Kalbimde taşıdığım acı

BM’nin güvenli bölge ilân ettiği şehirde uğradıkları işgal sonucu çaresizce başka bir BM kampına sığınan savunmasız ve silahsız binlerce masum insan, Mladic’e hiçbir çaba gösterilmeden teslim edildi. Sırplar, bir insanın başka bir insana asla reva görmeyeceği kaderi binlerce Boşnak’a yaşattılar. Altı günde, bütün dünyanın gözleri önünde, tamı tamına 8 bin 372 insanı canice katlettiler.

“Kanlı toprak üzerine kurulmuş

Sevgili kız, haşin kız Bosna’m benim”

***

AVRUPA ve Asya’nın tam ortasında, mayası acı ve kederle yoğrulmuş güzeller güzeli ülke; Bosna…  

Her ülkenin olduğu gibi Bosna’nın da kaderini değiştiren hazin ve zalim bazı tarihler var. Bunlardan ilki, Osmanlı’nın, Bosna’yı fethetmesinden yaklaşık yetmiş sene önce Sırpları ciddî bir yenilgiye uğrattığı ve Balkanlarda Osmanlı hâkimiyetinin ayak sesleri niteliğindeki Birinci Kosova Savaşı’ydı. Sırplara göre, o gün burayı fetheden Türkler yani Boşnaklardı. Bu yüzden bugün hâlâ Bosna-Hersek’te Türk demek, Müslüman demek; Müslüman, Boşnak demektir.

Asıl parçalanmanın yaşandığı bir başka tarih, devlet dairelerinde Osmanlı padişah portresinin indirilip yerine Avusturya-Macaristan kralının portresinin asıldığı 1908 yılıydı. Bu tarih sonrasında Boşnakları, ardı arkası kesilmeyen sorunların yaşanacağı bir yüzyıl bekliyordu. 1918 yılında Yugoslavya’nın kurulmasıyla birlikte Bosna-Hersek, artık resmen Osmanlı himayesinden çıkmıştı. Yugoslavya hâkimiyeti süresince Boşnaklar, “acı” kelimesinin ne demek olduğunu sadece onların bilebileceği, bizlerin tahmin bile edemeyeceği bir şekilde yaşadılar.

Boşnakların hafızasından asla çıkmayan en acı ve en yakın tarih, şüphesiz 1992-1995 Bosna-Sırp Savaşı olmuştur. Bu savaşın başlamasının başlıca nedenlerinden birisi, SSCB’nin yıkılmasının etkileriyle girilen Yugoslavya’nın dağılma sürecidir. Sırplar bu dağılma sürecinde, Yugoslavya’nın dağılmasını değil, aksine parçalanmadan “Büyük Sırbistan” adı altında başka bir devlet olması idealini savunuyorlardı. Fakat Bosna-Hersek, Yugoslavya’dan ayrılmak için bir referandum düzenledi. Boşnaklar, Sırplar ve Hırvatların katıldığı referandumda yüzde 64 oyla bağımsızlık istendi. Bu sonuca rağmen Sırpların ne demokrasinin üstünlüğünü, ne halkın sözünü, ne de kendi idealleri dışındaki herhangi bir fikri kabul etmeye niyetleri yoktu.

Referandum sonucunun ardından işgal başlamıştı. Boşnakların hiçbir silah teçhizatı yoktu. Hepsi Sırp askerî birliklerinin elindeydi. BM, Avrupa ve Amerika’dan silah desteği istenildiğinde ise “Savaşın üstüne savaş eklemek istemiyoruz” cevabını almışlardı. Sırplar Boşnakların üzerine bombalar yağdırırken, kim hangi savaşa savaş eklememekten söz edebilirdi?

Dört bir tarafı dağlarla çevrili şehirlerin içinde yaşayan Boşnaklar, üç sene boyunca ölmeden cehennemi yaşadılar. Hareket eden her şeyin vurulacağı emri verilmişti. Şehirlerde gıda malzemesi bitmiş, temiz su şebekeleri yok edilmiş, elektrik ve doğalgaz hatları kesilmişti. Birçok yaşlı ve çocuk bakımsızlık ve açlıktan ölmüştü. Silahlanmaktan umudu kesen Boşnaklar, bu sefer de savunmasız halkı korumak için yardım istemişlerdi. Bu isteğin ardından Brçko’da üç bin Boşnak boğazlanarak nehre atıldı. Ardından Kosaraz’da toplu katliam yapıldı. Onun ardından Prijedor’da, Foca’da ve otuz farklı yerde katliamlar gerçekleşti.

Bütün dünyanın gözleri önünde, Avrupa’nın ortasında ve 20’nci yüzyılın sonlarında 200 bin Boşnak katledildi! Bunun apaçık bir soykırım olduğunu kim inkâr edebilir?

