Kadim akıl ve sorunlar

Türkiye kendi bölgesinde kopacak fırtınalara karşı kendisini ve dostlarını kurtaracak olan selâmet sahilini şimdiden inşâ etmeye başlamıştır. Bu devlet çok büyük ve sandığımızdan daha güçlüdür. Onu çökertmeye çalışanlar, günün sonunda kazdıkları kuyuya kendileri düşecektir.

ÜZERİNDE bulunduğumuz coğrafya, dünyanın en çetin coğrafyalarından birisidir. Onu çetin kılan temel unsur, Asya ve Avrupa’yı birbirine bağlıyor olmasıdır. Bir geçiş yolu olmasından dolayı geçmişte bu coğrafyada vatan tutan pek çok millet, süreç içerisinde tarih olmuştur.

Bu coğrafyayı en son vatan kılan biz Türkler, bin yıldır çok büyük badireler atlatarak bu topraklarda kalıcı olduk. Kalıcı olmaya devam etmek için de ceddimizin yaptığı gibi daima uyanık olmak zorundayız.

Bu topraklarda yaşayanlara uyku haramdır. Bu toprakları, savunma gücünden mahrum olduğunuz an elinizde tutmanız mümkün değildir. Çünkü bu topraklar, stratejik konumundan dolayı pek çok milletin azgın iştihasını üzerine çekmektedir ve çekmeye de devam edecektir.

Aziz okurlar, “Durup dururken bu girizgâhı neden yaptınız?” diyeceksiniz. Nedeni şudur: Bu vatan, tarihte pek çok defa karşılaştığımız gibi yine bir baskı ve tehdit altındadır. İçinden geçtiğimiz tarihsel dönem, bu milletin yeni bir beka sorunuyla karşı karşıya olduğunu açıkça ihtar etmektedir.

Şimdi coğrafyayı gözümüzün önüne getirelim ve şöyle bir bakalım…

Birinci Dünya Savaşı’ndan beri bir sükûnet gölü gibi görünen Karadeniz, Rusya-Ukrayna Harbi’nden sonra yüzyıllık sükûnetine son verdi. Boğazların kontrolü bizde olduğu için, sözde ittifak ortaklarımız Karadeniz’i bir ateş denizine çevirmek için açık ve gizli birtakım plânlar peşinde koşmaktadırlar.

ABD’nin Dedeağaç’a yaptığı yığınak ve buradan hareketle Bulgaristan’da kurmaya başladığı üssü gözden kaçırmamak lâzımdır. Ukrayna’nın komşusu Romanya’nın NATO üyesi olması ve Moldova’daki Rus nüfuzunun bu ülkeyi karıştıracak bir tehdit içermesi, Gürcistan’ın Rusya’yla kanlı bıçaklı olması gibi durumlara bakıldığında bu durum, Karadeniz’deki görece sakin ortamın yakın bir zamanda alev almayacağına dair bir garanti sunmamaktadır. Savaş kızıştıkça Karadeniz’deki sükûnetin bir kaosa doğru evirileceği kendisini belli etmektedir.

Özellikle Ukrayna’nın son zamanlarda Rusların Karadeniz donanmasına yaptıkları bilinçli kamikaze SİDA saldırıları, ufukta büyük bir kargaşanın emareleri olarak görülebilir.

Türkiye’nin Batı hudutlarını çevreleyen Ege Denizi’nde durum, geçen yıllara göre görece sakin olsa da dikkatle takip edilmelidir. ABD’nin Yunanistan’ı Türkiye ile korkutarak Ege Denizi’ndeki bütün kritik adalara büyüklü küçüklü askerî üsler kuracak pozisyona gelmesi, Türkiye’nin güvenliği için alarm çanlarının çalması anlamını taşımaktadır.

ABD’nin Dedeağaç’ta yaptığı yığınak, bir gün Türkiye’yi tehdit için kullanılacak bir kapasite taşımaktadır. Zaten Avrupa Birliği ve ABD’nin Yunanistan’a hadsiz hesapsız modern uçak, gemi ve sair silahlar tedarik etmesi ve bunu ittifak hâlinde oldukları bir ülkenin rağmına yapması asla iyi niyetle tevil edilecek bir girişim olarak görülemez. ABD ve Avrupa Birliği’nin asıl amacı, Yunanistan’ı ileri bir karakol olarak kullanıp Akdeniz’in zengin hidrokarbon yataklarını gayr-i hukukî taktiklerle elde etmeye çalışmaktır.

