
FARKLI boyutları ile bizi
çepeçevre saran iletişim, her anımıza “farklı izler” bırakarak hayatımızın
içindeki varlığını devam ettirir. Muhatapları bakımından değerlendirdiğimizde
bir iletişimin başlangıcı mutlaka vardır. Bu başlangıç ise bizi niyete götürür.
Yaptığımız
her işin –kimi dem farkında olmasak da- en evvelinde, onun dayandığı niyetten
bahsetmek gerekir. Bu noktada niyetin mahiyetine baktığımızda, onun çeşitli periyotları
kapsadığını görebiliriz. Bir sözün, bir işin, bir ahvalin öncesinde var olan
niyet, nihayetine dek bir dönemi kapsar ve söz konusu bu dönem içinde dahi anlık
görüntüler ve farklı tezahürler ile kendine yer bulur.
Sözün
başında iletişimin hassas düzlemine düşecek olan “farklı izler”den
bahsetmiştik, iletişimden kalan izler, bazen derin olduğu gibi, bazen sonradan
idrak edeceğimiz bir şekle de bürünebilir. Söz konusu izlerin kimi zaman
kaynağını bilemediğimiz gibi, kimi zaman farkına varamayız da. Ancak farkına
varamasak bile üzerimizde kalan izler, büründüğü başka bir siluet veya yapı ile
bir davranışımız, bir sözümüz veya içsel bir dalgalanma, terennüm ile yaşantımıza
dâhil olur.
Göze
değen nazar
İletişimin
en sıcak, en hakiki olanı, elbette yüz yüze olandır. Zira yüz yüze iletişimde
göze başka bir gözün nazarı değer. Tam da bu noktada iletişime hazır
bulunmaktan bahsedebiliriz. İletişime hazır bulunmak, kalbimizi ve zihnimizi
söz konusu iletişim için –hızlı gelişen bir gayrettir- arındırmayı gerektirir.
İlk iletişimde bulunduğumuz biri söz konusu ise, bu durum daha da önem arz
eder. Zira bütün ilkler gibi ilk intiba da akılda daha fazla iz bırakır. Niyet,
bu noktada bize kolaylık sağlar ve nazarımızın –anlık bir dikkatsizlikten
kaynaklı olsa bile- olumsuz bir şekilde muhatabımızın gözüne değmesini
engeller.
Yıllardır
tanışık olduğumuz hissini veren meşreplerin yakın oluşu ise bu süreci her zaman
olumlu yönde daha da kolaylaştırır. Ancak meşreplerin çeşitli olması,
kurduğumuz/kuracağımız iletişimin sıhhatli olması bakımından iletişimde
dikkatin uyanıklığını da azami bir seviyeye çekmeyi gerektirir.
Gözden
kaçan, eksik kalbin filtresine takılır. İster bireysel olsun, ister kitlesel,
iletişimin sağlıklı veya sağlıksız oluşunda her iki tarafa dair yükümlülükler
vardır. Zira iletişim, karşılıklı bir etkileşimdir. Bir tarafta
–dikkatsizlikten- eksik kalan, bir yönüyle saklanan, kaçırılan bir şey, ilk
bakışta olumlu olarak yansısa bile –gözden kaçar gibi görünse de- muhatabın kalbinin
kabul etmediği bir alanda, onun hassas filtresine takılır.
Kalbi
bir tebessümü, –daralan- iletişimin nefesini açar. İletişimin vazgeçilmezi
olarak bildiğimiz tebessümün şeklinin, yer ve zamanının çok önemli olması kadar,
belki kaynağı daha da önemlidir. Kalpten gelen ve güzel niyet haricinde insana
“yabancı” bir duygu ve düşüncenin karışmadığı tebessüm, iletişimin doğal ve
sıcak bir seyirde devam etmesini sağlar.
“Bir
nazar var ki yaralayıcıdır” ve niyetin iyiyi kesbetmediği zamanlarda karşımıza
çıkar bu durum. İlgili göz baktığı zaman gözlerinizi çekmeniz gerektiğini
anında hissedersiniz. İletişimde olumsuz elektrik olarak değerlendirilen bu durum,
halk arasında nazar değmesi konusunu gündeme getirir.
“Bir
nazar var ki iyileştirir…” Sayılarının az olduğunu bildiğimiz dostlarımızın
nazarı tedavi edicidir. Onu görmeniz, ikliminizi sıcağa devşirir. Sevinçten
kimi dem gözleriniz yaşarır. Bir sıkıntınız varsa, daha dosta anlatmadan o
sıkıntı sizden uzaklaşır. Kalbinizin yükü hafifler. Dostun acı söylediği, sitem
ettiği –aslında inşa ettiği- durumları dışarıda tuttuğumuzda, iletişim
sürecinde gözün perdesinden geçse de kalbin süzgecinden geçemeyen söz ve üslup
itibari ile hayal kırıklığıyla sonuçlanan durumlar olur. Bu durumlar için şu
dizelerimiz ile sözü özüne kavuşturalım: “Öyle
bilinsin isterim/ İncinse inşası, ömrün binbir hayali kırılsa,/ Uğrar ise bir
gün dünyaya bahar,/ O candır yine de varsa bahtiyar…”