DOĞRU teşhis ve doğru tedavi, insanlığın hem bedenen, hem fikren, hem de ruhen en önemli kazanımlarından biridir. İnsanlık kendi maya, doku ve geleneğine göre şekillenirken bu tedavi yöntemleri esas alınır. Farklı toplumların kendilerine has tedavileri başka toplumlara çare olmayabilir. En azından bu durum sosyal açıdan böyledir. Teknik açıdan ise ortak payda öne çıkar.
Fen bilim ve teknolojisi açısından ortak payda fazla olduğundan, bir ülkenin tedavi yöntemi diğer bazı ülkeler açısından da tedaviye örnek oluşturabilir. Bu alandaki ortak teşhis ve tedavi yöntemi diğer alanlar için de örnek alınabilir potansiyelde bulunur. Buradan çıkan sonuç, sosyal alana da genellenebilir.
Bizim gibi toplumlardaki genel kanaat, kan bağı olanların kritik aşamada birlikte daha fazla işi başardığı yönündedir. Yani kritik aşamada biz ve bizim gibi toplumlar birbirine yardım eder, düşeni kaldırır ve mazlumu korur. Bir de birlikte iş başarma olanakları vardır ki bu durum imkânsız gibi görünen çok işin üstesinden gelindiğini de gösterir.
Bu işlerin önemlilerinden biri, hiç şüphesiz Hazreti Fatih Sultan Mehmed Han ve askerlerinin karadan uzun soluklu bir şekilde gemileri yürüterek tekrar denizle buluşturmasıdır. Kimsenin aklına gelmeyen bu hamle bir millete yeni bir çağı açıp köhne Bizans İmparatorluğu’nun sonlandırılmasını sağlamıştır. Böylece makro ölçekte toplum, mikro ölçekte birey olarak hareket eden sosyal doku ve maya geleneği inşâ etmesi için kültürel sürecin devamlılığını sürekli kılmıştır.
Somuncu Baba’nın (Şeyh Hamid Hamidü’d-Dîn-i Veli) öğrencisi Hacı Bayram Veli ve Ankaralı Hacı Bayram Veli’nin en gözde talebelerinden Akşemseddin (Muhammed Şemseddin Bin Hamza), İstanbul’un manevî fatihidir. Dolayısıyla bu silsile olmadan İstanbul fethedilemezdi.
Sosyal dokunun bu izi taşıyarak fennî açıdan da yeniden filiz vermesi toplumun yararınadır. Bu tür olayların entelektüel sınırda olması şartıyla bir açılım olabilir. Bu durum bütün dünyada böyledir. Böyle durumlar eş ve farklı zamanlı olarak usta-çırak ilişkisinin kardeş ve ebeveyn nezdinde olmasıyla mükemmel sonuçlara ulaşabilir. Babadan oğula geçen meslekler bütün dünyada en güzel eserleri vermiştir. Bunun nedenleri arasında iki ana omurga rol oynar: Birincisi, entelektüel kültürün en sağlam yeşerdiği yol bu düzlemdir. İkincisi ise, her anne ve babanın kendisinden daha iyi olmasını istediği tek kişi evladıdır. Hâl böyle olunca, ebeveynler dikenli yolların bütün aşamalarını evlatlarına öğretirler.
Günümüz dünyasında, özellikle bizim gibi ülkelerde ebeveynlerin iş, eş ve aş kaygısı, insanımızın, ülkemizin ve kültürümüzün başına açılmadık iş bırakmadı. Bunların tekrar etmemesi için nesiller boyu devam etmesi gereken bir kültür, sadece “iş bulma” hedefine feda edildi. Fakirlik, cahillik ve ihtilaf, ülkenin omurgalarını kırdı. Ayakta kalabilenlerse sadece madde odaklı prangaya tutsak oldular. Bugün para, makam, koltuk, şan, şöhret ve tüm diğer dünyalık işler bütün bedeni kanser gibi sarmış durumdadır. Maya, doku ve geleneğin yeniden aktif olarak hayat bulmasına Batı tipi fen bilimi üzerinden örneklendirme yaparak ilerlemek yanlış olmayacaktır.
Bragglar aynı konuda yaptıkları çalışmalardan ötürü, Thomsonlar ise birbirini tamamlayan farklı konularda Nobel Fizik ödülü almaya hak kazanmışlardır. Bunların hiçbiri tesadüf değildir.
Babadan oğula bilim
Lawrence Bragg, babası William Bragg ile 1915’te Nobel Fizik Ödülüne lâyık görüldüğünde 25 yaşındaydı, baba William ise 53 yaşında. Baba ve oğul, X-ışınları yardımıyla maddelerin yapılarını tayin etmek için gösterdikleri başarıdan dolayı bu ödül kendilerine tevdi edilmişti. Yani Wilhelm Röntgen tarafından 1901 yılında ilk Nobel Fizik Ödüllü “X ışınlarının bulunması” başarısını, baba ve oğul Bragg, maddelerin şekilleniş biçimlenişleri üzerine ortaya koydukları başarıyla taçlandırmışlardır. Eş zamanlı gerçekleştirilen bu aile başarısı, ürünün zirvesini bütün dünyaya göstermiştir.
