“Kahrolsun Amerika!”

İran Hükûmeti’nin, bölgede işgalci ve yayılmacı siyasetine muhalefet edenleri daima “mezhepçi ve Amerikancı” diye suçladığı bilinmektedir. Amerikan işgallerine ve katliamlarına maruz bıraktığı toplulukları ise, her ne zaman başı sıkıştığında kendi yasına ortak olmaya çağırmaktadır. İran Hükûmeti, sevincini ABD ve Rusya ile yaşarken, yasını İslâm ümmeti ile yaşamaya çalışmaktadır.

İÇİNDE İran’ın olduğu bütün konuların müzakeresi ya mezhepçilik ya da Amerikancılıkla biten bir suçlamaya maruz kalmaktadır. Uluslararası politik alanı ABD ve İran eksenli iki kutuplu bir dünya gibi görmek, sadece bir görüş hatâsı değildir. Dünyayı görememek ve tanıyamamak gibi bir çeşit algı bozukluğu, bir idrak sorunudur.

Hiçbir siyâsî görüş, kendini ya ABD ya da İran’ın yanında, yedeğinde, hizmetinde görmeye mahkûm ve mecbur değildir!

ABD’ye muhalif olmanın zorunlu şartı, İran’ın yapıp ettiklerini doğru bilmek ya da alkışlamak değildir. Çünkü son on yılın belli başlı olayları hatırlandığında, bu muhalefetin içeriği de anlaşılmış olur. Daha 2010’da Türkiye’nin geçici olarak BM Güvenlik Konseyi üyesi olduğu zamanda, İran’ın nükleer silah elde etme takıntısı nedeniyle ABD’ye karşı BM’de Türkiye, İran’ın yanında yer almıştı. Güya Türkiye, “ABD’nin bağımlısı bir ülkeydi ve İran da ABD’nin baş düşmanı”...

Oysa bu olay, büyük ve tarihî bir kırılma oldu. Türkiye, NATO müttefikini İran için karşısına almış olmasına rağmen, benzeri bir yakınlığı son on yıldan beri İran’dan görmedi. Çünkü İran’ın kendisine göre bir dış gündemi vardı ve gündemi takip etmekle meşguldü. Başta PKK sorunu olmak üzere, Irak, Suriye, hatta Azerbaycan-Ermenistan savaşında İran, sürekli Türkiye’nin karşısında saf tutmaya devam etti.

***

İran, bölgede egemenlik tesis etmek için Şiî nüfusu kendisine bir fırsat olarak görmektedir. Afganistan’dan Nijerya’ya kadar nerede Şiî bir topluluk varsa, İran onunla gizli-açık ilişki kurmuş, eğitmiş, donatmış, şartlara göre silahlandırmış ve kendi siyaseti için bir milis gücü durumuna getirmiştir. Bunun belki tek istisna sayılacak örneği, Kuzey Azerbaycan’dır.

İran, Kuzey Azerbaycan halkının çoğunluğunun Şiî olmasını önemsiz sayarak Hıristiyan Ermenistan’ın yanında yer aldığı gibi, Kuzey Azerbaycan’da elde ettiği bazı kesimleri de hükûmete karşı kullanmaktan geri durmamıştır.

Benzeri bir faaliyeti Türkiye-İran sınırları içinde yürütebilir mi? Türkiye, İran sınırları içinde Sünnî nüfusu eğitip donatarak, kendisinin bir milis kolu gibi faaliyetlerini organize etse, İran Hükûmeti bunu nasıl karşılar? İran Hükûmeti, vahdeti kendi sınırları dışında, kendisinin gizli açık ajandası için kolayca faaliyet yapabileceği bir imkân olarak görüyor. Oysa vahdetin kendi ülkesinden başladığını kabul etmiyor!

Kendi vatandaşı olan Sünnî nüfusun doğal, insanî ve İslâmî hak ve taleplerini “mezhepçilik, Amerikancılık ve fitne” suçlaması ile niteleyerek devlet terörü uygulayarak bastırıp engellemeye devam ediyor.

İran ile İslâm ümmetinin büyük çoğunluğu arasında Irak ve Suriye olayları büyük bir uçurum oluşturmuştur. Bütün ABD karşıtı söylemlerine rağmen Irak’ta Saddam Hüseyin’in devrilmesinde ve onun yerine İran’a bağlı hiziplerin iktidar edilmesinde ABD ile birlikte çalışmaktan geri durmamıştır. ABD’nin Irak işgaline direnen toplum kesimlerine karşı İran, kendisine bağlı hizipler ve ABD ile birlikte son derece acımasız ve katliamcı davranmıştır. Saddam Hüseyin’in infazını ABD, İran’a bağlılığı ile bilinen Mukteda Es-Sadr hizbine yaptırmıştır. Saddam’ın infazı, İran içinde ve ona bağlı hiziplerin olduğu her yerde büyük bir coşku, hattâ helva dağıtımı ile kutlanmıştır. ABD ile aynı sevinci paylaşmanın bir utanç nedeni olduğunu İran ve onun tarafı olan hizipler o dönemde hiç düşünmemiştir!

***

Irak’ta DAEŞ’in ortaya çıkması da söz konusu uçurumu ayrıca büyütmüştür. Çünkü sabah akşam doğrudan, namazlarında bile “Merkber Amerika” diye bağıran İranlıların, ABD askerî güçleriyle ortaklaşa DAEŞ’e karşı acımasız operasyonlar yaptıklarına herkes şâhit olmuştur.

