Kadın dernekleri ve LGBT bağlantısı

Adına “özgürlük” diyerek ahlâksızlığı normalleştiriyorlar. Özgürlüğün sonu yok. Herkes özgür olmak istiyor. O hâlde bırakın hırsızları, katilleri, tecavüzcüleri, onlar da özgürce içlerinden geleni yapsınlar. Neden özgürlüklerini kısıtlıyorsunuz? Diyeceksiniz ki, “Başkalarına zarar veriyorlar”. LGBT’liler de çocuklarımıza psikolojik zarar veriyorlar. Ülkemin evlâtlarına zarar veren bu sapkın güruhun tedavi edilmesini istiyorum.

TÜRKİYE Anayasası’nın üzerinde yasalarla korunduklarına inanıyorlar… Kadına şiddet konusunu kullanıp insanları cinsiyetsizleştiriyorlar… Aile yapımızı bozuyorlar…

Evet, LGBT veya GLBT’den bahsediyorum. 1990’larda “LGB” kısaltmasından sonra ortaya çıktı bu söylem ve 1980’lerin ortaları ile sonlarından itibaren “gay” sözcüğü yerine kullanılarak LGBT topluluğunu temsil etmeye başladı. Birçok aktivist, gay topluluğu kullanımının eksik bir tanımlama olduğunu düşünerek LGBT topluluğu kullanımına geçti. Bu bazen LGBTT (lezbiyen, gey, biseksüel, transeksüel veya travesti) veya LGBTİ (lezbiyen, gey, biseksüel, transgender, intersex) yahut da LGBTTIQ (Lezbiyen, Gay, Biseksüel, Travesti, Transseksüel, Interse, Queer) şeklinde de kullanılmaktadır. 

1900’lerden itibaren kullanılmaya başlayan “LGBT”, eşcinsel hakları mücadelesinde kullanılan çatı sözcüktür. Eşcinsel hareketi olarak adlandırılan LGBT hareketi, eşcinsel sözcüğünün travesti, transseksüel ve biseksüelliği kapsamıyor oluşu nedeniyle çatı sözcük olmaktan çıkmıştır. Hareket “GLBTT” kelimesini kullanmaya başlamış, ancak lezbiyenlerin toplumda “yok” sayılıyor oluşu sebebiyle L harfi başa alınarak kadınlara bir tür pozitif ayrımcılık yapılmıştır. Yurtdışındaki bazı örgütler bu çatı sözcüğe daha sonradan interseksüelleri de temsilen I ya da queeri temsilen Q harflerini eklemişlerdir.

LGBT’nin başlangıcı

İnsanlık tarihi kadar eski LGBT ve eşcinsellik, eski kaynaklarda Milât öncesi 3000-2000 arasındaki döneme kadar uzanırken, LGBT’nin tarihi ile ilgili en eski yazılı belgeler ise eski Mısır, Sümerler ve Hititlere dayanmaktadır. 

Bazı Mezopotamya tapınaklarında, yakın zamana kadar Hindistan’da süren bir uygulamaya benzer biçimde, kutsal fahişelerin yanı sıra kültür hizmetine verilmiş eşcinsel fahişeler de bulunmaktaydı. Yine özel bir önemi olan iki eski Doğu halkı Hititler ve Yahudiler, LGBT tarihinde yer almıştır. 

Milât öncesi 1400’lerden kalma bir Hitit yasa derlemesinde erkekler arasında evliliğe izin veren bir madde belirlenmiştir. Bu yasa, tarihte eşcinsel evliliğe izin veren ilk yasa olma özelliğini de taşımaktadır. 

Bir diğer topluluk olarak Yahudiler ise eşcinselliğe karşı yürüttükleri mücadeleyle tanınırlar. Batı uygarlığının eşcinselliği mahkûm etmesinin temelinde de önce Musevilik, daha sonra da Hıristiyanlık kaynaklarında yer alan bu mücadele yatmaktadır.

LGBT tarihini nasıl anlıyoruz?

Yapılan kazı çalışmalarında genel olarak rastlanan erkek iskeletinin yanında savaş ve av aletleri bulunmuştur. Kadının yanında ise süs eşyaları ve takı bulunmuştur. Ölen kişinin cinsiyeti belli olsun böyle gömülmüşlerdir. Bu eski bir âdettir. İşte bundan dolayı yıllar sonra yapılan bazı kazı çalışmalarında erkeğin yanında süs eşyaları bulunduğunda bu durum, kişinin gay olmasına yorulmuştur. Bu vesile ile geçmişte yaşayan ve farklı yönelimi olan insanlar tespit edilmişlerdir.

