“HAREKE” diye bildiğimiz,
harflere ses kazandırmak için kullandığımız üstün, esre ve ötre olarak adlandırdığımız
seslerden bahsedeceğim.
İslâm’ın
ilk dönemlerinde yetişen filolog Halil İbn Ahmed, dilde bir eksiklik olduğunu
fark ediyor ve bu eksikliğin, harekelerin ve harflerin üstünde/altında olan
noktaların olmayışı olduğunu tespit ediyor.
Bu
eksiklik, anlatımda ve yazımda karışıklıklara sebep oluyordu. Bunun üzerinde
Halil İbn Ahmed, karşısına bir kâtip alıp, “Eğer dudaklarımı açarsam altına
eğik bir elif, yumarsam üstüne bir küçük vav, eğersem de altına eğik bir elif
koy” demiş. Hattâ derler ki, filolojiye dair bir formül düşünürken, ağaca
çarpıp öylece vefât etmiş. (Allah rahmet eylesin.)
İlk
önce açarak başlayalım mevzuya… Türkçede kelimenin üstünde olduğu için olsa
gerek, “üstün” dediğimiz ve Arapça aslında “fetha” olarak kullandığımız kelime,
“feteha” kökünden gelir ve “açtı” demektir. Fetha harekesi, “e” veya “a”
seslerini çıkarmamıza yarar ve bu sesleri ağzımızı “açarak” çıkarabiliriz. Bundan
sebep “fetha” demişler.
Keserek
devam edelim o hâlde muhabbetimize… Dilimizde “esre” olarak kullandığımız
kelime, üstündeki mantıkla gidersek “altın” olmalıymış ama olmamış. “Kesre”nin “k”sini
kesmişlerde mi olmuş, “i” sesi esmiş de mi gelmiş, bilmem; ancak bilirim ki, “esre”
yani “kesre” Arapçadaki “kesera” yani “kırdı” fiilinden gelmiş. “İ” derken
kırarız dudaklarımızı.
Yumarak
bu fasla son verelim o zaman… Gözlerimizi değil, dudaklarımızı yumarak... Türkçede
“ötre” olarak kullandığımız ve Arapçada “damme” dediğimiz hareke, Türkçede kim
bilir “öt-” kökünden mi gelir acep? “Ö” ve “o” sesleri, yerine göre “u” ve “ü”
sesleri, genelde hayvan seslerini çağrıştırmaz mı? Horozun sesini kulağınıza
getirin… Kurdun ulaması da ötmektir bir nevi… Arapçada ise “damme”, “bir araya
getirmek, birleştirmek” demektir ve ötre işâreti küçük bir “vav”dır.
Allah
(Azze ve Celle) için “Rabbimiz” deriz hepimiz. Peki, ne demektir? “Rab”, lügâtte
“sahip, efendi” demektir. “Rabbebe” kelimesi ise “büyütmek, yetiştirmek”
anlamına gelir. Istılahî mânâsı ise “yavaş yavaş terbiye eden” olarak bilinir Rab
kelimesinin. “rabbetü’l-beyt” ise “ev hanımı” demektir. Hattâ “bakıcı”
mânâsındaki “mürebbiye” de bu kökten türemiştir.
Arapça
“fekehe”, “mutlu, neşeli olmak”; “fakihe” ise “meyve” demektir. Hiç meyve
yerken mutsuz olan birini gördünüz mü? “Bereka”, “devenin yere inmesi” mânâsına
gelir ve “bereket” kelimesi de bu kökten mi türemiş bilmem ama devenin yere
inmesi deve sahibine, gökten yağmurun inmesi de tarla sahibine berekettir.
“Kalami”
diye okunan ve “calomos” olarak da bilinen Yunanca asıllı kelime, bizde de
kullanılıyor. Hattâ İstanbul’un da bir semti, “Kalamış” olarak… Calomos, Yunanca
“kamış” demek ve bu coğrafyanın dillerinde “kalem” olarak kullanılıyor bu
kelime.
Hâddimi aşarak yaptığım bu yorumlarda hatalarım vardır, affola! S-öz-ümüzün ve öz-ümüzün aslına dönmesi duâsıyla...