Kadın cinayetlerinin altyapısı ve sosyolojik nedenleri

Buzdağının görünmeyen önemli kısımlarından bir tanesi de “erkeklerin yetiştirilme tarzları”. İyi niyetli olsalar bile ebeveynleri çocuklarına cinsiyet ayrımcılığı içeren bir söz söylediği vakit, o çocuk istediği kadar aile terbiyesi veyahut eğitim almış olsun, benliğinde bir yerlerde o ayrımcılık günün birinde vücût buluyor. Kadınla erkeğin durması gereken yerler tabiî ki farklı. Benim kastettiğim, kız veya kadın cinsiyetini aşağılayıcı bir söz söylenmemesi gerektiği.

GÜNÜMÜZ dünyasında kadın olmak zor! Hem bu topraklarda yaşayan kadınlar için, hem de yeryüzündeki tüm kadınlar için… Kadınlar, yaşadıkları yerin nadide çiçekleri. Narinler, kırılganlar... Emek istiyorlar. Sevgi istiyorlar. Aslını isterseniz, gönüllerini kazanmak çok da zor değil. Bazen bir çiçekle, bir dize şiirle, içten bir tebessümle mutlu olabiliyorlar. Karşılarındaki insandan çok da bir şey istemiyorlar aslında. Biraz güven, biraz sadakât, biraz sevgi, biraz saygı. Hepsi bu!   

Tırnak içerisinde “modernleşen” ancak modernleştikçe sığlaşan bir yapıda o çiçekler hayatta kalmaya çalışıyorlar. Sebebi ise basit: Tam bir saldırı altındalar. Bu öyle bir saldırı ki, erkeklerin hegemonyasında cinayete kurban giden, şiddete maruz kalan, tacize ve tecavüze uğrayan, sırf kadın kimliğinden dolayı ikinci sınıf insan muamelesi gören, günlük kullandığımız kelimelerde dahi subliminal bir şekilde ezilen, hor görülen kadınlar görüyoruz.

Bu sayılanlar, kadınların maruz kaldığı fiziksel, ruhsal ve duygusal şiddetin görünen yüzü. Polis Akademisi Suç Araştırmaları Güvenlik Birimleri Enstitüsü’nde görevli Doç. Dr. Coşkun Taştan ile Arş. Gör. Aslıhan Küçüker Yıldız’ın araştırmasına göre, 2016 yılında 301, 2017 yılında 350, 2018 yılında 281 kadın cinayeti işlendi. 2019 yılında ise bu rakam maalesef 474’e kadar çıktı.

Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, Türkiye, kadın cinayetlerinde her bir milyon kişi başına beş maktul ile dördüncü bantta yer alıyor. Bu veriler ile Türkiye; Almanya, Hollanda, Norveç, İsveç ve İspanya ile birlikte kadın cinayetlerinde aynı kategoride. Şaşırtıcı olan ise, sanki dünyada sadece ülkemizde kadın cinayetleri işleniyormuş gibi bir algı yaratılmaya çalışılsa da Türkiye; 1 milyon kişi başına 6 kadın maktulün düştüğü Finlandiya, 9 kadın maktul ile Belçika ve Avustralya, 13 kadın maktul ile Arjantin, 22 kadın maktul ile ABD, 42 kadın maktul ile Brezilya gibi ülkelerden daha iyi bir durumda.

Araştırmalara göre kadın cinayetlerindeki oranı Türkiye’dekinden daha düşük olan ülkeler sadece dokuz adet. Onlar da Japonya, İngiltere, Danimarka, İtalya, Polonya, İsveç, Yunanistan, İran ve Gürcistan.

Yazılı ve görsel medyada memleketimizde işlenen bir cinayet haberine denk geldiğimizde hepimiz üzülüyoruz. Hele katledilen bir kadın ise, kahroluyoruz! Yapılan araştırmalarda kadın cinayetlerinin işlenmesindeki en önemli etkenin boşanma talebi olduğu görülüyor. Eşlerinin kendilerinden ayrılma talebini sözde erkeklik gururlarına yediremeyen insan görünümlü caniler, talep karşısında ya direkt olarak silaha sarılıyor ya da son bir görüşme bahanesiyle eşini ayrılık talebinden vazgeçirmeye çalışıyor.

Yalnız ortada tuhaf bir durum var: Eşlerini mevcût boşanma taleplerinden vazgeçirmek için son bir kez randevu koparan caniler, ellerine bir demet çiçek alıp görüşmeye gidecekleri yerde yanlarına tabanca ya da silah alıyorlar. Sonrası malûm: Barışma teklifi kabul edilmeyen cani koca, eşini çocuklarının yanında katlediyor. Kendinizi hiç o çocukların yerine koydunuz mu? Annenizi gözlerinizin önünde babanız öldürüyor. “Allah sabır ihsan etsin” demekten başka bir şey gelmiyor insanın elinden.

Aktif etkenler neler?

