
“KADININ yeri ‘sultanlık’
gibidir” diyor İslâmiyet. Fakat ne zaman ki biz onu o geniş ve hür
iradelerimizle tahtından alıp “Kadın erkek eşit” serzenişleriyle yola çıktık, o
vakit toplumda kadın olmanın zorluğunu yaşar bulduk kendimizi.
İslâm
ve O’nu tam anlamıyla yaşam şekli edinenler için kadın “emanettir”. Dünya
yüzünde hiçbir düşünce ve yaklaşım yok ki, kadına İslâmiyet’in verdiği
ayrıcalıkları/hakları tanısın. Peki, yeryüzüne İslâm nuru inmeden neydi kadının
durumu?
İslâmiyet’in
henüz yeryüzüne inmediği dönemlerde, şu an İslâm ülkelerinin bulunduğu Hicaz
bölgesinde dahi kadın diri diri gömülecek kadar ötekileştirilmişken ve sözde
medeniyet beşiği denilen Batı ülkelerinde de sonraki yüzyıllarda “Hayat
müşterektir” görüşünden hareket ederek kadının konumu fabrikalar, sanayi, ticaret
ve erkek gibi en ağır işlerde ve yine erkek şef baskısı altında insafsızca ve boğaz
tokluğuna beden işçisi olarak senelerce en ağır şartlarda çalıştırıldı.
Sonrasında,
bulunduğu konumdan daha iyi şartlarda olma hayâliyle gerçekleştirilen
evliliklerde de beklenen nihayet olmayınca, kadının modern yaşam koşusunda
sürekli gelecek endişesi ve geçimini hangi yoldan sağlayacağı sıkıntısı ortaya
çıkmış oldu. Kaldı ki, günümüzde de yaşadığımız olaylar kadınların değil
erkekler, hemcinsleri tarafından da anlaşılmadığını ortaya çıkardı. Hâlbuki
günümüz insanları İslâmiyet ile kimliklerinde yazılı olan ibareden biraz daha
fazla alâkadar olabilselerdi, dinimizin kadına verdiği değeri ve bu anlamda da
erkeğe yüklediği mesuliyeti idrak edebileceklerdi.
Dinimiz,
kadının evinde köle gibi değil, hanımefendi olacak şekilde yaşatılmasını
bizlere gösteriyor. Kadın, ev içinde veya dışında para kazanmak zorunda
değildir. Kadının, evli ise erkeği, değil ise babası, babası yoksa da
akrabaları ihtiyaçlarını karşılamak zorundadır. Bu şartların hiçbiri
sağlanmadığı takdirde de devlet, kadına bakmakla yükümlüdür. Kaldı ki İslâm’da,
kadının evinde iş yapması dahi bir ihsandır, sevaptır.
Dinimiz
kadına çok önem vermiş, bununla birlikte erkeğe de çok mesuliyet yüklemiştir.
Eğer inandığımız din üzere bir görev bilincimiz olsaydı, bugün kadınla ilgili
daha farklı perspektifler geliştirmiş olacaktık.
Hemcins
anlayışsızlığı
Son
yaşadığımız olaylar bize, kadının da kadını anlayamadığını bir kere daha
gösterdi. Hak iddia eden kadın kesimi, zaten haklarını bir şekilde elde etmiş
kesimdir. Kendi istediklerini ve bunları hak göstermeye çalışmak için farklı
kadın sosyolojisinden hareket ederek bunu topluma dayatmalarla kabullendirmeye
çalışan üst düzey kadın kesimi, gerçekten “Kadınların istek ve ihtiyacı nedir?”
sorusuna hâkim mi? Kendilerine dair bir hakkı kazanmaya veya reddetmeye
yeltenirken, o hakkı zorla elde etmiş kadının haklarını ezdiğinin ne kadar
farkındalar? Toplumda çatışma veya kadın erkek kavgasından öteye geçti mi
yapılanlar? Kendi üst düzey yaşam standartlarından aşağı bakarak kaç tane Doğu
ve Güneydoğu Anadolu kadınının derdine derman oldular?
Daha
geçtiğimiz yıllarda kadının, fiziksel görünümüne bakılmaksızın TBMM’de yer
edinebilmesi durumu, neden hâlâ birilerini rahatsız ediyor? Gerçekten kadın
hakları adına bir şeyler yapmak için sarf ettikleri çabalar istatistiklerden
öteye geçemeyen ve bunları bile kendi lehlerine kullanacak kadar küçülen üst
düzey aşırı sosyal kadınlar, kaç kere doğudaki kadın sosyolojisi içinde
bulundular acaba?
