
BAŞINDA tacıyla,
ülkesiyle kadın… Ayağında çarığıyla, öküzüyle kadın… Dilinde türküsüyle,
sevdasıyla kadın… Kucağında bebeğiyle, ninnisiyle kadın… Elinde tarağıyla,
sürmesiyle kadın… Belinde kemeriyle, eteğiyle kadın… Eşsiz zarafeti ve omzunda
yüküyle kadın… Âdem’in kaburga kemiğinden modern dünyaya kadar her yerde ve her
zaman kadın…
Bazen
saçından sürüklenen, bazen gönülde taht kurulan… Ana, bacı, yâr olsun; ister
hayâlleri suda, kendi kötü yollarda olsun; ister bir eli balda, öteki yağda
olsun; bu defa kalemin kudreti, ruhumdaki kadına dair cümleler kursun…
“Kirpiğin
kaşına da değdiği zaman, diyardan diyara sür beni beni” türküsünün şu an
kalbimde tozu dumana kattığını bilmenizi isterim. Bu aşkın en tutsak edici ve
en kavurucu hâli ve o kaş, o kirpik, bir kadının yüzünde… Bir erkeğin gücünü
yerle bir eden ve dünyaya meydan okuyacak yeni bir güç bahşeden o kirpikler,
bir kadının gözünde. Yepyeni bir kalbin attığı ilk mekân, bir kadının rahminde.
Sancıları dindirecek bir tebessüm, bir tatlı söz, yine onun dilinde. Dünya değirmenini
döndüren su onun elinde.
“Kadın
insan mı, değil mi?” diye tartışmışlar bir zamanlar. Bunu tartışanların belli
ki insanlığı yokmuş. Kendilerini doğuran kadınlar insan değilse, onlar nasıl
insan doğabilmişler acaba? Ve kızlar toprağa diriyken gömülmüş. Ne denir ki
başka, insanlık ölmüş!
Aklıyla,
dişiliğiyle ülkeleri savaştıran ve ülkeleri barıştıran o. Kerhanelerde üç beş
kuruşa pazarlanan o. Sıcacık yuvalar kuran, ocaklar tüttüren, ekmeğe sabrı
katık yapan o.
Ne
var ki, modern dünya onun onurunu bir başka yaraladı. Ekranlarda sadece bir
bedenden ibaret görünüyor kadın. Dekolteye mahkûm edilmiş, zarafeti üzerine
sömürgeler kurulmuş. Ama heyhat! Erkek, zaafına ve bir kadın aklına yenik
düşerek Cennet’ten kovulmuş. Kadın istemeyegörsün, kaderin güçlü kalemi onun
estireceği fırtınayı yazar. O, bir duasıyla evlâdına baht tayin eder.
Oyuncak
bebekleriyle oynarken daha, kendi bebeklerini doğuran küçücük analar var
doğuda. Çocukluk hevesleri kursaklarında düğümlü, baba ocağına, ana kucağına doymamışlar;
ağızlarını açıp kendilerine dair tek cümle kuramamışlar.
Batıda
bir başkadır şehir kızları! Okurlar, diplomalar alır, kariyerler yaparlar. Ne
var ki bir gelinlik, bir düğün, bir yuva, birkaç çocuk yoktur kendileri için
verdikleri onca kararın içinde.
Erkeğin
naif ve çekingen, kadınınsa yırtıcı ve her şeyden sorumlu olduğu bir dünya
kuruldu şimdilerde. Naz hakkını elinden kaptıran ve erkeğin nazını, kahrını
çeken, omzuna hayatın bütün yükünü alan kadın portresi var dünya tablosunda.
Yok, düşman değilim erkeğe! Ana hakkı babanın üç katı fazla iken, iki kat
yetkisini de kabul ederim erkeğin. Emanete sahip çıkmak şartıyla tabiî! Kadın
bir nazenin, bir emanet erkeğe…
Keşke
ekmek derdine düşmeselerdi, sıcak yuvalarında çocuk büyütselerdi… Huzur ve sükûnet
dolu gülüşleriyle açsalardı akşam kapılarını… Erkek, nefis yemek kokuları ve
çocuk cıvıltılarıyla dolu evinin eşiğinden geçerken, aşkın en yakınında
olduğunu hissetseydi… Böylece torunlarını kucaklarken bile göz göze yeselerdi
yemeklerini... Bir yastık yetiverseydi iki başa…
Dünya
huzursuz ve güvensiz bir yer olup çıktı. Her yerden cepheler açıyoruz yeni savaşlara.
Ah o savaşlar ve dökülen kanlar, kadın gözünden dökülen yaşlar!..
Dövülmeden,
sövülmeden, bir lokmayı zehir gibi yemeden, gözü yaşlı uyumadan yaşasınlar.
Onlar yaşasınlar ki kucaklarından rahmet taşsın! Dünyanın kalbidir kadın,
dünyanın kalbini kırmasınlar. Ferhat’ın adı varsa Şirin’in eseri, Mecnun’un adı
Leyla’dan beri… Oyalı yazması, kınalı eli, sürmeli gözü, cilvesi nazı… Elleri,
yüzü buruşsa bile, elini öpüp başını dizine yaslamak, huzurdan bir dağa dayanmak
gibi. Kadın muhabbettir; köpüklü bir kahve eşliğinde bir şiir gibi… Kadın
Meryem’dir, Fatıma’dır, Asiye’dir, Rabia’dır. Kadın kötülüğe meylederse zehirli
oktur, tuzaktır. Ebu Leheb’in veya Lut’un lânetli eşleri gibi… Hem yakar, hem
yanarlar sonunda. Kadın ahudur, ilhamdır, sanattır, merhamettir, ahlâktır.
Çocuk
gibi içlenmek, ağlayıvermek, utanıp başını eğmek, sığınmak, ürkmek, çekinmek
bir kadına yakışır. Kale gibi sağlam durmak, gözyaşını içine akıtmak, korumak
kollamak bir erkeğe yakışır. Binalar, köprüler, yollar ve barajlar inşa eden
bir erkeğin elidir. Danteller, oyalar yapan, kilimler dokuyan, yemekler
pişiren, kadının elidir. Kadın duygudur, mahremdir, gizemdir. Bir erkeğin
yerini alırsa kadın mahrumdur, kadın mazlumdur.
Bitmeyecek cümlelere özetle kadın haysiyet, kadın şahsiyet ve kadın insanlık için sadece onurdur!