Bosna’da yapılan zulüm sadece öldürmekle sınırlı kalmadı. Kadınlara ve kız çocuklarına yapılanlar hiçbir insanın vicdanının dayanabileceği türden şeyler değildi. Ülkenin dört bir yanında tecavüz kampları kurulmuştu. Soykırımın yanında âdeta bir ırk asimilasyonu yapmayı hedefliyorlardı. Her şey affedilse bile kadınlarımıza ve kızlarımıza yapılanları affetmek ne Müslümanlık onurumuzun, ne de insanlık gururumuzun kabul edebileceği bir şey değildir.

Ve bütün bu tarihlerin, acıların, katliamların sonuncusu, tabiri caiz ise son ölümcül darbesi, Temmuz 1995’te yaşanan Srebrenitsa Katliamı oldu.

Srebrenitsa, BM’nin güvenli bölge ilân ettiği şehirdi. Bu yüzden çevresindeki birçok şehir ve köyden fazlasıyla göç almıştı. Öyle ki, insanlar sokaklarda yatıyorlardı. Şehrin nüfusu katbekat artmıştı. Binlerce insan silahsız bir şekilde, BM’ye güvenerek canının emniyette olduğuna inanıyordu. Fakat 1995 Temmuz’unda Radko Mladiç komutasındaki Sırp orduları şehre girdi. Binlerce Boşnak kaçmaya çalıştı. Bazıları Potoçari’deki başka bir kampa sığındı, bazıları ise ormana doğru ilerleyerek Tuzla yönüne kaçmaya çalıştı. Şehir dakikalar içerisinde yakılıp yıkıldı. Şehirden kaçamayan sivillerin yanı sıra Mladic, Potoçari’deki kampa gidip oraya sığınanların kendisine teslim edilmesini istedi.

BM’nin güvenli bölge ilân ettiği şehirde uğradıkları işgal sonucu çaresizce başka bir BM kampına sığınan savunmasız ve silahsız binlerce masum insan, Mladic’e hiçbir çaba gösterilmeden teslim edildi. Sırplar, bir insanın başka bir insana asla reva görmeyeceği kaderi binlerce Boşnak’a yaşattılar. Altı günde, bütün dünyanın gözleri önünde, tamı tamına 8 bin 372 insanı canice katlettiler. Tek tek kurşunlamaktan yorulduklarında büyük çukurlar kazdırıp serbest vuruşla öldürmeye devam ettiler. Asla bıkmadan, gözlerinin yaşına bakmadan, kendilerinin deyimiyle “böcek öldürür gibi” öldürdüler binlerce insanı.

Öldürdükleri Boşnakları önce toplu mezarlara gömdüler. Sonrasında olur da uydudan görünür endişesiyle mezarları gelişigüzel şekilde parçalara böldüler. Savaşta bile ölüye saygı vardır; fakat Sırplar, Boşnakların ölülerini bile rahat bırakmadılar.

Bütün bu yaşananlar yüzyıllar öncesinde olup bitmiş olaylar gibi geliyor kulağa, ama değil. Yaklaşık otuz sene öncesinde, sözde medenî insanların yurdu olan Avrupa’nın ortasında, insan hakları nidalarının atıldığı bir çağda gerçekleşti. O gün öldürülen insanların çocukları ve aileleri bugün hâlâ yaşıyor. Bosna, o yıkımın bedelini bugün hâlâ ödüyor.

Her sene 11 Temmuz günü Srebrenitsa’da, şehit edilen insanların bütün beden kemikleri bulunabilirse, öldürüldükleri akü fabrikasının tam karşısındaki şehitliğe defnediliyorlar. Otuz sene, insan hayatı için çok şey ifade edebilir; fakat bir devlet hayatı için çok kısa bir zaman diliminin karşılığıdır.

Bosna için söylenecek çok söz, unutturulmayacak çok acı var. Bunu unutturmamak sadece Boşnakların sorumluluğunda değil üstelik. Onların hedefi, Türkleri tamamen Asya’ya sürmek. “Türk” diyorum, çünkü karşımızdakiler çıkarları uğruna bizleri farklı devletlere ayırmasaydı Arap da Türk’tü, Boşnak da. Aliya’nın dediği gibi, “Türk’ün evlâdı, biz Boşnak’ız ama Türk’üz de. Sen de kalbimde taşıdığım acıyı taşıdığın kadar Boşnak’sın”.

Bugün bu satırları yazarken de, birkaç sene önce Srebrenitsa’da karların üstünde ağlarkenki gibi, Aliya’nın mektubunu her okuduğumda, ben de kalbimdeki acı kadar Boşnak’ım. Bu yaşananları unutmamamız ve Müslümana yaraşır şekilde kalbimizi ve aklımızı diri tutmamız temennisiyle…