Kafası karışık fareler: “Karnım doydu mu?”

Bu semt, çok şükür, kediler, kuşlar ve martılarla donatılmış Yaradan tarafından. Onları beslemek de bizlere düşüyor. Kimi mama verir de kimi et, kimi süt verir. Hayvanların bir kısmı ondan yer de bir kısmı bundan yer. Ama benim gibi bu konuları kendine dert edinenler çok gözlemlemişlerdir, bu kadar etrafa mama saçılan bir semtte (ki Allah o insanlardan razı olsun) bazı hayvanların aç dolaşıyor oluşu, mama yemek istemedikleri içindir.

GEÇTİĞİMİZ hafta haberlerde, iki çocuğun site içinde kedilere su ve mama vermeleri nedeniyle site yönetiminin ailelere para cezası kesmesi gündeme geldi. Hatta aileler buna itiraz edeceklerini de bildirdiler. İnşallah itirazları kabul olur da böyle bir çirkinlik yaygın hâle gelmez. Şikâyet edenler haklı bulunursa, yaşadığımız dünyaya dair birkaç müspet duygum da yerle bir olacak!

Bunun hemen akabinde, bizzat yaşadığım ve yaşandığına şahit olduğum iki olay daha, bu konu üzerine yazmaya itti beni.

Sosyal medyadaki dostlarım bilirler, evimizin iki cephesinde kuşlara yem veriyoruz. Ön cephe güvercinlere, arka cephe kumrulara ait. Tabiî müstakil bir apartmanda oturuyor oluşumuz bu konuda daha rahat hareket etmemizi sağlıyor. Ama sitelerde “ortak alan” zırvasıyla herkes her şeyi şikâyet edebilir hâle gelmiş. Fakat her ne kadar ortak alan zorbalığı olmasa da, benim de başımdan böyle bir olay geçti. Apartman iki katlı. Alt kattaki komşumuzun küçük bir bahçeye açılan kapısı var. Ve bahçeye buğday serpiyor. Biz de yukarıda pencere kenarına buğday serpiyoruz. Böylece iki komşu, kuşları beslemek için çaba veriyoruz.

Rabbin dilsiz kulları, ne güzel de bekliyorlar her gün…

Karşıda bahçesi, binası tamamen bizden ayrı olan bir komşu, kuşlara yem vermememiz gerektiğini söylediğinde, nasıl bir bahane sunacağına dair büyük bir merak oluştu içimde. Hani bina aynı olsa yine akla yatkın (!) birkaç şey bulabilirdi. Bahçeler birleşik olsa şansı yaver giderdi. Sadece göz teması ile bizim kuşlara yem verişimize şahit olan bu komşumuz ne dese beğenirsiniz?

Bizim pencere önünde kuşlara verdiğimiz buğday, onların bahçesinde fare oluşturuyormuş. Tam buraya bir “şaşkın emoji” koymak yerinde olurdu sanırım. Çünkü işin garibi, bu farecikler neden buğdayın koyulduğu kısımda peydah olmuyor da çok ayrı bir mekânı tercih ediyorlar, anlamak zor. Sanırım farelerin kafası karışmış. Karşı binanın bahçesine saldırarak bizim camdaki buğdayları yediklerini hayâl edip karınlarının doyduğunu zannediyor olabilirler. Tıpkı annemlerin evinde beslediği kediden korkan üst kat komşusu gibi…

Kedi (nam-ı diğer “Fufu”), maalesef önceki sahipleri tarafından kısırlaştırılmış. Buna “Maalesef” diyorum; çünkü insanların hayvanları keyiflerince kısırlaştırma eylemini bencilce buluyorum. Allah’ın düzenine bu şekilde müdâhil olma hakkının biz insanlarda olduğuna inanmıyorum. Yaradan dengeyi sağlar. Bu dengenin sağlanması için hayvanların üreme içgüdüsüne müdâhil olmanın hiç gereği yok.

Her neyse… Bu kedi de her kısırlaştırılan kedi gibi biraz sorunlu. Hem korkak, hem de insanlara fazla yanaşmıyor. Çok da haksız sayılmaz hani. Bir insan eli tarafından kısırlaştırılmış ne de olsa. Bu yüzden evden dışarı adım atmaz, evde de miyavladığı çok duyulmamıştır. Kapalı bir balkonda ihtiyaçlarını giderir, evin içinde uyur, oynar… Bir komşunun sadece kedinin varlığından haberdar olduğu için korktuğunu söylemesi ne kadar inandırıcı, varın, siz düşünün!

Zira komşu kadının ve kedi Fufu’nun karşılaşma ihtimâli binde bir!

***

Hazır bu konuda dolmuşken, birkaç hatıramı daha yazmak istiyorum.

Bilenler bilir Üsküdar Yeni Valide Camii’ni; muhteşem bir mabed, muhteşem bir sanat eseri… Üçüncü Ahmed’in annesi Gülnuş Emetullah Sultan tarafından yaptırılmış. Bu camiyi bilenler “martılı cami, kedili cami” gibi isimlerle de anarlar. Çünkü iç ve dış avlularında kedi yuvaları, martılar, ne ararsanız var.