Sir Joseph John Thomson, gazlardaki elektrik iletkenliğine dair yaptığı teorik ve deneysel araştırmalar ile elektron parçacığını keşfinden dolayı 1906’da Nobel Fizik Ödülü ile ödüllendirilmiştir. Oğul George Thomson ise elektron kırınımının özelliklerini keşfetmesi ve dolayısıyla maddenin dalga özelliğini kanıtlaması sonucu 1937’de Nobel Fizik Ödülüne lâyık görülmüştür.
Bragglar aynı konuda yaptıkları çalışmalardan ötürü, Thomsonlar ise birbirini tamamlayan farklı konularda Nobel Fizik ödülü almaya hak kazanmışlardır. Bunların hiçbiri tesadüf değildir. Günümüzde bu çalışmaların yansımaları hayatın içinde yer almaktadır. Elektron, keşfedildiğinden itibaren elektrik-elektronik hayatın merkezine yerleşti. Günümüzde ise dijital teknoloji ve insansız hava araçlarıyla zirveye oturdu. Dördüncü sanayii devriminin elektronik, dijital teknoloji ve yapay zekâ kısmına da Türkiye’den bir örnek vermek gerekir.
1986 yılında “Baykar Makine” ismiyle kurulan şirket, Özdemir ve Canan Bayraktar öncülüğünde işe başlamıştır. 2000 yılından itibaren ailenin ikinci nesil mühendisleri olan Haluk, Selçuk ve Ahmet Bayraktar kardeşlerin katılımı ile savunma ve havacılık dünyasında insansız hava aracı (İHA) teknolojileri ile bu alanda ar-ge çalışmalarına geçmiştir. Şirket aynı zamanda Teknofest’in paydaşlarından da biridir. Şirketin başarısı olan Bayraktar TB-2 SİHA ve Kızılelma, dünyaya ün salmıştır.
İki adet yabancı, bir adet de yerli örnek ile aile bağları olan bir yapının ne derece başarılı olduğuna şahitlik ettik. Buradaki amacımız, başarının aile bağı üzerinden yürümesi değildir. Entelektüel yapının merak, kültür ve birikim meselesi olduğunu ve bunun aile bağı üzerinden olması hâlinde nasıl bir sessiz kültürel devrime dönüşerek başarıya evirildiğini ortaya koymaktır.
Türkiye’de başka çok sayıda benzer çalışma vardır. Dünya çapında rekabet edebilecek çalışmaların özveri ile omuzlandığını görmek gerekir. Türkiye’de gençlerin hedefine konulan işler, genel olarak üniversite bitirildiğinde toplum arasında saygınlığı olan ve en kestirme yoldan iş bulan mesleklerdir. Son yıllarda insansız araçlar ile bu algı giderek kırılmaya başladı, ancak bitmedi ve ara eleman ihtiyacının ortadan kalkacağı kadar bir atılım da olmadı.
Özellikle pandemi sürecinde meslek liselerinin maske üretimi ve ürünlerin bütün dünyaya ihraç edilmesi göğsümüzü kabarttı. Başlangıçta bunun ehemmiyeti anlaşılmasa da Kahramanmaraş merkezli deprem sonrasında dünyaya yapılan çağrının karşılık bulması etkili olmuştur. Demek ki ara elmanın ne derece büyük işler başardığı ortadadır.
Türkiye’de kısa yoldan, dolgun maaşlı ve üniversite sonrasında iş garantisi olan meslekler popülerliğini koruyor. Almanya’da olduğu gibi ara eleman ile popüler meslekler arasındaki ücret farkının azlığı, Almanya’nın büyük bir başarısıdır. Türkiye bu süreci başarmak zorundadır.
Türkiye’nin ara eleman, dördüncü sanayi devrinin sürdürülebilir ayağı ve lider ülke olmasının bazı şartları vardır: Birincisi, güçlü bir ekonomidir. Bu ekonominin en önemli yanı, katma değeri yüksek teknolojik ürünler ile dünya piyasasından hatırı sayılır pay almaktır. Böylece ara elamana kabul edebileceği makbul ücret ödenmesi, sorunu çözecektir. Ancak kalıcı çözümler, sürdürülebilir fikir anatomisi inşâsından sonra olacaktır. Akraba bağı olduğunda ise aile olarak entelektüel kültüre dönüşecektir. Yukarıdaki örnekleri o nedenle verdik. Normal şartlarda bizim gibi toplumlarda daha çok söz trafiği hareketli olduğu için bilimsel ve entelektüel oluşumlar bu tür istenmedik durumları da söndürecektir.
Sürdürülebilir olan kan bağı ile bilim ve teknolojinin temellerinde iyi bir eğitim/öğretim ve kalıcı merak ekseninde sevilen işin yapılması görülmektedir. Evrensel olan bu durum, güvenilir liman bulduğunda inkişaf etmektedir.
