Kadını tanımlamak (2)

Hıristiyanlığın kadın-erkek düşüncesi hep “günah” etrafında şekillenmiştir. Bu şekillenme din olarak Hıristiyanlıkta bekârlığı teşvîk edici bir hâl alırken, arka planda gayrımeşrû ilişkilerin daha yoğun şekilde işlenmesine neden olmuştur.

KADIN ve erkek, yaratılışları gereği birbirinden farklıdır. Bu farklılık yalnız fizikî anlamda değil, rûhsal olarak da kendini gösterir. Burada kadın ve erkeğin fizikî farklılığından daha çok, rûhsal farklılıkları ve aşka bakışları üzerinde duracağız.

Bütün kutsal kitaplarda erkek, idealize edilen tiptir ve Âdem’in kişiliğinde ortaya konur. Âdem, fizikî olarak pis balçıktan yaratılmış ama Tanrı’nın rûhuyla yoğrularak idealize edilmiştir. Üstün insandır Âdem.

Havva ise bu pis balçığa Tanrı’nın rûhu üflendikten sonra onun kemiğinden yaratılmıştır. Dolayısıyla Âdem, fizikî pisliğine karşı Havva’nın tanrısal rûhla mücehhezleşmiş Âdem’den meydana gelmiştir. Kadının fizikî güzelliği bu noktada başlar. Kadının Havva şahsında rûhsal olarak kötülenmesiyse “yasak meyve” etrafında sembolize edilir. Yasak meyveye herkes farklı bir anlam yüklemiştir, ama en çok kabul gören görüş “cinsellik”tir. Havva, yasak meyveyi yedikten sonra cinsellikle tanışmış ve kirlenmiş olarak yeryüzüne sürülmüştür Âdem’le birlikte.

Hıristiyanlığa göre ilk günahı kadın işlemiştir ve ilk düşüş de Havva ile başlamıştır. Dolayısıyla kadın cinsel boyutuyla kabul edilmez Hıristiyanlıkta. Bu yüzden çiftleşmeden hamile kalan Meryem, mâsumluğun sembolüdür ve Havva’nın düşüşüne karşılık yükselişi sembolize eder. Havva ne kadar cinsellikse, Meryem o kadar mâsumiyettir! Âdem için de aynı şey geçerlidir. Âdem, Havva’nın suç ortağıdır ve ilk düşüşü o da yaşamıştır. Onun düştüğü yerde bu defa İsa devreye girmiş, tıpkı Âdem gibi babasız bir çocuk olarak yükselişi sembolize etmiştir. Âdem ve çocuklarının işlediği günahı (buna özel anlamda “cinselliği” diyebiliriz) işlemeyerek (bekâr kalarak) çarmıha gerilmiş ve göğe yükselmiştir. Bu yüzden rahip ve rahibeler evlenmez ve cinsel perhizdedirler.

Hıristiyanlığın kadın-erkek düşüncesi hep “günah” etrafında şekillenmiştir. Bu şekillenme din olarak Hıristiyanlıkta bekârlığı teşvîk edici bir hâl alırken, arka planda gayrımeşrû ilişkilerin daha yoğun şekilde işlenmesine neden olmuştur. Kadın ve erkek ilişkilerinin tarih boyunca bu çerçevede tanımlanışı, bugün dahi kadın ve erkeğe bakışımı şekillendirmiş, ifrat ve tefrit arasında bir yerde bırakmıştır. Kadın karşıtı söylemin hâkim olmasının ardında bu ilk yaratılış ve düşüş yatmaktadır.

Aşk ve cinsellik anlamında kadın ve erkeğin rolüne baktığımızda aradaki farkın daha da derinleştiğini görürüz. Erkek fıtratı ile kadın fıtratı, aşk ve sevgi konusunda her zaman çatışma hâlindedir. Kadının sevgide sahiplenici tutumuna karşılık, erkeğin sorumsuzluğu göze çarpar. Erkek, kadını bir av olarak görür ve avını elde ettiğinde artık doyuma ulaşmıştır.