Kadın cinayetlerinin en önemli etmenlerden bir tanesi de alkol ve uyuşturucu madde bağımlılığı. Hem dinimizce haram kılınan, hem de dünyevî anlamda kişinin iradesini geçici süreliğine ele geçirdiği için hoş karşılanmayan alkol ve uyuşturucu madde bağımlılığı, sadece yuvaların yıkılmasına neden olmuyor. Aynı zamanda kadın cinayetlerinde önemli bir neden olarak karşımıza çıkıyor. Yazık ki ne yazık! Bağımlılığın pençesinde eşini öldüren kişi, hem dünyasını yakmış oluyor, hem de ahiretini.

Bir diğer sorun, maddî ve psikolojik sıkıntılar… Bu başlık yanlış anlaşılmasın, kadın cinayetlerinin sebebi direkt olarak yoksulluk değil. Öyle olsaydı, varlıklı kesimlerde kadın cinayetlerinin görülmemesi lâzımdı. Buradaki en büyük problem, serkeş yaşam tarzı!

Evin erkeği ısrarla çalışmıyor. Kumar oynuyor. Bütün bir gününü aylak bir şekilde geçiriyor. Namusu ile çalışmak istese hayat gailesinin ipinden tutacak. Bir düşüp bir kalksa da yoluna devam edecek. Çünkü Rabbim çalıştıktan, çaba sarf ettikten sonra rızkını ona zaten veriyor. Ama o ne yapıyor? İş aramıyor? Birisi iş verse de çalışmıyor. Bulduğu üç beş kuruş parayı da kahve köşelerinde ziyan ediyor. Çoluğunun çocuğunun rızkını sağda solda yiyor. Öyle olunca, o evin hanımı artık evlilik birliğinin bir anlamının kalmadığını düşünüyor.

Tabiî bir de yukarıda saymış olduğum fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kalan kadınlardan ölüm korkusu nedeniyle veya sırf çocuklarının hatırına kerhen de olsa evliliklerine devam edenler var. Sesleri çıkmıyor. Çıkamıyor. Bâdirenin envay-i çeşidine katlanıp hâli hatırı sorulduğunda “Hamdolsun” diyen kadınlar var. Şükreden, Mevlâ’sını üzmeyen kadınlar var.

Bu saydıklarım buzdağının görünen yüzü. Sadece Türkiye’de değil, dünyanın pek çok yerinde kadınların yaşadığı, hepimizi üzen, dertleriyle dertlendiren sorunlar bunlar. Bir de buzdağının görünmeyen yüzeyi var, suyun altındaki kısım. O kısmı bir hâlledebilsek, görünen kısımdakiler kendiliğinden en aza inecek zaten.

İsterseniz gelin, buzdağının görünmeyen kısmına hep birlikte bakalım, belki de kadına şiddetin gerçek suçlularını bulmuş oluruz. Kim bilir?

Konunun derinliğinde ne yatıyor?

Kadına yönelik şiddetin en önemli etmenlerinden biri olarak “kadının metalaştırılmasını” görüyorum. Var olabilmek için kendi tüketim alışkanlıklarını farklı coğrafyalarda sürdürmek zorunda olan Batılı sermayenin metalaştırarak cinsel birer obje hâline getirdiği kadınlar, aslında kendi hemcinslerinin kıymet-i harbiyesini düşüren Brütüsler.

Obje hâline getirilen kadınların yaratılıştan sahip oldukları ulvî değerlerin içlerinin boşaltılıp yerlerine tamamen -çok affedersiniz- ambalajlı birer paket gibi vitrinde sergilenen ürün misâli piyasaya ısıtılıp ısıtılıp sürülmesi de kadına yönelik şiddeti tetikleyen önemli bir unsur.

Televizyonda her akşam evlerimize konuk olup ideal erkek tipini tarif eden mankenlerden tutun, üzerine neredeyse hiçbir şey giymeyip reklâmlarda boy gösteren çıplak kadınlara, bizlerin bakmaya utanıp sayfa çevirdiği gazetelerdeki müstehcen kadın resimlerine çok matah bir şeymiş gibi “Yürek hoplattı”, “Frikik verdi” gibi başlıklar atarak hayattaki tek gâyesi yüksek tiraj olan ve bu uğurda çalıştığı, ekmek yediği gazetenin sayfalarını paçavraya çevirmekte beis görmeyen genel yayın yönetmenleri (bir dönemin Tan gazetesi akla ilk gelen) ve de başroldeki esas oğlan kendisini dövse de, sövse de, aldatsa da ne yaparsa yapsın filmin ya da dizinin sonunda esas kızın esas oğlanı mutlaka affettiği, müstehcen sahnelerde evde kanal değiştirmek zorunda kaldığımız, yanlarında izlerken çoluğumuzdan çocuğumuzdan utandığımız dizi ve filmlerin yapımcıları, kadına şiddetten ve kadın cinayetlerinden maddî anlamda olmasa da manevî anlamda müteselsilen sorumludur.