Aslında çok eski zamanlarda cinsel kimlik konusu karmakarışık bir konuydu. Tarihin sonraki dönemlerindeyse bu kuralsızlık hâli sona ermiş, kutsal kitapların ve hak dinlerin yaygınlaşması ile eşcinsellik resmî olarak yasaklanmış, toplumun sadece kadın ve erkeklerden ibaret olduğu ve cinselliğin de sadece bu iki cins arasında olabileceği görüşü tam resmiyet kazanmıştır. Kadın, erkek ve babası sahih çocuktan oluşan aile, mülkiyet ve miras anlamında toplumun çekirdek yapısı hâline gelmiştir. Fakat o kadar yasağa rağmen eşcinselliği yok etmeyi başaramamışlar. Sadece gizlenmesini sağlayarak saraylarda, kapalı kapılar ardında bir eğlence biçimi hâline dönüşmesini engelleyememişler. Bütün imparatorluklarda bir saray alt cinsiyeti oluşmuş. İç oğlanı ve oğlancılık gibi terimleri de hatırlarsınız. Bunlar çift kişilik bir ilişki değil de tek kişilik bir eğlencelik gibi yer etmişler kafamızda. Böylece geçen yüzyıllar boyunca eşcinseller kendilerini gizleyerek yaşamışlar. 

Tabiî daha sonra, özellikle Amerika’da, İkinci Dünya Savaşı sonrasında sert bir mücadele dönemi başlamış. Bir tarafta kamu baskısı, bir tarafta karşıda sosyalleşmeye çalışarak onlara direnen gaylar ve destekçileri, öte tarafta devlet ve toplumun büyük çoğunluğu… 

Eski ABD Başkanlarından McCarthy, bir basın açıklamasında demiştir ki, “Amerikalılar, eşcinselliğin topluma zina, fuhuş ve kürtajdan daha fazla zarar verdiğini düşünüyorlar”. Tabiî bunun üzerine orduda, poliste, kamu kurumlarında eşcinseller için toplatılma kararı çıkartmıştır. FBI harekete geçmiş ve nerede eşcinsel varsa numaradan ilişki kurarak onları tespit edip tutuklamıştır. Bu sürece bilim insanları da üst düzey destek olmuşlardır. Eşcinselliği, “sosyopatik kişilik bozukluğu karşı cins korkusuna bağlı patolojik bir bozukluk” diye niteleyen çalışmalar yayınlanmıştır. 1969 yılına gelindiğinde gayların gidebildiği tek bir bar kalmış, New York’ta sonradan sadece gay tarihi değil, toplumsal tarihin de dönüm noktalarından birine ev sahipliği yapacak olan “Stonewall”, 45 polisi rüşvete bağlayıp girişleri çok sıkı kontrol ederek varlığını sürdürmüştür. 

28 Haziran 1969 günü bir grup polis, Stonewall adlı barı basar ve içeridekileri tartaklamaya, gözaltına almaya başlar. Kaçabilenler çevreden de yardım alarak polisleri rehin alırlar. Böylece çatışma eyleme dönüşerek büyür ve sonraki günlere kadar sürer. Çeşitli Batı başkentlerinde eyleme milyon kişilik katılımla destek verilir. İşte gay isyanının kökeni bu olaya dayanır. “Onur Yürüyüşü” adı ile Türkiye’de de tartışma konusu olan eylemin aslı da Stonewall Ayaklanması’na dayanır.

Stonewall’dan bir yıl sonra aynı yerde yapılan eylem yürüyüşü geleneksel bir eyleme dönüşmüştür. Zamanla cinsel yönelimlere bağlı olarak kullanılan sembol harfler de artar. Bunların sıralanışı “LGBTQIA+” şeklindedir. Bu harflerin her biri ayrı bir yönelimi temsil ediyor. Bunların ne kadarı insan doğası içinde ve ne kadarı özenti, tartışmaya açık. 

Çeşitli Avrupa ülkelerinde yapılan araştırmalarda ortalama yüzde beş veya altı kişinin kendisini gay olarak tanımladığı öğrenildi. Dünyada tanınan pek çok sanatçı, kendisini açıkça eşcinsel olarak tanımlıyor. İçlerinde politikacılar, sanatçılar, sporcular ve oyuncuların da olduğu bu kitle bir hayli fazla. Batı ülkelerinin büyük çoğunluğu eşcinsel evlilikleri yasallaştırdı. 

Tüm dinlerin karşı olduğu bu sapkın yönelime ülkelerin tepkileri ise şöyle: Yemen, Irak, Nijerya, Katar, Suudi Arabistan gibi ülkeler eşcinselliğin sapıklık olduğunu nitelendirip toplumun ahlâk yapısını bozan bu güruhu idamla cezalandırıyor. İran ise eşcinselleri ölümle cezalandırabiliyor ancak cinsiyet değiştirme konusunda destek oluyor. Hatta cinsiyet değiştirme konusunda tüm masrafları devlet karşılıyor. Türkiye’de durum çok daha farklı. Bizi eğlendirdikleri sürece gay gibi olanları normal karşılıyoruz. Örneğin Zeki Müren, bizim paşamız oldu, öyle güzel sanat icra etti ki cinsel yönelimi hiç konuşulmadı bile. Bülent Ersoy erkek bedeninde doğmuş bir kadın olarak “Diva” mâkâmına (!) lâyık görüldü. “Kerimcan” diye biri çıktı, gençliğin ahlâk erozyonu yaşamasına neden olacak şekilde yaşantısıyla büyüdü ve meşhur oldu. “Kuşum Aydın” diye biri vardı yine bu milletin meşhur ettiği. Ancak ne hikmettir ki, araştırma sonuçlarına göre Türkiye’deki ebeveynlerin yüzde yetmiş yedisi çocuğunun eşcinsellerle arkadaş olmasını istemiyor. 