Kasım Süleymani, doğrudan Musul’un işgaline katılmıştı. Musul, Moğol İşgali döneminde bile görmediği yıkımı yaşamıştır. Ölenin de, evi barkı yer ile yeksan edilenin de hâddi hesabı yoktu. Tuhaf olan ise, Kasım Süleymani veya Irak içindeki İran bağlısı hiziplerin ABD ile birlikte Musul gibi yerlerde ortaklaşa katliamlar yapabilmeleridir. Sadece ABD ile ortak sevinçleri değil, “ortak zaferleri” için de Irak, İran için önemli bir uygulama alanı olmuştur.

DAEŞ’in elebaşı Ebubekir Bağdadi’nin ABD tarafından infaz edilmesine de ne İran resmî mâkâmlarının, ne de ona bağlı hiziplerin hiçbir itirazı olmamıştı. Aksine, Bağdadi’nin infazından sonra da yine lokma dağıtım törenleri, sevinç gösterileri olmuştu. İran kendisine bağlı hiziplerle birlikte ve ABD ile ortak bir sevinci daha böylece yaşamıştı.

Bugünlerde Kasım Süleymani’nin infazından dolayı İslâm ümmetinin ezici çoğunluğunu, “ABD ile aynı sevinci paylaşmakla” suçlayanlar, geçmişte ABD ile yaşadıkları ortak sevinçleri, cephe ve silah arkadaşlığını hiç akıllarına bile getirmiyorlar.

Suriye olayı ise bambaşka bir faciadır!

İran’daki idare, kendisini, “İslâm devriminin bir sonucu” olarak göstermeye çok heveslidir. İran halkının tağuta (Şah’a) karşı kıyamı ile gerçekleştiğini, kırk yıldan beri tekrarlamaktadır. İran yönetimi, “tağut” dediği Şah’a karşı kıyamı, İranlıların bir hakkı, hattâ kutsal bir görevi sayarken, aynı hakkı ve kutsal görevi Suriye halkı için âdeta yasaklamış, Suriye tağutu olan Esad’ı korumak için varını yoğunu harcamıştır.

Suriye halkının en az yarısı, içeride ve dışarıda muhacir ve mülteci oldu. Milyondan fazla Suriyeli katledildi. Bu katliamlarda Kasım Süleymani, daima elebaşılık görevi yapmıştır. Suriye şehirlerinin enkaz yığını hâline gelmesinde, 5 milyondan fazla Suriyelinin mülteci olmasında doğrudan Kasım Süleymani sorumludur. O bir savaş suçlusudur!

***

Kasım Süleymani, geçmişte ittifak ettiği, Musul ve benzeri yerlerde ortak operasyonlar yaptığı ABD tarafından 2-3 Ocak 2020 gecesi infaz edildi. Buraya kadar yazdıklarımıza rağmen İran ve destekçileri, Irak ve Suriye’de Süleymani marifetiyle mağdur edilen kitlelerden, “Süleymani için yas tutulmasını” beklemektedirler. Hangi insan topluluğu kendi cellâdı için yas tutar? Mazlumdan cellâdına ağlamasını istemek, nasıl bir özürlü aklın işidir?

Süleymani’yi, eski müttefiki ABD’nin infaz etmesine yas tutmamak, bir mezhepçilik sayılamaz. Hatırlanmalıdır ki, kırk yıl önce Irak ve Suriye halkının ezici çoğunluğu, “İslâm Devrimi” diye İran’daki rejim değişikliğini sahiplenmişti. Ama İran’daki eski ve yeni rejim, halka karşı daima Baas diktatörlüğünü tercih etmişti. Bununla da kalmayarak, Baas’ın katliamlarına fiilen ortak olmuştu.

İran Hükûmeti’nin, bölgede işgalci ve yayılmacı siyasetine muhalefet edenleri daima “mezhepçi ve Amerikancı” diye suçladığı bilinmektedir. Amerikan işgallerine ve katliamlarına maruz bıraktığı toplulukları ise, her ne zaman başı sıkıştığında kendi yasına ortak olmaya çağırmaktadır. İran Hükûmeti, sevincini ABD ve Rusya ile yaşarken, yasını İslâm ümmeti ile yaşamaya çalışmaktadır.

Görünen odur ki, ABD, kendi eliyle Irak’ı, teslim ettiği İran’dan geri almaya çalışmaktadır.

Irak, ABD ve İran için bir savaş ganimeti durumundadır. Şimdi bu ganimet için karşı karşıya gelmişlerdir!

ABD, Irak’taki işgalini İran olmadan, tek başına sürdürme isteğindedir. İran ise son kırk yıldan beri komşu topluluklar için daima bir katliam, işgal ve facia nedeni olmuştur. Buna karşılık, işgalci ve yayılmacı siyasetlerine devam etmektedirler.

İslâm ümmetinin ezici çoğunluğu ile İran ve ona bağlı hiziplerin artık sevinci de, kederi de daha çok farklılaşmıştır. Tekrar ortak bir gelecek, kederde ve sevinçte birlik ise, İran’ın kırk yıldan beri yaptıklarını terk etmesine bağlıdır.

İslâm ümmetine karşı Afganistan ve Irak’ta ABD, Suriye’de ise Rusya ile iş birliğine devam etmesi hâlinde, “Kendi düşen ağlamaz” sözü İran’ın geleceğini açıklayabilir. İran, kendi yasları için müttefikleri olan ABD ve Rusya’da ortak aramalıdır.