Doğu Akdeniz’in sahip olduğu yüksek enerji potansiyeli, Atlantik ittifakının iştahını kabartmış görünmektedir. Amaçları, Yunanistan’ın burnumuzun dibine kadar girmiş olan adalarında üsler kurarak Türkiye’yi bu görüntüyle pasifize etmek ve Doğu Akdeniz’deki çıkarlarını savunamaz hâle getirmektir.

Bu işi bugüne kadar yaptılar ancak Türkiye’nin yeni siyâsî rotası ve hükümet etme biçimi, kendi çıkarlarını önceleyen bir rota ve iktidar anlayışı olduğu için bu anlayışın Atlantik ittifakıyla bir şekilde çatışması kaçınılmazdır. Zaten Türkiye bu gerçeklerle er veya geç yüzleşeceğini bildiği için, cansiperane bir gayretle savunma sanayiinde olmazları başarmak için zamanla yarışmaktadır. Çünkü Türkiye, amaçladığı kritik silah sistemlerini yerli ve millî olarak üretirse artık Atlantik ittifakının baskısına boyun eğmeyecektir.

Nitekim Türkiye, bütün açıklamalarında böyle bir oldubittiye boyun eğmeyeceğini ve bedeli ne olursa olsun “Mavi Vatan” tabir ettiği, deniz kaynaklı hak ve çıkarlarını koruyacağını kararlılıkla beyan etmiş ve bunun arkasında gözünü kırpmadan durmuştur. Şu anki dünya konjonktürü Türkiye lehinde olduğu için, karşımızdaki ittifak bunları duymakta fakat tepki vermek için acele etmeyerek bildiğini okumakta yani bizim aleyhimizde olan faaliyetlerine ısrarla devam etmektedir.

Türkiye’nin kendi güç merkezini kuran bölgesel bir süper güç olma mücadelesinin netice vermesi için mutlak surette kendisini iktisadî açıdan zebun düşüren ve cari açığını kapatmak ve bunun yanı sıra güvenli ve sürdürülebilir bir enerji kaynağına ulaşmak zorundadır. İhtiyaç duyduğu bu enerji ise güney sınırlarının yanı başında nazenin bir şekilde dalgalanan Akdeniz’de yatmaktadır.

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki hak ve çıkarlarından göstermelik baskı ve tehditlere boyun eğerek geri adım atması demek, Anadolu karasına kısılıp kalması demektir. Böyle bir niyetimiz olmadığına göre, bize denizlerde açılım sağlayacak güçlü bir donanmayı bütün güçlüklere göğüs gererek var gücümüzle tesis etmek zorundayız. Bizim bunu gerçekleştirmekten başka bir çıkışımız da yoktur.

Eğer Türkiye, tarihteki Osmanlı mirası üzerinden yükselmek istiyorsa Akdeniz ve Karadeniz’e mahkûm olmayan bir büyük donanma kurarak okyanuslara açılmak zorundadır. Okyanuslara açılan ve amacına uygun yerlere güç aktarımı yapan bir Türkiye’nin kuşatılması, çok daha zor olacak demektir. Artık dünyada yeni müdafaa tipi, hudutlar ve iç denizlerden değil, okyanuslardan başlamaktadır.  

Irak ile Türkiye arasında Fav Limanı’ndan Ovaköy’e kadar uzanacak olan kara ve demiryollarıyla örülmüş “Kalkınma Yolu” hem Irak’ın kurtuluşu, hem de Türkiye’nin kalkınması anlamına geldiği için, Irak yönetimi bölgedeki çıban başı olan PKK’yı bitirmek konusunda bizimle her zamankinden daha yakın bir işbirliği içinde olacaktır. 

Güneydeki kargaşa

Türkiye’nin güneyine gelecek olursak, Suriye sahasının tam bir kargaşa manzarası sunduğunu söyleyebiliriz. Suriye’de Amerika ve avenesi var, Rusya var, İran var, İsrail var, Türkiye var ve kısmen Arap ülkeleri var. Bu kadar dar bir alanda bu kadar çok ülkenin nüfuz alanı kurması ve bu alanların birbirinin içinde bulunması hiç de hayra alâmet bir durum değildir. Şu bir gerçektir ki, Suriye’deki mevcut kaosun tehdit ettiği asıl ülke Türkiye’dir.

