AYLARDIR gündemin vazgeçilmez oyuncusu, “salgın” olarak
nitelendirilen malûm virütik hastalık. Başlangıç günlerinde “Sıcak en büyük düşmanı ve yaz mevsiminde
tesirini yitirecek” diyerek bizi ümitlendirenler, “İkinci dalgaya hazırlanın!” diyorlar bu kez.
Virüs olmazdan evvel de Temmuz, hem hava sıcaklığı,
hem de gündem itibariyle mevsimin en sıcak günlerine gebe olan bir ay.
2 Temmuz’un ayrı bir özelliği daha var: Artık olmayan
yıllarda, önünde ve arkasında “yüz seksen ikişer” gün olduğu için yılın tam
ortasına denk gelir.
Dünyayı tesiri altına alan hâdiseler, doğumlar ve
ölümler skalasına baktığımızda da önemli bir yer tutar.
Belleklerimizde yer edinen ilk ve en önemli hâdise,
hiç şüphesiz, Sivas’ta meydana gelen Madımak Olayı’dır…
Şimdi o ateşten günlere, Sivas’a gidelim…
Yıl 1993… Aralarında Aziz Nesin gibi birçok yazar,
şair, sanatçı ve bilim insanının bulunduğu grup, Pir Sultan Abdal Şenlikleri
için Sivas’a gelerek Madımak Oteli’ne yerleşirler.
Şehirde hızla yayılan bilgiler ışığında bir araya
gelen başka bir grup ise, önce etkinliğin yapılacağı kültür merkezine ulaşır,
akabinde Hükûmet Konağı’nı taşlamaya başlar. Hızını alamayan ve on bini bulan bu
şuursuz grup, en son otele yönelir.
Duyumlara rağmen alınan güvenlik önlemleri kifâyetsizdir.
Sloganlar atarak otel kapılarına ve pencerelerine dayanan öfkeli kalabalığın
sayısı akşam saatlerine doğru iki katına ulaşır. Önce otel etrafındaki araçlar
ateşe verilir, ardından da taşlanan otel!
Kundaklamanın ağır bilançosu, yangının ve olayların
kontrol altına alınmasıyla açığa çıkar: 33’ü konuk, 2’si otel görevlisi, 2’si
de saldırgan olmak üzere toplam 37 kişinin yanarak ya da boğularak öldüğü
belirlenir.
Ülkeyi karanlık bir viraja sürükleyen ve 28 Şubat’ı
hazırlayan etkenler arasında yer alan Madımak Olayı’nın failleri arasında
bulunan 33 sanık, 16 Haziran 2000 tarihinde yapılan yargılamada, DGM tarafından
yeniden idam cezasına çarptırılır. Ancak 2002’de idam cezasının yürürlükten
kaldırılmasıyla cezaları müebbet hapse dönüştürülür.
Aradan geçen 27 yıla rağmen, üzerindeki sis perdesi
henüz aralanmış değildir!
Ece
2 Temmuz tarihli ikinci hâdise, Keriman Halis Ece’nin
elde ettiği güzellik unvanıdır.
1 metre 70 santim boyundaki Keriman Halis, 16 Şubat
1913 tarihinde, yangın söndürme aletlerinin mümessili Tevfik Halis Bey ve
Ferhunde Hanım’ın altı çocuğundan biri olarak İstanbul’da dünyaya gelmiştir.
Hem Çerkez Adige, hem de Çerkez Ubıh kanı taşıyan
Kafkas kökenli küçük Keriman, tahsilini Boğaziçi (Feyziati) Lisesi’nde
yapmıştır. Fransızcayı anadili gibi bilen ve çok iyi derecede piyano çalan
kâinat güzelimiz, baba tarafından Ace Sülâlesine mensuptur.
2 Temmuz 1932 yılında Cumhuriyet gazetesince
düzenlenen Türkiye Güzellik Kraliçesi Yarışması’nda birincilik kürsüsüne çıkar.
Bu derece, 31 Temmuz 1932’de Belçika’nın Spa kentinde yapılan ve jüri
üyelerinin tamamı Hıristiyanlardan oluşan dönemin en prestijli yarışmasında da Müslüman
Türk kadınını birinciliğe taşıyacaktır.
Keriman Halis’in başında “Dünya Güzellik Kraliçesi”
tâcı vardır. İlginç olan ise, tezahüratta bulunan halkı selâmlamak için bir
Türk bayrağı yoktur. Neden sonra, metrelerce atlas bulunmuş, orada yapılan ve
balkondan dalgalandırılan bayrakla izleyiciler selâmlanmıştır.
