Kadın

Keşke ekmek derdine düşmeselerdi, sıcak yuvalarında çocuk büyütselerdi… Huzur ve sükûnet dolu gülüşleriyle açsalardı akşam kapılarını… Erkek, nefis yemek kokuları ve çocuk cıvıltılarıyla dolu evinin eşiğinden geçerken, aşkın en yakınında olduğunu hissetseydi… Böylece torunlarını kucaklarken bile göz göze yeselerdi yemeklerini... Bir yastık yetiverseydi iki başa…

BAŞINDA tacıyla, ülkesiyle kadın… Ayağında çarığıyla, öküzüyle kadın… Dilinde türküsüyle, sevdasıyla kadın… Kucağında bebeğiyle, ninnisiyle kadın… Elinde tarağıyla, sürmesiyle kadın… Belinde kemeriyle, eteğiyle kadın… Eşsiz zarafeti ve omzunda yüküyle kadın… Âdem’in kaburga kemiğinden modern dünyaya kadar her yerde ve her zaman kadın…

Bazen saçından sürüklenen, bazen gönülde taht kurulan… Ana, bacı, yâr olsun; ister hayâlleri suda, kendi kötü yollarda olsun; ister bir eli balda, öteki yağda olsun; bu defa kalemin kudreti, ruhumdaki kadına dair cümleler kursun…

“Kirpiğin kaşına da değdiği zaman, diyardan diyara sür beni beni” türküsünün şu an kalbimde tozu dumana kattığını bilmenizi isterim. Bu aşkın en tutsak edici ve en kavurucu hâli ve o kaş, o kirpik, bir kadının yüzünde… Bir erkeğin gücünü yerle bir eden ve dünyaya meydan okuyacak yeni bir güç bahşeden o kirpikler, bir kadının gözünde. Yepyeni bir kalbin attığı ilk mekân, bir kadının rahminde. Sancıları dindirecek bir tebessüm, bir tatlı söz, yine onun dilinde. Dünya değirmenini döndüren su onun elinde.

“Kadın insan mı, değil mi?” diye tartışmışlar bir zamanlar. Bunu tartışanların belli ki insanlığı yokmuş. Kendilerini doğuran kadınlar insan değilse, onlar nasıl insan doğabilmişler acaba? Ve kızlar toprağa diriyken gömülmüş. Ne denir ki başka, insanlık ölmüş!

Aklıyla, dişiliğiyle ülkeleri savaştıran ve ülkeleri barıştıran o. Kerhanelerde üç beş kuruşa pazarlanan o. Sıcacık yuvalar kuran, ocaklar tüttüren, ekmeğe sabrı katık yapan o.

Ne var ki, modern dünya onun onurunu bir başka yaraladı. Ekranlarda sadece bir bedenden ibaret görünüyor kadın. Dekolteye mahkûm edilmiş, zarafeti üzerine sömürgeler kurulmuş. Ama heyhat! Erkek, zaafına ve bir kadın aklına yenik düşerek Cennet’ten kovulmuş. Kadın istemeyegörsün, kaderin güçlü kalemi onun estireceği fırtınayı yazar. O, bir duasıyla evlâdına baht tayin eder.

Oyuncak bebekleriyle oynarken daha, kendi bebeklerini doğuran küçücük analar var doğuda. Çocukluk hevesleri kursaklarında düğümlü, baba ocağına, ana kucağına doymamışlar; ağızlarını açıp kendilerine dair tek cümle kuramamışlar.

Batıda bir başkadır şehir kızları! Okurlar, diplomalar alır, kariyerler yaparlar. Ne var ki bir gelinlik, bir düğün, bir yuva, birkaç çocuk yoktur kendileri için verdikleri onca kararın içinde.

Erkeğin naif ve çekingen, kadınınsa yırtıcı ve her şeyden sorumlu olduğu bir dünya kuruldu şimdilerde. Naz hakkını elinden kaptıran ve erkeğin nazını, kahrını çeken, omzuna hayatın bütün yükünü alan kadın portresi var dünya tablosunda. Yok, düşman değilim erkeğe! Ana hakkı babanın üç katı fazla iken, iki kat yetkisini de kabul ederim erkeğin. Emanete sahip çıkmak şartıyla tabiî! Kadın bir nazenin, bir emanet erkeğe…

Keşke ekmek derdine düşmeselerdi, sıcak yuvalarında çocuk büyütselerdi… Huzur ve sükûnet dolu gülüşleriyle açsalardı akşam kapılarını… Erkek, nefis yemek kokuları ve çocuk cıvıltılarıyla dolu evinin eşiğinden geçerken, aşkın en yakınında olduğunu hissetseydi… Böylece torunlarını kucaklarken bile göz göze yeselerdi yemeklerini... Bir yastık yetiverseydi iki başa…

Dünya huzursuz ve güvensiz bir yer olup çıktı. Her yerden cepheler açıyoruz yeni savaşlara. Ah o savaşlar ve dökülen kanlar, kadın gözünden dökülen yaşlar!..

Dövülmeden, sövülmeden, bir lokmayı zehir gibi yemeden, gözü yaşlı uyumadan yaşasınlar. Onlar yaşasınlar ki kucaklarından rahmet taşsın! Dünyanın kalbidir kadın, dünyanın kalbini kırmasınlar. Ferhat’ın adı varsa Şirin’in eseri, Mecnun’un adı Leyla’dan beri… Oyalı yazması, kınalı eli, sürmeli gözü, cilvesi nazı… Elleri, yüzü buruşsa bile, elini öpüp başını dizine yaslamak, huzurdan bir dağa dayanmak gibi. Kadın muhabbettir; köpüklü bir kahve eşliğinde bir şiir gibi… Kadın Meryem’dir, Fatıma’dır, Asiye’dir, Rabia’dır. Kadın kötülüğe meylederse zehirli oktur, tuzaktır. Ebu Leheb’in veya Lut’un lânetli eşleri gibi… Hem yakar, hem yanarlar sonunda. Kadın ahudur, ilhamdır, sanattır, merhamettir, ahlâktır.

Çocuk gibi içlenmek, ağlayıvermek, utanıp başını eğmek, sığınmak, ürkmek, çekinmek bir kadına yakışır. Kale gibi sağlam durmak, gözyaşını içine akıtmak, korumak kollamak bir erkeğe yakışır. Binalar, köprüler, yollar ve barajlar inşa eden bir erkeğin elidir. Danteller, oyalar yapan, kilimler dokuyan, yemekler pişiren, kadının elidir. Kadın duygudur, mahremdir, gizemdir. Bir erkeğin yerini alırsa kadın mahrumdur, kadın mazlumdur.

Bitmeyecek cümlelere özetle kadın haysiyet, kadın şahsiyet ve kadın insanlık için sadece onurdur!