Kâinatın En Güzel Örneği Nur-u Muhammed (sav)

Peygamberimiz hakkında verilecek hiçbir bilgi, söylenecek hiçbir söz veya yazılacak hiçbir satır O’nu anlatmaya elbette yetmez. Zira O sadece sözlerle anlaşılacak bir kişi değil, insanî vasıflarımızla O’nu ruhumuzda hissetmekle anlam bulacak bir ışıktır.

İNSAN olmak veya “Müslüman insan” olmak, derininde bir Peygamber gölgesi bulundurmak demektir. Peygamber gölgesi manevî değerlerimize öylesine yansımalı ki onu yaşantımızla hem çevreye, hem kendi dünyamıza aksettirelim. Aksi olduğu zaman, insan nefes alıp vermeyi yaşam zannetmekle yetinecek, hayatta sürekli monotonluktan kurtulma adına başka heyecanlar arayarak kendini ve sadece canlı olma dürtülerini bastırmakla bir ömrü geçirmeye mahkûm edecektir.

Yeryüzünün Efendisi Hz. Muhammed (sav) hakkında yazılacak her satır veya ciltler dolusu yazılmış olan her kitap, O’nu yaşantımıza aksettirmedikçe ve kalben hissetmedikçe gerçek anlamına maalesef ulaşmamış olacaktır. Çünkü insan kâinatta tek olmadığı gibi, yaşantısını asla bu yalnızlıkla geçiremeyecek olan tek canlıdır. İnsan doğduğu andan itibaren içinde bulunduğu çevre üzere bir sosyalleşme içinde yapıp etmelerini belirler.

Her ne kadar yaşadığımız çağ üzere yaşamımızda özgürlük naraları atarak kendimizi bastırmaya çalışsak da, bilinmesi gerek ki insan, yaşamını sosyalleşerek somutlaştıracaktır. Bu da ya taklidî olarak sürekli çevre etkisiyle iradesini kullanmayıp sözde bir yaşam sürerek haz aldığını zannedecek ya da Allah’ın vermiş olduğu iradeyi kullanarak kendine yaşam çizgisi belirleyecektir. Eğer insan iman ettiğini varsayarak Müslüman bir yaşam şekli sürecekse, bu attığı adımdan tutun da verdiği son nefese kadar “Peygamber Sünneti” gerçekleştirerek anlam bulur. Aksi bir Müslüman yaşantısı olamaz. Çünkü Efendimiz Hz. Muhammed, dinimiz İslâmiyet’in ete kemiğe bürünmüş hâli olup, âdeta dinimizi kolaylaştırmak, anlaşılır hâle getirmek ve insanlara hem bu dünyada, hem ahirette yaşamın gerçek hazzını tüm hücrelerimizle nasıl hissedeceğimizi anlatmak için yeryüzüne inmiş bir Nur-u Hüda’dır.

Peygamberimiz hakkında verilecek hiçbir bilgi, söylenecek hiçbir söz veya yazılacak hiçbir satır O’nu anlatmaya elbette yetmez. Zira O sadece sözlerle anlaşılacak bir kişi değil, insanî vasıflarımızla O’nu ruhumuzda hissetmekle anlam bulacak bir ışıktır. Geçmiş zamanlarda türlü sıkıntılar ile insanlığını ve beraberinde Müslümanlığını unutan ve şimdilerde modern yaşamın beraberinde getirdiği koşuşturmaca ve yalnızlaşma durumuyla her şeyini renkli yaşantılarla kaybeden insana tarihin her ânında bir kurtuluş çizgisi olmuştur Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V)’in yaşam şekli.

Eğer Müslüman insan Efendimiz Hz. Muhammed’i (sav) ve O’nun bizlere getirmiş olduğu “kutlu bilgi”yi anlamak veya anlamlandırmak istiyorsa, tarihimizin her döneminde bizlere dinî şuurun ne olduğunu vermeye çalışan ilim adamlarımızdan tutun da ecdadımıza bakmak bile biz hantallaşmış modern Müslümanlara bir silkelenme etkisi yaratacaktır.

