
İNSANI dünyaya geldiği andan itibaren zihnî anlamda yoran, enerjisini azaltan ve kendi olabilmenin hazzından uzaklaştıran temel sebeplerden biri, bana göre fıtratından uzaklaşmasıdır. Her ne kadar fıtratın getirdiği özellikler ile kalmayıp üzerine sürekli olarak eklemeler yapsa da bu eklemeler onun fıtrî temelinden uzaklaştırmaz, aksine onu tamamen geliştirmeye yönelik olur.
Ama her ne sebepse insan türü içinde sürekli olarak kadına yönelik bir anlam krizi hep var olmuştur. “Kadın ne yapmalıdır, görev ve sorumlulukları nedir, nerede durmalı ne durumda harekete geçmelidir, kılık kıyafeti nasıl olmalıdır veya erkekle eşit midir, değil midir?” türünden sorular, toplumdan topluma ve kültürden kültüre artan değişiklikler gösterse de genel anlamda bunların üzerine yeni sorular eklenir fakat eksilmez.
Nedir bu kadına yönelik anlam krizlerinin temeli? Neden kadına bakış tek bir söylem ile olmayıp çeşitli bakış açıları olmuştur? Üstelik çoğu zaman bu bir kabullendirme olarak da dayatılmıştır. Bugün bizler niye kendi inanç ve kültürümüzle değil başka baskın kültürlerin dayattığı gibi olmak mecburiyetindeyiz? Bu artan söylemlerin temelinde ne var ki biz hem fıtrattan uzaklaşıp hem de sanki bu durumdan mutluymuş ve bunu elde etmek için çabalıyor gibi görünmek zorundayız?
Hepsinin temeli aslında tek bir ana sebebe bağlı fakat o sebep üzerinden de farklı alt nedenlerle de ilişkilidir. Kadını kendi özünden, inandığı değerlerinden, yaşadığı toplumun temelinden ve en nihayetinde de onu fıtratından uzaklaştırıp tek tip kadın ortaya çıkarmaktır.
Öyle değil midir? Bunu anlamak için dönüp sadece estetik endüstrisine bile bakmak yeterlidir. Tek tip insan… Aynı şekil yüz hatları ve tek tip güzellik anlayışı… Bizleri farklılaştırıp güzelleştirmiyor. Aksine birçoğuyla aynı simaya getirerek kendi olmayan bir insan hâline getiriyor. Öyle ki aynada başka ama içten içe bambaşka…Sonuç ise hep aynı. Kadın bedensel anlamda bir adım öne çıkabilmek için kültürel anlamda zayıf, yetersiz ve yarına bırakacağı nesiller ile de verimsiz, sorumsuz insan.
Batı ve bu kültüre hizmet ederek oradan destek alan zihniyetin ürünü olan insanlar, kadını aile yaşantısındaki değerli yerinden alıp toplumsal hayatın her yerinde “ama kadına uygun olmayan her yerde” çalışma hayatına sokarak onun gerçek anlamda bir birey olacağını hedefleyerek kadını her anlamda değersizleştirdiler.
Bugün bedensel anlamda kadının çalışmasına uygun olmayan her işte çalışmasının önünü açarak onu aile yaşantısından uzak kalmasını sağlayıp yalnızlaşmaya iten zihniyet, kadın erkek eşit nidaları altında bunu meşrulaştırmayı maalesef başarabilmiştir. Bugün kendi evinde eşine ya da anne babasına bir bardak su vermeyi hizmetçilik olarak kabul eden zihniyet kadının kafe benzeri yerlerde yok fiyata hizmet etmesini medeniyet olarak kabul etmiştir. En kötüsü, toplumun her kesimine de bunu kabul ettirebilmiştir.
Doğu’da, Batı’da ya da Uzak Doğu ve Afrika’da geçmişten bugüne kadına dair düşünceler, tarihin değişik dönemlerinde farklılıklar göstermişse de özü itibariyle benzer olduğu, hatta bazen aynılaştığı görülmektedir. Her şeyden önce şunun söylenmesi gerekir: Kendiliğinden gelişme ile ilgili olarak kadınlar, şimdiye kadar ve sürekli bir biçimde, doğal olmayan bir durum içinde tutulmuşlardır. Bu nedenle doğaları fazlasıyla çarpıtılmış ve bastırılmıştır.
Kadının toplumsal hayattaki yerini belirleme çabası hep sığ ve eksik kalmıştır. Bugün dahi bizler bu zihniyetin verdiği olumsuzluklar ile baş edebilme çabası içindeyiz. Kadının yerinin çalışma hayatında her yerde her şeyi yapabileceği bize sözde özgürlük veren anlayış kadının her anlamda fıtratına aykırıdır. Çünkü kadının çalışma hayatından daha önemli görev ve sorumlulukları vardır ki bunların en başında annelik gelmektedir.
Bunu bile bize o kadar eksik ve yanlış bir şey olarak aksettirdiler ki bugün çalışma hayatında en aktif ve en başarılı olan anneye bile sorsanız evde çocuğuyla baş başa vakit geçirmek için ne tür zorluklar yaşadığından bahsedecektir. Ama maalesef sistemin kıskacından kimse istediği anda kurtulamıyor.
Kendi inanç ve dinamiklerinden uzaklaşmaya çalışan insan kadın veya erkek olsun bir mutluluğa veya hazza ulaşamayacaktır. Ulaştığını zannetse bile bu sadece geçici bir duygu olarak kalacak ve sürekli üstünde olacağını varsaydığı anlam arayışları olacaktır. Bugün kadını fıtratından uzaklaştırma çabası da buna yöneliktir. Yorgun, sevgi ve saygıdan mahrum, üzerine gücünden çok daha fazlası yüklenmiş ama neyse ki ekonomik yönden özgür bir kadın hayata ne kadar tutunabilirse ve hayatta ne kadar anlam bulabilirse o kadar da mutlu olacaktır.