
HASBELKADER insanoğlu olarak, yaşadığımız hayata dair birtakım yorumlar yapıyor, sanki yaşadığımız ya da yaşayacağımız her şey bizim takdirimizdeymişçesine bir hadsizliğe bürünebiliyoruz. Hâlbuki bu dünyaya imtihan için gönderilen birer beşeriz.
Bizler dünyaya meftun gibi yaşasak da şimdiki zamanın birer ferdi, gelecek zamanın mevtasıyız. Kalıcı gibi davrandığımız bu dünyada unutuyoruz; bizler bu dünyada geçici, dünya ise âlemde geçici. Velhasıl, bizim gerçek olarak atfettiğimiz her şey geçici. Bu da geçer Ya Hû!
Dünya hayatının bizimle beraber ve bizim dışımızda bir akışı, bir dinamiği ve bir düzeni var. Bizler her şeyin kendi etrafında döndüğünü sanan “aldananlarız”. Hâlbuki bu dünya biz yokken de vardı ve biz yokken de var olmaya devam edecek.
Meselâ ben, babamdan sonra zamanın durmasını istedim sanki zaman insanın kendi elinde, kendi iradesindeymiş gibi… Yoldan geçen insanlara bakarken gözlerimi kapatıp dua ettim, yoldan geçen insanların, arabaların hareket etmemesini diledim, ağaçların yapraklarını kıpırdatmamasını… Benim nefesim kesiliyorken kâinat da nefes almasın istedim. Gözlerimi açtığımda yoldan geçen insanlar farklı olsa da benzer hızla yollarına devam ediyor, ağaçlar yapraklarını rüzgâr vesilesiyle daha hızlı oynatıyor; filhakika, kâinat tüm düzeniyle varlığını sürdürmeye devam ediyordu. O günden sonra idrakine vardım ki, bizler sadece yaratılmış varlıkların en üstünüyüz, tüm varlıkların üstünde değiliz.
Zaman, bizim algı alanımızın dışında ve idrakimizin çok ötesinde bir mefhum. Bizim irademizin üzerinde bir irade var. Bu dünyanın bize rağmen bir düzeni var ve bize rağmen düzen var olmaya devam edecek. İnsanoğlu olarak bizler hiçbir şeye, bilhassa zamana doğrudan müdahale edebilecek güce sahip değiliz. Bizler bu fânî dünyada düzenin birer parçasıyız. Düzen bizim için yaratılmış, bizler de bu düzen üzerine var olmuşuz. Ancak birey olarak değil, koskoca insan ırkı olarak…
İnsan olarak bu dünyaya dair kabullenmemiz gereken tek şey “aciz” olduğumuz. Her şeyi kendimizin zannediyoruz; içinde barındığımız bedeni bile bir gün üzerine basarak geçtiğimiz toprağın altına bırakacağımız gerçeğini unutarak yaşıyoruz. Hırslar biriktiriyoruz ve türlü kibirler; kendimizi üstün görüyoruz. Hâlbuki bizler kimiz koskoca dünyada ve dünya ne ki koskoca âlem karşısında? Bizler bu dünyada kalıcı olana yolculuk yapan geçicileriz. Bizler bu dünyaya imtihan için gönderilen beşerleriz. O hâlde bu dünyadaki tek misyonumuz, “imtihanı doğru şekilde verebilmek” olmalı.
İnsanoğlu olarak bizler bu dünyaya bir kereliğine, geçici olarak gönderildik. İmtihan kâğıdımızın bir başka emsali yok. İmtihan süremiz ise bizlere biçilen ömür kadar. Ömür ise bizler için bir muamma. İnsanoğlu olarak bütün hâlde yaşasak da her birimiz kendi imtihanından ve kendi ömründen mesul. Şartlar ne olursa olsun, mühim olan, imtihanımızı en iyi şekilde verebilmek. Ahir zamandaki ömrümüzde, koşullar ne olursa olsun, insanın daima yaşadığı anda kalması lâzım. Çünkü dün geçti, mazi oldu; yarın ise müphem. Bu sebeple daima önümüze bakmamız lâzım. Emin adımlarla ilerlemeye gayret ederek…
Aldanıyoruz yaşadığımız günü unutarak. Geçmişe hayıflanıyor, geleceğe ise telaşla bakıyoruz. Kendi hayatımızda aldığımız kararlara ve kaçırdığımızı düşündüğümüz fırsatlara hayıflanırken hatırlamamız gereken cümle, “Bu dünya biz yokken de vardı, biz yokken de var olmaya devam edecek” olmalı. Bizim bu dünyada geçici olmamız gibi, dünya da âlemde geçici. Mühim olan ise, geçici olanda kalıcı olanı belirleyebilmek. Bu da imtihanımızı en doğru şekilde vermekle alâkalı.
Rabbim son nefesimizi iman ile vermeyi nasip etsin! (Âmin.)