Atatürk, bu yarışma sonrasında Keriman Halis’in
nazarında tüm Türk kızlarının ve ırkının güzelliğine atıfta bulunur ve takdir
eder. O uzun açıklamanın son paragrafında dikkat çeken bir ayrıntı yer alır:
“Türk ırkının dünyanın en güzel ırkı olduğunu tarihî
olarak bildiğim için, Türk kızlarından birinin Dünya Güzeli intihap edilmiş
olmasını çok tabiî buldum. Fakat Türk gençlerine bu münasebetle şunu da
tahattür ettirmeyi lüzumlu görürüm: Münferit olduğumuz tabiî güzelliğinizi
fennî tarzda muhafaza etmesini biliniz ve bu yolda uyanık bir tekâmülün
mütemadi tahakkukunu ihmâl etmeyiniz. Bununla beraber, asıl uğraşmaya mecbur
olduğunuz şey, analarınızın ve atalarınızın oldukları gibi yüksek kültürde,
yüksek fazîlette birinciliği tutmaktır.”
Atatürk tarafından “kraliçe” anlamına gelen “Ece”
soyadı verilen Dünya Güzeli Keriman Halis Hanım, Paris Sefâreti eliyle
kendisine ulaştırılan iltifata, “Bu muvaffakıyyetim, sizin memleket
kadınlığına telkin ettiğiniz fikirlerin eseridir” diyerek telgrafla
karşılık verir.
Keriman Halis, vatana döndüğünde Sirkeci Garı’nda
kraliçeler gibi karşılanır ve Murtaza Sadık Kağıtçı isimli bir girişimci,
soyadının veriliş hâdisesinden etkilenerek meşhur “Ece Ajandası”nı çıkarır.
98 yıllık hayat hikâyesi, 28 Ocak 2012 tarihinde son
bulur ve Feriköy Mezarlığı’nda toprağa verilir.
İstiklâl Madalyalı bir Türk kadını
2 Temmuz tarihine adını yazdıran başka bir kadın daha
vardır. O da “Kara Fatma” lakaplı, Milis Üsteğmen rütbesiyle Türk Ordusu’ndan
emekli, İstiklâl Madalyalı, Fatma Seher Erden’dir.
Balkan, Birinci Dünya ve Türk Kurtuluş Savaşı’nda yer
almış, sergilediği kahramanlıklara imza atması ona güçlü, azimli ve korkusuz
Türk kadınının örnek şahsiyeti olma payesini kazandırmıştır.
1888’de Erzurum’da başlayan hayatı, Binbaşı Ahmet Bey
ile kesişmesinin ardından Balkan ve Kafkas Cephelerinde geçer. Yanında yer alan
kadınlarla birlikte savaşır ve eşinin Sarıkamış’ta şehit düşmesi üzerine memleketi
Erzurum’a döner.
1919 yılında kongre için Sivas’ta bulunan Mustafa
Kemal’i ziyarete gider. Görüşmenin ardından Batı Cephesi’nde görevlendirilir ve
Milis Müfreze Komutanı olarak önce İstanbul’a, Yunan işgali üzerine de İzmir’e
geçerek vatanın kurtuluşu için savaşır.
Artık cepheden cepheye koşan kahraman bir askerdir.
İnönü Harpleri ile Sakarya ve Dumlupınar Meydan
Muharebelerine katılır. Bursa’nın Yunan işgalinden kurtuluşunda rol oynayan da
ondan başkası değildir.
Çavuşluk rütbesiyle başladığı askerlikten üsteğmen
rütbesi ile emekli olur ve maaşını Kızılay’a bağışlar.
Savaşta eşiyle beraber iki oğlunu da kaybeden Fatma
Seher Hanım, İstanbul’da bir Rus manastırında yaşamakta iken tanınmış bir
gazeteci tarafından bulunur. Zamanın İstanbul Belediye Başkanı Lütfi Kırdar,
durumdan haberdar olur ve Kasımpaşa’da bir vakıf evine yerleştirir.
Ömrünün son yıllarında sefalete düşen Kara Fatma,
geçirdiği hastalıktan sonra Darülaceze’ye yatırılır. Onun çâresizliğine şâhit
olan Kars Mebusu Tezer Taşkıran ile Rize Mebusu Yusuf İzzet Akçal’ın TBMM’ye
verdikleri önerge ile 170 liralık aylık tahsis edilir.
Kurtuluş Savaşı’nın en önemli kadın aktörlerinden biri
olan Fatma Seher Hanım, 2 Temmuz 1955 senesinde, 67 yaşında Darülaceze’de
hayata vedâ eder ve Kasımpaşa’daki Kulaksız Mezarlığı’na defnedilir.
Türkiye’de kadın
İkisi de Türk kadınıydı… Biri podyumlara çıkartılıp
taç giydirilen güzellik kraliçesi, diğeri cepheden cepheye koşan, gözü pek,
kahraman bir asker…
İkisi de anneydi… Biri Cumhuriyet kadınlarına örnek
gösterilen, diğeri Cumhuriyet için canı pahasına mücadele veren…
İkisi de ünlüydü… Birine “Ece” soyadı veriliyor, ödüle
ve paraya boğuluyordu; diğeri “Kara Fatma” lakabıyla anılıyor, maaşını Türk
Kızılay’ına bağışlıyordu.