Buzdağının görünmeyen önemli kısımlarından bir tanesi de “erkeklerin yetiştirilme tarzları”. İyi niyetli olsalar bile ebeveynleri çocuklarına cinsiyet ayrımcılığı içeren bir söz söylediği vakit, o çocuk istediği kadar aile terbiyesi veyahut eğitim almış olsun, benliğinde bir yerlerde o ayrımcılık günün birinde vücût buluyor. Kadınla erkeğin durması gereken yerler tabiî ki farklı. Benim kastettiğim, kız veya kadın cinsiyetini aşağılayıcı bir söz söylenmemesi gerektiği. Bizim oralarda “Kız gibi ağlama” derler meselâ, bence yanlış! Ağlamak, en insanî duygulardan bir tanesidir. Erkekler de ağlar. Ramazan günü iftarını yapamayacak derecede yoksul olan birini gördüğümüzde, bugün Orta Doğu’da, Filistin’de, Mısır’da, Suriye’de, Libya’da yaşam mücadelesi veren, yardıma muhtaç Müslüman kardeşlerimizi gördüğümüzde, gözlerimizin yaşarması için illâ ki kadın mı olmak gerekir?

Unutmayalım, bu ülkenin merhametli Cumhurbaşkanı, Aylan bebeğin görüntülerini ilk gördüğünde elindeki mendille göz pınarlarını sildi. Ağlamanın cinsiyetle bir ilgisi yok, vicdanla ve insan olmakla yakından bir ilgisi var, hepsi bu!   

Kadına şiddetin bir diğer sebeplerinden bir tanesinin, İslâmiyet dinini tanımamış ya da gerçek anlamda içeriğine nüfûz edememiş kitlelerin varlığı olduğunu düşünüyorum. Yüce Kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’de, başta Nisâ Sûresi olmak üzere kadınlarla ilgili yüzlerce âyet-i kerîme var. Üstelik bu âyetlerin ortak paydasında kadınların bizlere Allah’ın emaneti olduğu vurgulanıyor. Bizler ise emanete hıyanet ediyoruz. Dövüyoruz, sövüyoruz, metalaştırıyoruz, objeleştiriyoruz, hattâ canına kastediyoruz. “Allah akıl fikir versin” demekten başka bir şey gelmiyor içimden. 

Kadınların hemcinsleri vâsıtası ile kendilerini olmadık durumlara soktukları ve kadına şiddeti tetikleyen bir diğer husus da “sosyal medya paylaşımları”. İlk bakışta pek ilgili gibi görünmese de alt metinlerde kadınların tektipleştiği, hepsinin süslü camekânların ardında bir eli yağda, bir eli baldaymış gibi yaşadığı izlenimi veren paylaşımlar, kadınları birbirleri ile gereksiz bir mukayeseye zorluyor. Dudaklar büzülerek sofradaki yemeklerin fütursuzca sergilendiği, herkesin maskesini takıp yüzlerin her daim gülüyormuş gibi rol yapıldığı sahte dünyalar…

Her ne hikmetse, çamaşırı, bulaşığı yıkarken, sofrayı toplarken, ütü yaparken paylaşım yapan yok. Sofrada peynir ekmek yerken kimsenin içinden ne yediğini paylaşmak gelmiyor. Sosyal medyada herkes çok mutlu. Herkes eşini çılgınlar gibi seviyor. Herkes Allah’ın sevgili kulu… Durduk yere icatlar çıkıyor; gebe kalan hanımlar hamilelik süreçlerini en ince ayrıntısına kadar paylaşıyorlar. Utanmasalar doğumu canlı yayında paylaşacaklar. “Bebek banyosu” adı altında bizim kültürümüzde olmayan yeni yeni icatlar çıkarılıyor. Bir araya geliniyor. Alâkasız kutlamalar yapılıyor. Bebek doğduktan sonra annelik paylaşımları da abartılıyor… İşte bu yüzden, maalesef sosyal medyanın dengesiz kullanımı, evde huzuru bozan bir diğer etmen!

Son söz

Kadın olmak gerçekten zor! Kendi annemizi veyahut evli olarak eşimizi düşünerek, ne kadar büyük meşakkatle aileleri ve evleri ile ilgilendiklerine bizzat şâhit oluyoruz. Onları çok seviyoruz. Sevgimizi yeri geldikçe gösteriyoruz. Rabbimize şükrediyoruz.

Ne var ki, bazı kadınlar o kadar da şanslı değiller. Ülkemizde ve dünyanın herhangi bir coğrafyasında kadınlar eziliyor, hor görülüyor, metalaştırılıyor, fiziksel ve duygusal şiddete maruz kalıyorlar. Hattâ katlediliyorlar. Yine de sesleri çıkmıyor. Büyük aşk şairi Cemal Süreyya’nın dediği gibi, “Gidişi sessiz ve asildir/ Kadınlar susarak gider”... 

 

Kaynakça

Doç. Dr. Coşkun Taştan - Arş. Gör. Aslıhan Küçüker Yıldız - Dünyada ve Türkiye’de Kadın Cinayetleri (Polis Akademisi Yayınları-Rapor No:21)

https://www.who.int (Dünya Sağlık Örgütü Verileri)

https://www.ntv.com.tr/kadina-siddet/kadin-cinayeti-istatistikleri

http://www.umut.org.tr/umut-vakfi-kadin-cinayetleri