Yalnız transseksüellik ile LGBT olayı karıştırılmamalı. Çünkü LGBT sapkın bir güruhun günahlar içinde kaybolmuş cinsiyetsizliğidir. Ortada kalmış ve sapıtmıştır. Fakat transseksüel doğanlar için bunu diyemeyiz. Onlar da Kur’ân’da emredildiği gibi bir tercih yapabilir ve hayatlarını normalleştirebilirler. Devletimiz bu konuda adımlar atmalı ve hasta olan bu LGBT özentisi sapkın güruha psikolojik destekler vermelidir. Hastalığın yanı sıra LGBT, ayrıca siyâsî ve toplumsal bir projedir.

LGBT’nin arkasındaki güç

 Tanzimat’la beraber bu milletin üzerinde başlayan büyük oyunlar var. Bunlardan biri de İstanbul, Çanakkale, Malazgirt ruhunu öldürecek olan Türk aile yapısının bozulmasıdır. İşte asıl hedef, Türk gençliğinin yok edilmesidir. 

Bugün cinsiyet eşitliğinin arkasında çok karanlık güçler vardır. Türkiye’de 95 noktada vakıflar, dernekler vardır. Peki, bu vakıflarla dernekleri kim fonlamaktadır? Kim bunlar? İstanbul Sözleşmesi Türkiye İzleme Plâtformu, Demir Leblebi Kadın Derneği, Cinsiyet Eşitliği İzleme Derneği, Eşitiz (Femin) Kadın Sanatçılar Derneği, Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, Mor Salkım Kadın Dayanışma, Mor El Pembe Ayak LGBT Dayanışma Derneği… Biri bunları bana açıklasın, kim bunlar? Bunları kim fonluyor? Kadın ve kadına şiddet maskesinin arkasına sığınarak bu ülkenin köküne kim dinamit koyuyor? 

Türkiye’de aileler yok oluyor. On yıl sonramızı göremiyorum. Onur yürüyüşüne destek veren CHP’liler ve HDP’liler sırf Hükûmet karşıtı olabilmek için attıkları bu adımın sorumluluğunun altında ezilecekler. Ki istedikleri, aile yapımızı değiştirip ülkeyi kendi istedikleri kıvama sokarak bu zamana kadar elde edemedikleri iktidara kavuşmak. Karanlık ellerin Türkiye maşaları, LGBT’yi güçlendirerek ülkeyi yıkma peşindeler. 

LGBT Derneği’ni arayan Akit TV muhabiri, kimliğini sakladı ve cinsel yönelim noktasında zorlandığını söyleyerek bazı sorular sordu. Karşıdan gelen cevap, âdeta her şeyi özetliyordu: “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası üzerinde bir anayasa ile korunuyoruz; avukatlarımız çok güçlü ve sizi korurlar. Siz sakın kimliğinizi açıklamaktan korkmayın ve örgütlenin!” 

Kimin ne tercih ettiği beni ilgilendirmez, ben sadece ailemizi, neslimizi, ülkemizi bitirme projelerine karşı sizleri uyarıyorum.

Amaçları ne?

Köksüz, dinsiz, devletsiz, vatansız bir nesil inşâ etmek tek amaçları. Dinimiz, kadını yücelten ve onu evinin sultanı yapan en güzel dindir. Kur’ân’da Lût kavminin helâkinden bahseder. LGBT’yi inceleyin lütfen, Lût kavminden farkı yok. Korkuyorum ki, bu kavmin sonu, sonumuz olacak!

Adına “özgürlük” diyerek ahlâksızlığı normalleştiriyorlar. Özgürlüğün sonu yok. Herkes özgür olmak istiyor. O hâlde bırakın hırsızları, katilleri, tecavüzcüleri, onlar da özgürce içlerinden geleni yapsınlar. Neden özgürlüklerini kısıtlıyorsunuz? Diyeceksiniz ki, “Başkalarına zarar veriyorlar”. LGBT’liler de çocuklarımıza psikolojik zarar veriyorlar. Zarar, zarardır; azı çoğu olmaz! Ülkemin evlâtlarına zarar veren bu sapkın güruhun tedavi edilmesini istiyorum. Aksi hâlde biz savaşı derinden kaybediyoruz. Bizi öyle bir noktaya getirdiler ki, Rusya’nın bile özgürlük olarak görmediği sapkınlıkları biz destekliyoruz. Gün geçtikçe daha da kötüye gidiyoruz. Kadına şiddeti kullanarak kadınları kadınlıktan çıkardılar. Dolayısıyla aileler dağıldı, çocuklar başıboş kaldı. 

Tüm bu sapkınlıkların anayasası İstanbul Sözleşmesi çok şükür iptal edildi. Olmasaydı kendi elimizle kendimizi patlatacaktık. Sayın Cumhurbaşkanımıza teşekkür ediyorum. Allah sonumuzu hayreylesin…


Yararlanılan kaynak: Wikipedia