İkisi de ölümlüydü… Biri varlık ve rahatlık içinde
evinde; diğeri, sefalet ve hastalık içinde Darülaceze’de hayata vedâ ediyordu.
İkisi de kadındı… İkisinin de amacı Türk milletini,
Türk bayrağını temsil etmekti. Biri yarışarak, diğeri savaşarak adını tarihe
kazıdı. İkisi de masumdu. Rahmetle yâd ediyoruz…
Gelelim yazımıza verdiğimiz başlıkla ilgili
kuracağımız birkaç cümleye…
Ülkemizde kadına yönelik şiddet, alınan önlemlere
rağmen ne yazık ki aynı ritimde devam ediyor. Hayatını kaybedenlerin yanına her
gün yeni kadınlar, sahipsiz yeni ayakkabılar ekleniyor.
Sadece şiddete maruz kalmıyor kadınlar. Klavye başında
racon kesen ve cinsiyet ayrımı gözetmeksizin kadına dil uzatan, en önemlisi de,
yukarıda anlatmaya çalıştığımız tarihten bîhaber yaşayanların yaşattığı sosyal
medya teröründen etkileniyor.
Son zamanlarda bu terörün mağduru olan kadınlara göz
atalım…
CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun, “kentteki
hukuka aykırı yapılaşmayı kontrol ve kent suçlarını takip etmekle görevli
olduğunu, görevini yerine getirdiğini” iddia ettiği CHP İlçe Başkanı Suat
Özçağdaş’a verdiği talimat üzerine Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Prof. Dr.
Fahrettin Altun’un Kuzguncuk’taki evinin fotoğraflanmasıyla olup bitenlerden
habersiz olan Altun’un eşi…
KADEM ve THY Yönetim Kurulu Üyeliği ve TÜRGEV Yönetim
Kurulu Başkanlığını yürüten gazeteci Fatmanur Altun, bahsi geçen kadınlardan ilkiydi…
Olay mahkemeye taşındı ve devam ediyor.
İkinci isim, cezaevinde bulunan eski HDP Eş Genel
Başkanı Selahattin Demirtaş’ın eşi Başak Demirtaş… Sosyal medyada yapılan
paylaşıma ilişkin tepki verenlerin başında Adalet ve İçişleri Bakanlarımız
geliyordu. İstanbul’da yaşayan şüpheli, saklandığı Sakarya’da gözaltına alınmasını
müteakiben çıkarıldığı mahkemece tutuklandı.
Cumhurbaşkanlığı Atama Kararları ile Ankara Kültür ve
Turizm İl Müdürlüğü görevine atanan çiçeği burnundaki Ali Ayvazoğlu’nun, AK
Parti Trabzon Milletvekili olan eşi Bahar Ayvazoğlu… Sözcü gazetesinde köşe
yazarı olan Saygı Öztürk’ün “Trabzon Böyle Bir Yükseliş Görmedi” başlıklı
yazısında hedef tahtasına konulan üçüncü kadın… İçişleri Bakanı Süleyman Soylu,
“Seni Türkiye’nin tüm namuslu insanlarına
şikâyet ediyorum” diyerek Öztürk’e büyük tepki göstermişti.
Son kurbanlardan biri de, AK Parti Grup Başkanvekili
Özlem Zengin... Kadın cinayetlerinin ele alındığı oturumda HDP’lilerin
eleştirilerine yanıt verdiği sözlerinin ardından, kendisine yönelik sosyal
medya aracılığıyla, üstelik kadınları savunurken çirkin hakaretlere maruz
kalmıştı.
Ve dün… Hazîne ve Mâliye Bakanı Berat Albayrak’ın,
“Rabbimize şükürler olsun, bu gece 4. evladımız Hamza Salih ailemize, dünyamıza
sefalar getirdi. Sevgili eşim Esra’ya bize bu mutluluğu yeniden yaşattığı için
sevgi ve minnetlerimi sunuyorum. Dualarınızı bekleriz” şeklinde sevincini sosyal
medyadan duyurması üzerine, eşi Esra Albayrak, hedef hâline geldi.
Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, bu kişilerin hukuk
önünde hesap vereceklerini açıklarken, çirkin saldırıya her kesimden ortak bir tepki
geldi. Ki doğrusu da budur.
Savaşta dahi kadını koruyup kollayan bir dinin
mensupları olarak, soyumuzun devamı ve neslimizin korunması için evvelâ
anneleri, anne adaylarını muhafaza etmeliyiz.
Bu satırları kaleme alırken rahmetli Cem Karaca’nın, o
meşhur parçası bana eşlik ediyordu:
“At bizim, avrat bizim, silah bizim, şan bizim
Namus belâsına gardaş, yatarız, zindan bizim…”