Biraz tavuk etiyle bu camiye gittim. Lokma lokma martılara atıyordum. Ayaklarımın dibini kedicikler sardı. “Bize de ver” diyorlar. Tabiî hayvanlar bıkmış mama yemekten… Onlara da verdim. Sonra bir amcacağız (!) geldi. Kedilere et verdiğim için beni azarladı. Cahil olduğumu da beyan ettikten sonra etleri toplamaya başladı. Savunması da şuydu: Kediler et yerse hasta olurmuş, kuru mama yemeliymiş, ben de kedi katiliymişim.

Bu kısma “şaşkın” emoji bile yetmeyecek, içine bir miktar “öfke emojisi” de katmam gerek.

Ben de birkaç şey söyledim tabii. Birkaç soru sordum amcaya… “İyi de bu kediler kuş yakalayıp yediğinde, onu mama hâline mi çeviriyorlar? Peygamberimiz zamanından beri kediler mama ile mi besleniyor? “Ayrıca kediler aç, buralarda mamalar var ama yemiyorlar” dediğimde beni cevapladı mı dersiniz? Hayır, bana “Cahil” diyerek etleri toplamaya devam etti!

Kedilere mama da verilebilir, et de, süt de. Mevzu bu değil aslında. Sadece bilinmeli ki, sokak hayvanları çöpten buldukları ve yakaladıkları fare ve kuşlarla da besleniyorlar. Ve çok dikkat edin, mama yiyen bir kısım kedi varsa da pek çok kedi mama yemediği için aç dolaşıyor. Sağ olsun, insanlar etrafa kuru mamalar serpiyorlar. Ben de zamanında denedim. Binayı tırmanıp cama konan bir kedimiz vardı. Kuru mamadan bir tane bile yediremedim. Her geldiğinde evdeki yiyeceklerden verdik, doyurduk. Çok da sağlıklı maşallah.

Bu arada bu amca, caminin avlusunda karşılaştığımız biri değildi. Caminin dış kısmındaki yoldan geçerken benim kedi ve martılara et verdiğimi gördü ve “Ne yapıyorsun?” nidasıyla avluya giriş yaptı. Bu nasıl bir nefrettir, anlamak güç!

Bu semt, çok şükür, kediler, kuşlar ve martılarla donatılmış Yaradan tarafından. Onları beslemek de bizlere düşüyor. Kimi mama verir de kimi et, kimi süt verir. Hayvanların bir kısmı ondan yer de bir kısmı bundan yer. Ama benim gibi bu konuları kendine dert edinenler çok gözlemlemişlerdir, bu kadar etrafa mama saçılan bir semtte (ki Allah o insanlardan razı olsun) bazı hayvanların aç dolaşıyor oluşu, mama yemek istemedikleri içindir. Ben bunu bizzat gözlemlemiş bir insanım.

Meselâ annemlerin kedisine de ne zaman gitsem, kendini sevdirsin diye evdeki mamadan verdiğimde yemeden gidiyor; eti bırakın, yumurta sarısı ya da zeytin verirsem aramızdan su sızmıyor. Tabiî evdeki artık, kokmuş, ekşimiş yemeklerden kurtulmak adına cami avlularına, park ve bahçelere dökenleri ayrı tutuyorum. Onları da yemiyor hayvanlar. Ancak etrafı kirletiyoruz. O da ayrı bir konu. Ama taze, hayvanlar için özenle parçalara ayrılmış ete de biri çıkıp laf ediyorsa, burada iyi niyet aramak yersiz olsa gerek.

Hayvanları beslerken muhakkak bedel ödetiyor insanlar. Tıpkı sitedeki kedilere su veren yavrucuğa ve ailesine bedel ödettikleri gibi… Fakat insan anlamakta zorluk çekiyor. Haydi bizim farelerin kafası karışmış, uzaktan baktıkları, hatta göremedikleri, sadece sezebildikleri buğdayla doyduklarını zannediyorlar da bu insanlar kuşlara, kedilere verdiğimiz yiyeceklerden dolayı kendi karınlarının mı aç kalacağını zannediyorlar?

Açıkçası bir mânâ bulmaya çalışıyorum. Çünkü hayatta “Yalnız benim karnım doysun” diye yaşayanlar var. Ki kendileri kimseye bir lokma vermedikleri gibi, veren ellere de mani olmaya çalışıyorlar. Böyle bir bencilliğin altında yatan korkuyu çözümlemek lâzım. Sanırım bu Rabbin lütfu olan hayvanların doymasını, kendi karınlarının doyması kadar mühim görmüyorlar.

Hâlbuki hepsi Rabbin kâinata kondurduğu süsler. Ne zaman ki kerahat vakti giriyor, bütün kuşlar yuvasına çekiliyor. Nasıl da ıssız ve tekdüze bir hâl alıyor dünya. Bunların kıymetini bilmeden yaşayıp gitmek insanın kendine zarar. Hangi done ile olursa olsun, hayvanların beslenmesine karşı çıkan insanların kendi midelerini düşünmekten başka işleri olduğuna inanmıyorum. Allah hidayet versin!