Türkiye sadece belli başlı meslekleri cazibe olmaktan çıkarmalı ve öncü kuşaklar oluşturabilecek farklı alanlara yönelmeyi teşvik etmelidir. Fen liseleri üstün yetenekli öğrencilerin nitelikli eğitim almaları ve daha lise düzeyinde bilim ve teknolojiyle gençlerin buluşmasını hedeflemişti. Günümüzde ise daha yüksek puanlı üniversitelere geçişin bir basamağı olarak görülmektedir.
Kalıcı bir program için gerekli plân
Türkiye kalıcı bir program oluşturmalıdır. Yapılması gerekenler önce fen açısından, fenden örnekle veya fen üzerinden kendimizi tanımlamak, ardından da sosyal alana bunu genişletmektir. Sürdürülebilir bilim ve teknolojiler ancak dünya ile yarışabilir. Bu nedenle fen açısından üç aşamalı bir plân yapılmalı: Birincisi, bilim ve teknolojinin birer kültür oluşturacak şekilde teşvik edilmesi ve desteklenmesidir. Burada hatırı sayılır miktarda ücret ve kalıcı şirket kurmak, sorunu çözecektir. İkinci olarak, geniş alanda mesleklerin cazibe hâline getirildiği ve ara elemanların istihdamına fırsat veren oluşumların geniş bilim ve teknoloji alanında yeşertilmesi şarttır. Zira güncel bilim ve teknoloji ile mevcut sanayi arasındaki makas giderek açılmıştır. Bir gün bu makas hiç kapanmayacak kadar genişlerse iki yakamızı bir araya getiremeyiz.
Bilim ve teknolojinin kültürel olduğu ve ara eleman yetiştirilmesinin cazibeli hâle getirildiği durum bilimsel dergilerle desteklenmelidir. Günümüzde Türkiye’de bilimsel dergiler bir elin parmaklarını geçmemektedir. Bu çok vahim bir durumdur. Bu olmadan ar-ge ve yapılan çalışmaların evrensel arenada sergilenmesi güç olacaktır. Özellikle Pandemi’den sonra Avrupa’daki bilimsel dergiler ücretli hâle geldi ki akademinin işi iyiden iyiye zora girdi.
Sosyal alanda da dünyadaki bilimsel dergiler (en azından fen alanındaki dergiler) üçte ikisi kadar ölçekte yollarına devam ediyorlar. Yine bu alanda Türkiye çok gerilerdedir. Eğer burada da yaramızı içselleştiremezsek, durum, kapanması zor büyük yaralara dönüşecektir. Aksi hâlde derdimizi evrensel ortamda ve sosyal alanda yayınlamanın bir yolu olmayacaktır. Türk dünyasının farklı bir nefes alma yeri olduğunu buradan belirtelim; ancak soluk almak için yeterli değildir. Kültürel olarak nefes darlığı yaşayacak aşamada değiliz. Türk dünyasının bu alandaki atılımları anlaşılan zaman alacaktır.
Üçüncü ve son olarak, bu uğurda acil eylem plânları dördüncü sanayi devriminin sınırlarını aşacak şekilde yeniden yapılandırılmalıdır. Dijital teknoloji ve nanoteknolojinin omuzladığı dördüncü sanayi devrimi Türkiye’de yapay zekâ, dijital teknoloji ve yazılım alanlarında insansız hava araçlarıyla dünyanın ilk beş ülkesi arasında yer almakla başarılmıştır.
Şimdilerde bu başarının alternatifi oluşturulmaya çalışılıyor ve itibarsızlaştırılıyor. Dördüncü sanayii devriminin nanoteknoloji ayağı için gerekli atılımların yapıldığını, ancak gereken ivmenin kazanılmadığını belirtmek isterim. Burada en önemli husus, hak görünümlü küfrün akademi ve ar-ge dünyasından sökülüp atılamamış olmasıdır.
Atalarımız ellerinden geldiğince gereken yatırımları yapmak için gayret etmişlerdir. Ancak netice itibariyle daha önceki sanayi devrimleri başarılamamıştır. Bunun en önemli nedeni, sanayi ve kültürel devrimlerin toplumun genelini ilgilendiren bir olay görüntüsünden ırak olmasıdır. Şimdilerde dördüncü sanayii devriminin dijital teknoloji ayağı insansız araçlar ile taçlandırılmışken, nanoteknoloji/biyoteknoloji ayağı yetersiz kalmaktadır.
Fen açısından elde dilen atılım başarılarının üç basamaklı yapısı sosyal alana yaygınlaştırılmalıdır. Bu durum uluslararası alana ve toplum içerisine yayılarak içselleştirilmelidir. Nanoteknolojiyi kimse ağzından düşürmüyor ama sosyolojik olarak olumsuz taraflarından bahseden çok az. Dijital teknolojinin toplumun yapısına olan etkisinin uluslararası ortamda tescillenmesi ise yetersiz kalıyor. Sonrasında teknolojik kazanımlar, toplum üzerinde yer bulan geleceğe dönük ufuk perdesinin yeniden gelenek ile aralanmayı hak ediyor.