Kadını
anlamak için üç beş gün doğuda araştırma yaparak, orada en lüks otellerde kalarak
birkaç genelleme yapıp bilgi sahibi olduğunu iddia edenler, kendi yüksek egolarını
bir kenara bırakıp, kaç kere köylü kadının yanına oturup onların bulundukları
yerde yüksünmeden dert dinledi ki onların adına hak arıyorlar? Bunun için iş
hak elde etmeye geldi mi, sokaklarda bağırarak ya da arkalarına birilerini
alarak dayatma ve dirençle hak elde etmek, bu toplumda artık bu türlere saygı
uyandırmaz!
Eğer
ki dertleri gerçekten kadını toplum malzemesi etmek değil, insanlığın temeli
olarak saygın bir yere getirmekse, amaçları bunun için kırsal coğrafyalarda
uzun süre araştırma yaparak ve kendi oturdukları yerden değil de empati
yetisini kullanarak bir işe kalkışırlarsa, o zaman çabalarınız saygı uyandırır!
Zira kadını iyice değersizleştirdiklerinin ve kadın haklarını değil, kadını
kolay elde etme haklarına önayak olduklarının farkında olamayacak kadar küçüldü
sözde hak arayan kadınlar.
Bu
sebeple, kadına dair her şeye itiraz etmeden önce, bu türlerin kendi egolarını,
yaşam tarzlarını, hâlden anlamazlıklarını bir kenara koymadan, farklı
bölgelerde yaşayan kadınların haklarına da tecavüz etmemeliler.
Evet,
“dinî hassasiyet ve haysiyet” ile insan yetiştirmek ve kendini yetiştirmek
kurtarır bu toplumu! Çünkü çıkmaza giden toplumun bu boşluğunu ancak iman
güzelliği doldurabilir. Hele de vurdumduymazlığın ve türlü ahlâksızlıkların her
gün boy gösterdiği modern toplumlarda -ki biz “İslâm” toplumuyuz-, bizleri
kadın olsun, erkek olsun, huzura eriştirecek olan şey ancak budur. Kadını
toplum içinde “kimliksizleştirilme” çabaları, aynı zamanda çağdaş modern
toplumun kadına yüklediği roller ve aile içerisinde kadına yüklenen
sorumluluklar noktasında zorluk çeken günümüz kadınının psikolojik anlamda da
bir rol karmaşası yaşayarak kimlik bunalımı gündeme getirilmektedir. Bunları
kadına verilecek görevlerle değil, kendi iradesi ve isteğiyle yapmasını
sağlamak için en başta aile içindeki sosyalleşme sırasında babanın, onun yükünü
hafifletmesi ve yanında olması, daha sonraki dönemde de eşinin desteği ve
birbirlerine gösterecekleri saygı, hem toplumun temeli olan ailede sağlıklı ve
huzurlu kadını oluşturacak, hem de bu durum, topluma yansıyacak bir seviyeye
erişecektir.
“Kadını
eğitirseniz, toplumu eğitirsiniz” düşüncesini temel alarak, kadının ne kadar
değerli ve önemli olduğu iyi kavranmalıdır. Toplumun temel ayağı olan kadının
bozulması, insanlığın, neslin ve toplumun bozulması demektir. Dolayısıyla en
başta manevî değerlerine, özüne ve kültürüne yabancılaşan kadının içinde
bulunduğu ruhsal çöküntü ve kimliksizleşme, toplumun tümüne yansıyacaktır.
Son
yıllarda özlediğimiz ve yokluğunu fazlasıyla hissettiğimiz, millî ve manevî
değerlerine düşkün, şahsiyetinin bilincinde olan ve imanlı toplum olmak için
kadının bilinçlendirilmesi şarttır. Bu bilinçlendirmeye her kesimden kadının
ihtiyacı vardır. Özellikle yeni nesle, hayatın sadece güzel giyinme, güzel
yeme-içme ve gezmeden ibaret olmadığını ve sadece bu hedef için okuyup bir
yerlere gelmenin önemsizliğini idrak ettirecek olan, onlara manevî değerleri,
kültürümüzü ve erdemli insan olabilmeyi hayatî hedef olarak gösterecek olan,
toplumun temeli “aile”dir. Aile içinde üyeleri eğitecekse “kadındır”.