Kadın ise, erkeği bir liman gibi görür ve ona sığınır. Bu sığınma, aynı zamanda sahiplenmedir. Erkek, yaratılışı gereği, karşılaştığı her kadından hoşlanır. Ama kadın böyle değildir. Erkeğin maymun iştahlılığına karşın, kadın bu anlamda ağırkanlıdır. Bu durumu Ortega Y. Gasset şöyle tanımlar: “Hoşlanmayla sevmeyi birbirine karıştırmamak gerekir. Yoldan geçen güzel kız, erkek duyarlılığının çeperinde bir kıpırdanma yaratır; erkek duyarlılığı -erkeklere bir övgü olarak söyleyelim bunu-, kadın duyarlılığına göre etkilenmeye daha açık bir duyarlılıktır. Bu kıpırdanma, erkeğin kadın yönünde otomatik olarak ilk harekete girişmesine yol açar. Bu tepki öyle otomatik ve mekaniktir ki kilise bile bunu günah saymayı göze alamaz.”[i]

Gasset, ardından şöyle devam eder: “Bir erkek üzerinde hemen her kadının yaptığı çekme etkisi, kişiliğimizin derindeki özüne içgüdüsel çağrı niteliği taşıyan bir etkidir.”[ii]

Erkek, bilinçaltında oluşturduğu şablona uygun bir tipte kadınla karşılaştı ise, hoşlanma veya sevme duygusu da harekete geçer. Fizikî olarak güzel yaratılmış olan kadın, her zaman bu anlamda erkek karşısında üstündür. Çünkü güzellik, üstünlüktür. Kadın ve erkeği karşılaştırdığınızda, kadınların erkeklerden daha güzel olduklarını görürsünüz. Bu anlamda birçok erkek hayatı boyunca birçok kez âşık olmasına karşın, kadınsa çoğu kez bir defaya mahsus sever. Bunun dışında bir davranış gösteriyorsa kadın, büyük ihtimâlle Sofho gibi erkeksi duyguları, kadınsı duyguların emri altına girmiş demektir.

Aşk ve cinsellik anlamında erkeğin sahip olduğu rûha kadın da aynı şekilde sahip olmuş olsaydı, toplumdaki ahlâkî çürümüşlüğü ve bugünkü aile olgusunu konuşmuyor olacaktık. Bunu Ortega Y. Gasset, çok güzel ortaya koymuştur. “Erkek cinselliğiyle kadın cinselliği arasında, kendiliğinden normal bir kadını sevgide böylesine tutucu yapan oransızlık, belki de insan dişisinin imgelem açısından erkeğe göre genellikle daha güçsüz olmasındandır. Dikkatli ve öncül görüşlü olduğundan, doğa, bunun böyle olmasını istemiştir; çünkü bunun tersi olsaydı, kadınlar da erkekler ölçüsünde hayâl gücüyle donatılmış olsalardı, gezegenimiz ahl3aksızlığa gömülür ve insan cinsi duygusallığa kapılarak ortadan kalkar, yok olup giderdi.”[iii]

Hıristiyanlığın ilk düşüş/ilk günah ile sorumlu tuttuğu kadın, gerçekte erkeği yoldan çıkaracak güce sahip olduğu hâlde, erkek kadar rahat ve baştan çıkarıcı davranmamaktır. Erkeğin rûhu çoğulcu iken, kadının rûhu tekildir. Bu yüzden erkeğin duygusunu gemlemede zorlandığı kadar, kadın rûhu gemlemede zorlanmaz.

Bütün bunların ışığında kadın ve erkek, gerçekte birbirini dengeleyici durumda yaratılmıştır. Kadının aşırıya kaçtığı yerde erkek, erkeğin aşırıya kaçtığı yerde kadın sınırlayıcı olmuştur. Kadının erkekte, erkeğin kadında teskîn bulmasının adı bazen “aşk”, bazen “cinsellik”tir. Her iki durumda da davranışları belirleyen fıtrat, yani yaratılıştır.



[i] Gasset, age. Sh.65

[ii] Gasset, age. Sh.65

[iii] Gasset, age. Sh.275