PANDEMİ yüzünden pek evden
çıkmamaya çalıştığımız bugünlerde, vazifeler yahut ev işleri bitince ister
istemez “Bir şeyler izleyelim, dünyada neler olup bitiyor şöyle bir bakalım”
diyerek televizyon kumandasını alıyoruz elimize. Şöyle bir dolaşınca ne rezil
hayatlar, ne aldatmalar, ne cinayetler, ne arsızlıklar dökülüyor önümüze…
Dizi
filmler, haber programları, sözde çözüm için yapılan gündüz kuşağı programları,
toplumun ne hâle geldiğinin birer göstergesi. Diyeceksiniz ki, “Daha önce yok muydu
bu olaylar?”. Elbette vardı. Ama bu kadar pervasızca çoluğun çocuğun önüne
dökülmüyordu. Bir haber okudum bu programların yayından kaldırılacağına
dair. Ne kadar iyi olur. “Bu tür
programların geneli değerlendirildiğinde içeriği oluşturan konuların daha çok
eşlerin birbirlerini aldatması, çarpık ilişkiler ve toplumun millî ve manevî
değerleri ile bağdaşmayan, Türk aile yapısına uymayan olaylar üzerine
odaklandığı tespit edilmiştir” şeklinde açıklama getirilmiş RTÜK tarafından.
Keşke kaldırılsalar!
Sadece
bunlar mı? Daha ne programlar var! Diğerlerine değinmeyeceğim. Ama “Bahsettiğim
programları oluşturan hayatlar neden bu kadar tefessüh etti?” diye düşünürken,
Adem Sevgi Hocamın yazısı geçti elime. İşte sebeplerin başında İslâmî
yaşantımızın geldiğini anlatmış Sevgili Hocam. Siz sevgili okuyucularımızla
paylaşmak istedim...
***
“İnsanoğlu…
İşin bam teline dokunmadan, meselelerin etrafında dolanmakla hiçbir arıza
düzelmez, hiçbir sorun çözülmez. Tam aksine, yara daha da derinleşir ve
çözülemez hâle gelir. Kâinatta kendi yaşamı için çevresini değiştiren tek
varlık insandır. İnsan etrafını kendisi için yaşanabilir hâle getirmek üzere
uğraşır durur. Hiçbir hayvan, doğanın genel yapısını ve dokusunu bozmaz. Tam
tersine, kendi yaşamı için doğaya katkı sağlar. Ama insanoğlu sürekli doğa ile
mücadele eder. Doğanın tüm çehresini değiştirir. Yemyeşil bir tabloya milyonlar
verir ama yemyeşil alanları beton yığınına çevirir. İnsan doğada olduğu gibi
sosyal yaşam alanlarında da yanlış tercih yaparsa toplumsal düzeni altüst eder.
İnsan
edep üzere yaşamalı. ‘Edep’ veya ‘adap’ dediğimiz ilkeler, yaratılış
esaslarıdır. Bu temel yaşam öğretisinden uzak kalanlar ahlâkî buhranlara
düşerler. Allah insanoğlunu bir fıtrat üzere yaratmıştır. Yarattığı insanı
Rabbimiz çok iyi biliyor. Mülk Sûresi’nin 14’üncü ayetinde Yüce Mevlâ’mız, ‘Yaratan,
yarattığını bilmez mi? O bütün ayrıntıları bilendir, her şeyden haberdardır’ buyurmaktadır.
Ezelî ve ebedî ilim sahibi olan Allah (cc), bizlere kurallar bildirmiştir. Bu kuralların
temeli ise adap kurallarıdır.
Özelikle
kadın-erkek ilişkilerinde kadın ve erkek ortak alanlarda sürekli birlikte ve iç
içe olurlarsa, bugün yaşadığımız toplumsal ahlâk çöküntüsü kaçınılmaz hâle gelir.
İster dinî, ister dünyevî işler olsun, kadın ve erkek sürekli bir arada, aynı
ortamlarda bulunurlar ve bu ortamları her an paylaşmak durumunda kalırlarsa,
toplumun çözümlenmesi mümkün değildir. Bizi ilgilendiren, İslâm adına hizmet
veren kuruluşların kadın-erkek konusunda çok ama çok hassas olma durumlarıdır. Kim
ne derse desin, kim ne tepki verirse versin, kadın ve erkek, hizmet adına aynı
ortamı sürekli paylaşmamalıdır. Hele yanlarında mahremleri yokken asla ve asla
erkek ile kadın bir araya gelmemelidir.
