Kalbi takip mesafemiz

Çocuklarımızı ne kadar tanıyoruz? Odasında sus pus oturan çocukların kaygılarını, hırçınlığını, durgunluğunu okul pediatrisinden gelen bir telefonla öğrenen ebeveynlerin yaşadığı duruma “rastlantı” diyebilir miyiz?

EVİ ev, yuvayı yuva eyleyen ne idi? Aynı çatı altında yaşamak sahiden bireyleri aile yapıyor mu? Evin metrekaresi, eşyaların uyumu, içerisinde yatıp kalkmak, yiyip içmek evi ev yapan olgunun karşılığı olabilir miydi? Aynı evin içinde aile özlemi çeken çocukların, farkındasız hasretlik çeken eşlerin varlığını inkâr edebilir miyiz?

Günümüz koşulları insanı öyle bir hâle getirdi ki su gibi akıp giden zamanın kollarında kaybolup gidiyoruz. Bu kayboluş zamanla sevdiklerimiz, eşimiz ve çocuklarımızla aramızdaki mesafeleri açıyor. Aynı dili, aynı iletişimi, aynı frekansı yakalayamayan, birbirlerine bir nefes kadar yakınken bir ömür uzak kalan aile fertlerinin olumsuz neticelerini televizyon ve sosyal medyada görüyoruz.

Sevgi dolu bir dokunuşun pek çok yaraya merhem olduğu o sihirli gücü kaybeden, birbirinin gözünden, dilinden ve hâlinden anlamayan, aynı çatı altında yabancılaşan ailelerin sayısı günümüzde hızla artarken, aile fertleri arasındaki kalbî takip mesafesini açmayan, araya negatif hiçbir unsurun girmesine imkân tanımayan, olumsuz durumlarda saygı, sevgi ve değer kollukları ile mukavemet gösteren, ailenin bütünlüğünü ve birliğini koruyan ebeveynlerin sayısını da azımsayamayız.  

Yaşamışımızın içine yerleştirdiğimiz en önemli sistem, aile sistemidir. Bu sistemin içindeki en etkili kanal ise iletişimdir. Eşlerin iletişim ve çatışma çözme noktasındaki becerileri çocuklara saygıyı, özveriyi, anlayışı empoze ederken, aynı zamanda diğer aile fertlerinin huzuru için nasıl gayret kesildiklerini seyretmelerine imkân tanır. Bu seyir vesilesi ile kuşaktan kuşağa geçen bilinçaltı simgeler, kişinin hayatını ve hayatındakileri nasıl anlamlandırdığını belirler.

Aile bireylerinin sevinç ve kederiyle hemhâl olan, evde iletişim ve problem çözme becerilerine şahitlik eden çocuk, dayanışmayı ve sorumluluğu öğrenir. Öğrendiği bu becerileri sosyal hayatında uygular, daha duyarlı ve empatik olur. Ailevî ve günlük yaşantıda karşılaştığı güçlüklere, yukarıda bahsettiğimiz (saygı-sevgi-değer) kolluk kuvvetleriyle müdahale eden birey, toplumun dönüşümünün anahtarı olacaktır. 

Benzeri görülmemiş bir zaman dilimine denk geldik; içinde bulunduğumuz çağ “İletişim Çağı” olarak nitelendirilse de çok değil, yakın geçmişte -karantina dönemlerinde- sosyal medyada şöyle ironilere şahit olduk: “Ailemle yeni tanışıyorum, annem de, babam da çok şeker insanlarmış.” Hatta, “Ailenin yanında yaşamayı Şark görevinden saysınlar” gibi trajikomik postlar, iletişim çağında iletişimsizlik paradoksunu gözler önüne serdi.

Teknoloji, iyileşme ve uygarlaşma noktasında “ne kadar yol kat ettiğimiz” ile anılmalıyken, birey üzerinde oluşturduğu olumsuz ruh hâlleri ile anılır oldu. İşlerimizi kolaylaştırdı, hızlandırdı. Bu kolaylık ve hız sayesinde ailemize, sevdiklerimize vakit ayırma noktasında zaman ikram etti. Fakat bu ikramın yanı sıra “Çağa ayak uydurun” emrini gözümüze, kulağımıza, zihinlerimize çığlık çığlığa fısıldadı. “Orada eski arkadaşlarını bulabilirsin, modanın ve medyanın izini sürebilir, eğlendirici videolar izleyebilirsin. Hayat ve mutluluk orada!”  mesajı ile bireyi önce kendine yabancılaştırdı ve toplumun ciddî bir bölümünde hipnoz etkisi yarattı. Aile içi iletişim kopuklukları da bunun en bariz örneğidir.

Bir koltukta anne, diğerinde baba. Birinin elinde telefon, diğerinin kumanda. Çocuklar odalarında, bilgisayar başında. Her biri farklı bir cihazın içine gömülmüş. Neredeyse işaret diliyle anlaşmaya çalışan ailelerin evleri için “aile kabristanlığı” benzetmesini yapsam abartmış olur muyum?

Hâl böyle olunca sormadan edemiyorum: Baba ayrı bir âlemde, anne ayrı bir âlemde, teknolojinin göbeğine düşen çocuklar ayrı bir âlemde mi? Gözü gözüne, ruhu ruhuna, omzu omuzuna değiyor mu aile bireylerinin? Çocuklarımızı ne kadar tanıyoruz? Çocuklarımız bizi ne kadar tanıyor? Odasında sus pus oturan çocukların kaygılarını, hırçınlığını, durgunluğunu okul pediatrisinden gelen bir telefonla öğrenen ebeveynlerin yaşadığı duruma “rastlantı” diyebilir miyiz?

Hâlbuki biraz ortadan kaybolsak… Hemen yoklayan, sadece kelimeleri değil, satır aralarını da okuyabilendir aile. En güvenli kaleyi inşâ edebilmek, hasara uğrayan yerleri onarabilmektir.

Ne mutlu aile olmanın tadına varabilenlere ve o tadı her daim ruhunda hissedenlere!