak istiyorum: Karaman’ı Türk Dünyasının Daimî Dil ve Kültür Başkenti ilân ettirdi, bir. Yesevî Camiî ve Musalla Gülistanı, iki… Piri Reis Vadisi, üç… Hızımı alamadım, izin veriniz lütfen, Türkiye’nin en nitelikli şehir kültürü dergisi İmaret’i de o yayınlattı, dört.

Bir de ülkemizde nadir görülen bir prensibi/uygulaması vardı onun: Parti ayırmaksızın hizmet… Boynunda, görülmeyen bu altın madalya, ona bir ömür yeter de artar bile. Eyvallah Kâmil ağabeyimiz!

***

Dördüncüsü, irfan sahibi, gerçek bir entelektüelimizdir. Öncelikle bir konuda anlaşmalıyız; biz akıl medeniyetinin değil, irfan medeniyetinin çocuklarıyız. Âlim, “bilen” demek; ârif ise “bilip de yapan”. Âlim eksik, ârif tastamam. Batılı, “entelektüel” diye bir kavram uydurdu. Eyvallah, itiraz etmedik. Ama entelektüel, “irfan sahibi” demek mi? Hayır! İşte Kâmil ağabeyimiz, sadece bilenlerden değil, bilip yapabilenlerdendir. Bihakkın hem de! İrfan sahibidir o. Âriftir. Hatta ârif oğlu âriftir. Türkçe lügatteki her ibare için beş dakika konuşabilir. Ve bunu dille yapmaz, hâlle yapar. Hâlle konuşan adamdır o en çok. Sözü kadar, hatta sözünden çok, edasıyla, duruşuyla, sesinin tınısıyla… Samimiyetle örülü, rikkatle sarmalanmış, edebe bürünmüş bir kelâmdır onunki.

Onun her hitabı, irfan tezgâhlarında itina ile dokunmuş İsfahan halısı kıymetindedir. Türkçenin başkentinde doğup büyümüş Kâmil Uğurlu, bizlere kemâli izzetle içimizi serinleten cümleler devşirmektedir bir ömür. Üç gün üç gece konuşsa doyamadığımız…

Kâmil ağabey, günümüz irfan dergâhının az sayıdaki sultanından biridir. Tam da budur, buncadır, böyledir!

***

Beşincisi, özgün bir şair, birinci sınıf bir şehrengiz yazarımızdır. Şehir ve Kültür dergisindeki şiirlerine hayrandım senelerdir. Üstat Yahya Kemal’in ünlü dizesince kökü mazide olan âtiydi onun şiiri. Hem dündü, hem bugün. Hem eskiydi, hem yeni. Dünden besleniyordu ama söyleyiş ve biçimi (“biçemi” de diyorlar buna) yepyeniydi. Yepyeni, terütaze, capcanlı...

Kâmil Uğurlu ağabeyimiz, pek bilinmese de, büyük bir şehrengiz yazarıdır. Şehrengiz yazarı yani şehirlerin gizlerini, gizemlerini, gamzelerini gün yüzüne çıkaran velut ve vefalı kalem… Kahramanmaraş, Karaman, Konya, Eskişehir, Sakarya Oş ve Hatay… Bu alanda rakipsiz, tek ve birincidir. Kamil Bey’imiz olmasa, bu altı şehir öksüzdü, biliyor musunuz? Hem öksüz, hem de yetim… Onun müşfik kalemi, şehirlerin derunundaki gönül dostlarını uzlet mağaralarından bulup çıkarıyor, bir sanat şaheseri hükmünce her bir rengi ve deseni yerli yerinde ilmek ilmek dokuyor, bir estetik ve kalp şifası olarak okurlarına sunuyor. Uğurlu ağabey tam da budur, buncadır, bu kadardır! Ne eksik, ne fazla. Kâmil Uğurlu, tartışmasız, günümüzün en iyi ve en başarılı şehrengiz yazarıdır.

***

Hepimizin diline pelesenk olmuş kelimeler vardır. O insanla özdeşleştirilir onlar; dostlarınca. Ne de çok yakışır onlara. Kâmil Uğurlu ağabeyimizden de sıkça sadır olan sözcükleri; “Ve fakat…”, “Fakir”, “Eşim ve ben…”, “Harikulâde”, “Harika”, “Müsaade ederseniz…”, “Vah vah!”, “Hayra karşı…” şeklindedir. Sıcak, sıcacık, sımsıcak bir ağabeydir. Hiçbir kardeşine “-ciğim” ekini eklemeden hitap etmez: Ahmetciğim, Fahriciğim gibi…

Elli yıllık zarif eşi Hilal Hanımefendi ile birlikte (ki onun hem yoldaşı, hem yazarlık arkadaşı, hem editörüdür) bu dünyada cennette yaşamıştır bir ömür; ne güzel!

Makam odasına “Gün akşamlıdır”ı yazdırıp astırmış zarif yürektir o. İki dünyalıdır da; Yesevî’ye çok bağlıdır, Kültigin Anıtı’nı da çok sever.

Hoca Ahmed Yesevî Hazretleri, bugün, ta Türkistan şehrinden çıkagelse Anadolu’ya yahut Bizim Yûnus (Emre) “Selâmünaleyküm” deyiverse apansız, acaba kime misafir olurdu? “Beş isim söyleyin” desem size? Ben bu listeye hiç düşünmeden ve mutlaka Kâmil Uğurlu’yu da yazarım. Çünkü o, âriflerin durağı, âriflerin uğrağı, âriflerin limanıdır. İrfan denizinin, şiir ve söz okyanusunun kaptan-ı deryasıdır Kâmil Uğurlu.  

Konyalıdır. Ve Konya’nın ülkemize bağışladığı beşibiryerdesidir hiç kuşkusuz. İrfan gerdanlığıdır. Bin hürmet ve minnetle...