Kimse
kendini bulunmaz Hint kumaşı zannetmesin! Kimse ‘Benim kalbim temiz’ masalını
anlatmasın! Hepimiz insanız, hepimiz nefisle mücadele hâlindeyiz. Nefis, insana
sürekli kötülük emreder. Aklın göbekle diz kapağı sınırlarında dolaştığı bu zamanda
kadın-erkek çalışma ve iş alanlarının ortak olması, telâfisi olmayacak
sorunları da beraberinde getirir. Bunun açık örneklerini neredeyse her gün
yaşıyoruz ama konuşmaktan dahi korkuyoruz. Bu konuları konuşmamak, üzerinde
durmamak, bazı endişelerden dolayı gündemden uzak tutmak, insanların kör
kuyular içinde kalmasına sebep oluyor ve gün geçtikçe yara daha da
derinleşiyor, içinden çıkılmaz bir hâl alıyor.
Müslümanlar
İslâm’ın koyduğu ölçüler çerçevesinde kadın-erkek ilişkilerini ve çalışma
şartlarını uygulamadıkları takdirde toplum yapısı mutlaka ve mutlaka
bozulacaktır.
Haramlara
ulaşmak kolay hâle gelirse insan, nefsine mağlûp olur. Kimse edebiyat yapmasın,
insan zayıf yaratılmıştır! İnsan ile haram arasında engel koymazsanız, insanın
harama düşmesine sebep olursunuz. Bunun sebebi hâline gelirsiniz. Bizim sözümüz
dinî hassasiyeti olmayan, ahiret kaygısı taşımayan ve dini kendine bir yaşam
düsturu saymayan kesimlere değildir. Yaşam felsefesini kim ne üzerinde
oturttuysa ona göre yaşasın, ama toplumun temel ahlâk yapısını bozmak kimsenin
hâddine değildir!
Herkes
kendine göre bir ölçü belirler ve o ölçülere göre hayatını sürdürür. Ama İslâm’ı
referans sayanların bu konudaki eksiklikleri ve işi ciddiye almayışları büyük
vebâldir. Bu meyanda cemaatlerin, teşkilâtların, partilerin, cemiyetlerin,
derneklerin, kulüplerin veya adı ne olursa olsun tüm organizasyonlar, kadın-erkek
hizmet alanlarını yeniden gözden geçirmek zo-run-da-dır-lar!
Bir
konu daha var ki, İslâm açısından hiçbir bilgiye sahip olmayan, sadece birkaç
ezber bilgiye dayalı hareket edenler, hâdlerini bilip bu noktada kenara
çekilmelidirler: “Aman canım, ne olacak?” gibi ahmakça bir bakışla kaç ailenin
yıkıldığı ortadadır. Din, ciddiyet ister. Nefis boşluk kaldırmaz. Gördüğü en
küçük bir boşluktan içeri girmeye kalkar ve oradaki o küçücük gedik, koskoca bir
karadeliğe dönüşür, hepimizi içerisine çekip yutar.
Herkes
kendi alanında kendi sınırlarını bilsin. Dünyanın gidişatı belli. Hepimizin
kendi kusur ve günahları kendimize zaten büyük bir külfet. Bunun yanı sıra toplumun
ahlâk yapısını altüst edecek tüm eksiklikleri gidermek, hepimizin görevi
olmalı. Görmekten öte, bu konuya çok ama çok ehemmiyet verilmelidir. Bir
hizmete koştururken diğer taraftan aile ve toplum kurallarını altüst etmek,
şeytanın en büyük oyunudur. Bu ortama zemin hazırlamak, tüm hizmetlerin
bereketini de, kazanımlarını da yerle bir eder. Başımızda bulunanlar kadın-erkek
çalışma alanlarından ortaya çıkacak bu tür olumsuzluklardan sorumludurlar.
Devlet olsun, kurumlar olsun, kadının kendi iş alanında daha huzurlu
olabilmesi, toplum içinde daha rahat yaşayabilmesi ve çalışabilmesi için uygun
ortam oluşturmak mecburiyetindedirler.
İslâm ümmetinin bugün içinde debelendiği en büyük sorun, kadın-erkek ilişkileridir. Bunu sorun olarak görmeyenler, toplum huzursuzluğunu ve aile sorunlarını başka nedenlere dayandırmaktadırlar. Ahlâkı çözülen bir milletin hiçbir şeyi doğru gitmez. Huzurun ve kalkınmanın temel kaynağı maneviyattır, ahlâktır.”