BUGÜN semt pazarı… Cıvıl
cıvıldır herkes… Ne güzel, bir akşamüzeri ellerim dolu geldim kapıya! Çocuklar
sevinçle zıplarlar az sonra beni görünce. Ne çok yorulmuşum bugün! Ama demlerim
çayımı, sarılırım yavrularıma, akşamın tadını çıkarırız hep beraber. Komşular
bugün ızgara yapmışlar, dumanı girdi pencereden. Mutlu olsunlar elbette, çoluk
çocuk yiyip içsin, eğlensinler. Kapılarının önünde birkaç araba var, misafiri
severler zaten.
İyilikten
iyisi var mı dünyada? Yarın olsun, en sevdiğim kıyafetimle gitmek istiyorum
çarşıya. Yolda bir çeşme bulursam ne âlâ, kurulurum yanı başına. İllâ gelen
geçen uğrar, değil mi? Sonra da beni görürler. Belki havalar serin gidince grip
olmuşlardır. Allah sağlık versin herkese, ama belki mendil almak isterler beni
görünce. Akşam kardeşlerime bisküvi alırsam havalara uçarlar.
Ben
on ikime girdim artık, kardeşlerimin karnını doyurabiliyorum. Komşumuzun
verdiği oyuncak bebeklerimle hâlâ oynuyorum. Karşımızda oturuyorlar, “Kimsesiz
kaldılar” diyerek bazen eski eşyalarından veriyorlar bize. Biz kimsesiz değiliz
ki, iki kardeşim, hayâllerim, oyuncaklarım, kapımızın önünden ayrılmayan
kedimizle kocaman bir aileyiz.
Pazardan
artan sebzeleri getirince nasıl şükrediyorum Allah’a. Bizim gözlerimiz, sahip
olduklarımızın sevinciyle parlar.
Sokakta
mendil satmanın bir sürü keyifli yanı var. Geleni geçeni izliyorum, eğleniyorum
hem. Hayatta kalacak kadar gereken parayı da kazanıyorum, daha ne olsun? En
sevdiğim tek kıyafetimi giydim yine. Bir tane daha var, onu eve girince
giyiyorum. Zaten başka yok! Olsa da, olmasa da ne fark eder? Ben onu giyince
prensesler gibi hissediyorum kendimi.
Her
mendil sattığımda elime aldığım para ile gökyüzüne bakıp Allah’a gülümsüyorum.
Bu paraları verenlerin elleriyle O’nun elleri aynı gibi geliyor bana. Annemle
babamı da bizi koruduğu gibi koruyordur mutlaka. Onları hiç unutmuyorum, her
fırsatta mezarlığa gidip dua ediyorum. Hem yaşayacağımız bir ev kaldı onlardan.
Bizi sokakta bırakıp gitmediler ya, şükürler olsun!
Benim,
kendimden büyük hayâllerim var. Dev bir salıncakta sallanmak meselâ…
Rüyalarımda hep uçuyorum. Gerçekle hiçbir farkı yok ki… İşimi çok seviyorum
ben; kardeşlerime pamuk şeker alınca üçümüzün aynı anda uzanıp aldığımız
şekerler ağzımızda erirken gülüşmemize bayılıyorum. Onları mutlu görmeye
bayılıyorum. Uyanınca onları görmenin keyfi bambaşka!
***
Bugün
semt pazarındayım yine. Hâlsiz hissediyorum kendimi; elimden tutan bu küçücük,
sıcacık el beni nasıl mutlu ediyor, bilseniz… O, benim torunum! Babasının
işleri çok yoğun şu sıralar, sürekli yurtdışına çıkıyor. Annesi de şirketten
çok geç dönüyor. Bakıcısının acil bir işi çıkmıştı, küçük torunumla hava almaya
çıktık biz de.
Tam
pazarın arkasında eski bir ev vardı, tek katlıydı. Bahçesinde erik ve kayısı
ağaçları vardı evimizin, bir de sarmaşık. Akşamsefaları açınca kardeşlerimle
yağmurun altında onları seyrederdik. Hayat ne tatlıydı o zamanlar! Mendil
satarken ne hayâllerim vardı. Kardeşim buralardaki bütün evlerin yerine yepyeni
binalar yaptı. Havuzları var, altları dükkân… Görseniz, saray gibi her biri…
Benim hayâllerim böyle değildi, yıldızlara kadar yükselmek gibi şeylerdi. Nasıl
oldu da evimizi sattık, yerine üç daire aldık? Nasıl oldu da kardeşlerimi
okuttum, büyüttüm? Şaşıyorum kendime! İnşaat mühendisi olan hâlâ çocuk gibidir.
Gizlice pamuk şeker yeriz üçümüz bir araya gelince…
“Cadde
kenarında bir kız çocuğu kâğıt mendil satıyordu bugün. Onda kendi çocukluğumu
gördüm. Gözlerindeki hayâllerin ışıkları gözlerimi kamaştırdı. Gülümseyişi hiç
aklımdan çıkmıyor” dedim kız kardeşime. O da yeni ameliyattan çıkmış, odasında
dinleniyordu. “Anlaşılan başarılı geçmiş ameliyatın” diye gülümsedim ona. “Tabiî
canım, kimin kardeşiyim? Beni doktor edene kadar azminden kaçış yoktu” diye
karşılık verdi. Odasında birer bardak çayımızı içtikten sonra beni,
gururlandığım beyaz önlüğüyle ve yüzündeki gülücükle uğurladı.
Günlüğümü
hiç bırakmadım. O benim derdime ilaç gibiydi, sırdaşım oldu yıllarıma. Hep
yazdım, yazdıkça nasıl yol kat ettiğimi gördüm. Hüznün ve umudun boyadığı
iplerle ne kilimler dokunuyormuş. Çocukluğum demir alırken, gençliğime yelken
açtım. Gençliğime veda ederken, yeni yaşlarımın büyüsüne kapıldım ben. Bir kâğıt
mendil geçti elime çocukluğumdan kalma, ona da yazmışım bir şeyler. Bir
şeylerden öte, çok şeyler… Hâlâ dün gibi hatırlıyorum hangi duygularla tükenmez
kalemi elime aldığımı, katlarını aralayıp üç cümle yazdığımı.
“Seni
sadece kâğıt mendil sanıyor görenler. Sen, üçümüzün bahtısın! Sen uçmamız için
kanatsın…”
Bu cümleleri yeniden ekliyorum yıllar sonra günlüğüme. Çünkü gözlerim ıslattı mendilimi az önce. Kıyıp atamadım yine de onu öylece. Sandığa koydum mürekkebi karışan biraz da buruşan o mendili. Üç öksüzü imkânsız görünen yerlere getiren o kâğıt mendili…