Kâğıt mendil

Bu cümleleri yeniden ekliyorum yıllar sonra günlüğüme. Çünkü gözlerim ıslattı mendilimi az önce. Kıyıp atamadım yine de onu öylece. Sandığa koydum mürekkebi karışan biraz da buruşan o mendili. Üç öksüzü imkânsız görünen yerlere getiren o kâğıt mendili…

BUGÜN semt pazarı… Cıvıl cıvıldır herkes… Ne güzel, bir akşamüzeri ellerim dolu geldim kapıya! Çocuklar sevinçle zıplarlar az sonra beni görünce. Ne çok yorulmuşum bugün! Ama demlerim çayımı, sarılırım yavrularıma, akşamın tadını çıkarırız hep beraber. Komşular bugün ızgara yapmışlar, dumanı girdi pencereden. Mutlu olsunlar elbette, çoluk çocuk yiyip içsin, eğlensinler. Kapılarının önünde birkaç araba var, misafiri severler zaten.

İyilikten iyisi var mı dünyada? Yarın olsun, en sevdiğim kıyafetimle gitmek istiyorum çarşıya. Yolda bir çeşme bulursam ne âlâ, kurulurum yanı başına. İllâ gelen geçen uğrar, değil mi? Sonra da beni görürler. Belki havalar serin gidince grip olmuşlardır. Allah sağlık versin herkese, ama belki mendil almak isterler beni görünce. Akşam kardeşlerime bisküvi alırsam havalara uçarlar.

Ben on ikime girdim artık, kardeşlerimin karnını doyurabiliyorum. Komşumuzun verdiği oyuncak bebeklerimle hâlâ oynuyorum. Karşımızda oturuyorlar, “Kimsesiz kaldılar” diyerek bazen eski eşyalarından veriyorlar bize. Biz kimsesiz değiliz ki, iki kardeşim, hayâllerim, oyuncaklarım, kapımızın önünden ayrılmayan kedimizle kocaman bir aileyiz.

Pazardan artan sebzeleri getirince nasıl şükrediyorum Allah’a. Bizim gözlerimiz, sahip olduklarımızın sevinciyle parlar.

Sokakta mendil satmanın bir sürü keyifli yanı var. Geleni geçeni izliyorum, eğleniyorum hem. Hayatta kalacak kadar gereken parayı da kazanıyorum, daha ne olsun? En sevdiğim tek kıyafetimi giydim yine. Bir tane daha var, onu eve girince giyiyorum. Zaten başka yok! Olsa da, olmasa da ne fark eder? Ben onu giyince prensesler gibi hissediyorum kendimi.

Her mendil sattığımda elime aldığım para ile gökyüzüne bakıp Allah’a gülümsüyorum. Bu paraları verenlerin elleriyle O’nun elleri aynı gibi geliyor bana. Annemle babamı da bizi koruduğu gibi koruyordur mutlaka. Onları hiç unutmuyorum, her fırsatta mezarlığa gidip dua ediyorum. Hem yaşayacağımız bir ev kaldı onlardan. Bizi sokakta bırakıp gitmediler ya, şükürler olsun!

Benim, kendimden büyük hayâllerim var. Dev bir salıncakta sallanmak meselâ… Rüyalarımda hep uçuyorum. Gerçekle hiçbir farkı yok ki… İşimi çok seviyorum ben; kardeşlerime pamuk şeker alınca üçümüzün aynı anda uzanıp aldığımız şekerler ağzımızda erirken gülüşmemize bayılıyorum. Onları mutlu görmeye bayılıyorum. Uyanınca onları görmenin keyfi bambaşka!

***

Bugün semt pazarındayım yine. Hâlsiz hissediyorum kendimi; elimden tutan bu küçücük, sıcacık el beni nasıl mutlu ediyor, bilseniz… O, benim torunum! Babasının işleri çok yoğun şu sıralar, sürekli yurtdışına çıkıyor. Annesi de şirketten çok geç dönüyor. Bakıcısının acil bir işi çıkmıştı, küçük torunumla hava almaya çıktık biz de.

Tam pazarın arkasında eski bir ev vardı, tek katlıydı. Bahçesinde erik ve kayısı ağaçları vardı evimizin, bir de sarmaşık. Akşamsefaları açınca kardeşlerimle yağmurun altında onları seyrederdik. Hayat ne tatlıydı o zamanlar! Mendil satarken ne hayâllerim vardı. Kardeşim buralardaki bütün evlerin yerine yepyeni binalar yaptı. Havuzları var, altları dükkân… Görseniz, saray gibi her biri… Benim hayâllerim böyle değildi, yıldızlara kadar yükselmek gibi şeylerdi. Nasıl oldu da evimizi sattık, yerine üç daire aldık? Nasıl oldu da kardeşlerimi okuttum, büyüttüm? Şaşıyorum kendime! İnşaat mühendisi olan hâlâ çocuk gibidir. Gizlice pamuk şeker yeriz üçümüz bir araya gelince…

“Cadde kenarında bir kız çocuğu kâğıt mendil satıyordu bugün. Onda kendi çocukluğumu gördüm. Gözlerindeki hayâllerin ışıkları gözlerimi kamaştırdı. Gülümseyişi hiç aklımdan çıkmıyor” dedim kız kardeşime. O da yeni ameliyattan çıkmış, odasında dinleniyordu. “Anlaşılan başarılı geçmiş ameliyatın” diye gülümsedim ona. “Tabiî canım, kimin kardeşiyim? Beni doktor edene kadar azminden kaçış yoktu” diye karşılık verdi. Odasında birer bardak çayımızı içtikten sonra beni, gururlandığım beyaz önlüğüyle ve yüzündeki gülücükle uğurladı.

Günlüğümü hiç bırakmadım. O benim derdime ilaç gibiydi, sırdaşım oldu yıllarıma. Hep yazdım, yazdıkça nasıl yol kat ettiğimi gördüm. Hüznün ve umudun boyadığı iplerle ne kilimler dokunuyormuş. Çocukluğum demir alırken, gençliğime yelken açtım. Gençliğime veda ederken, yeni yaşlarımın büyüsüne kapıldım ben. Bir kâğıt mendil geçti elime çocukluğumdan kalma, ona da yazmışım bir şeyler. Bir şeylerden öte, çok şeyler… Hâlâ dün gibi hatırlıyorum hangi duygularla tükenmez kalemi elime aldığımı, katlarını aralayıp üç cümle yazdığımı.

“Seni sadece kâğıt mendil sanıyor görenler. Sen, üçümüzün bahtısın! Sen uçmamız için kanatsın…”

Bu cümleleri yeniden ekliyorum yıllar sonra günlüğüme. Çünkü gözlerim ıslattı mendilimi az önce. Kıyıp atamadım yine de onu öylece. Sandığa koydum mürekkebi karışan biraz da buruşan o mendili. Üç öksüzü imkânsız görünen yerlere getiren o kâğıt mendili…