Bizler Efendimiz Hz. Muhammed’in Sünneti üzere yaşam sürmek ya da bunun ne demek olduğunu öğrenmek istiyorsak, tarihimizin altın sayfaları olan insanlarımızı biraz daha şahsî olarak araştırmak bizlere çok şey kazandıracaktır.

Tasavvuf ilminin Türk dünyasındaki atası bir Ahmet Yesevî ilmini örnek almalı Peygamber sevgisi adına Müslüman Türk olan insan. Henüz İslâmiyet’in tam anlamıyla anlaşılmadığı ve anlatılamadığı ve göçebe yaşam tarzının benimsendiği dönemlerde Türk coğrafyalarda Ehl-i Beyt sevgisinin ne olduğunu Yesevî’nin hikmetli sözlerinde aramalı. Yeryüzünde uzun yaşamanın sırlarını arayan modern insana karşı Ahmet Yesevî, 63 yaşına geldiğinde Kâinatın Efendisi’nin vefat ettiği yaş olması sebebiyle yeryüzünde yaşamaya edep edecek ve artık kendini hücresinde inzivaya çekecek bir Müslümandı, biz de bu şuurda olmalı ya da “Yaşın kaç?” diye sorulduğunda 63 yaşı kendine hâd bilip “Hâddi aştık” diye cevap verecek bir iman zuhur etmeli insan kalbine. Ve Hz. Peygamber’i anlamak adına Yesevî dizelerinde bulmalı kendisini Müslüman insan.

On sekiz bin âleme sunucu olan Muhammed/ Otuz üç bin ashaba serdar olan Muhammed/ Yokluğa, yoksulluğa kanaat eden Muhammed/ Asi olan ümmete şefaat eden Muhammed.”

Yûnus Emre’yi bilmeli Müslüman insan ve de Hakk ve Resulullah sevgisinin onun dizelerinde nasıl insana etki ettiğini. Öyle yansımalı ki bu sevgi, benliğine Peygamber sevgisini anlatan Yûnus’un dizelerini her okuduğunda kendisine bir daha sormalı “Bende duyduğum şey aşk mı Efendimize karşı?” diye. Ve şu dizeleri bir okumalı Yûnus’daki aşkı anlamak adına: Hakk yarattı âlemi aşkına Muhammed’in/ Ay ü günü yarattı şevkine Muhammed’in/ ‘Ol’ dedi oldu âlem, yazıldı levh ü kalem/ Okundu hatm-i kelâm şanına Muhammed’in.”

Ve bir Fatih Sultan Mehmed’in sevgisini hissedebilmeli Müslüman insan, sırf Efendimizin dilinden dökülen kelimelere layık olabilmek adına. Efendimize duyduğu derin muhabbeti en güzel biçimde İstanbul’un fethiyle ortaya koymuştu o. Bugünkü gençlerin daha kişilik bunalımlarından çıkamadığı dönemlerinde İstanbul’u fethedecek kudreti bulmaktı kendinde onun işi. Ve kutlu fethin hazırlık aşamasında Rumeli Hisarı’nı O’nun güzel ismi “Muhammed”in Arapça yazılışına göre inşa ettirdi, hatta yapımı sırasında taş taşıdı ve padişahlık bir hiç idi Peygamber aşkının yanında.

Bir II. Abdülhamit gibi olmalı Peygamber sevdası Müslüman insanın. Beşerî uykusundan uyandığında ayağını yere abdestsiz basmamak için başucunda tuğla bulundurup teyemmüm edecek bir iman idi onunki. Ve Sultan II. Abdülhamit Han, Hicaz demiryolunun inşasında Medine-i Münevvere’nin 20 kilometre yakınına gelindiğinde, Peygamber Efendimiz (sav) rahatsız olmasın diye Medine’nin merkezine kadar raylara keçe” döşetmiş ve trenin raylar üzerinden geçmesi ile çıkacak sesleri engelletmişti. Bu, O’na duyulan sevgi, saygı ve iman hakikatiydi.

Tüm bu güzel örnekler Kâinatın En Güzel Örneğine ulaşabilmek için. Onlar kadar olamasak da, Rabbimiz, ecdada layık bir millet ve Yeryüzünün Nuru Efendimiz Hz. Muhammed (sav) ve O’nun şefaatine layık bir ümmet olmayı nasip etsin bizlere!