ABD’nin Suriye’de kukla bir PKK devletçiği kurması ne Rusya’yı, ne İran’ı, ne de Arap devletçiklerini rahatsız etmektedir. Böyle kukla bir devletçiğin oluşturulması sadece Türkiye’nin önünü kesmeye ve onun için kargaşa çıkarmaya yöneliktir.

Ayrıca Kuzey Suriye’de kurulacak bir devletçiğin buradaki muhalif ve hoşnutsuz nüfusu Türkiye’ye yönelteceği açıktır. Türkiye an itibarıyla böyle bir mülteci yükünü kaldıramaya muktedir değildir. Çünkü 2011 yılından itibaren ortalama beş milyonluk bir mülteci nüfusunu besleyip barındırmak zorunda kalan Türkiye, bu uğurda çok ciddî bir ekonomik bedel ödemiştir. Ekonomik bedel bir yana, bu hareketli nüfusun kendi sosyal dokusunu tahrip etmeye başladığı da görünen bir gerçektir.

İşte Türkiye’nin, şartlar ne olursa olsun, Suriye’nin kuzeyinde kurulacak bir kukla devlete karşı açık bir tavır alacağı ve bu bapta hiçbir tehdit ve baskıya boyun eğmeyeceği hususu, bu realiteden kaynaklanmaktadır. Çünkü ABD ve Rusya güçleri bugün gelirler yarın giderler ama biz daima buradayız. Bugün ucuz bir bedel ödemekten kaçınırsak, yarın daha ağır bir bedelle karşı karşıya olacağımız herkesin malûmudur. İşte bu yüzden Türkiye, Suriye’ye yönelik geçmişte Afrin’den başlayarak Resulayn’da tamamladığı bir harekât dizisi gerçekleştirdi.

Bugünkü durum, Rusya’nın Suriye’de zayıfladığını göstermektedir. İran ise yaşadığı iktisadî buhran ve iç karışıklıktan dolayı önceki yıllara nazaran daha temkinli bir faaliyet içerisinde görülmektedir. Ayrıca İran’ın her hareketinin İsrail tarafından takip edildiğini de not etmemiz lâzımdır.

ABD’nin çok pragmatist bir devlet olduğu aşikârdır. Seçimlerden sonra Trump gibi radikal bir tipin başkan olması durumunda Afganistan’da yaşanan şeyin Suriye’de de yaşanmayacağını kimse ileri süremez. ABD’nin böyle çok keskin dönüşler yaptığını biliyoruz. Bu konuda ABD’nin hiçbir oyun ve oyalamasına gelmeden, dikkat ve sabırla bu kaygan coğrafyayı takip etmek durumundayız. ABD de vaktinin az kaldığını biliyor olmalı ki bu teşebbüsü bir an önce gerçekleştirerek uğursuz bölgesel plânına bir nokta koymak istiyor.

ABD bu amaçla Irak ve Suriye PKK’sını birleştirmek ve bu yapıya karşı çıkacak diğer unsurları tasfiye edip bir an önce sonuç almanın peşindedir. Fakat böyle bir teşebbüs hem Türkiye, hem de İran tarafından engellenmeye çalışılmaktadır.

Nitekim ABD’nin Deyrizor sınırını oradan Suriye’ye gelecek sevkiyata kapatmak istemesinden sonra o bölgedeki PKK unsurlarına karşı Fırat kıyılarında yurt tutmuş olan Arap aşiretlerinin şiddetle ayağa kalkması ve bu isyan girişiminde bulunan unsurların da  genelde Sünnî aşiretler olması, işin arkasında Türkiye’nin olduğunu düşündürmektedir.

Nitekim Dışişleri Bakanı Fidan’ın bu durumun daha başlangıç olduğuna dair bir demeci, işin renginin daha da kızışacağını ve bilmediğimiz bazı dinamiklerin harekete geçeceğini göstermektedir. ABD, Deyrizor ve Münbiç’te zor durumda kalan PKK unsurlarını güvence altına almak için, Arap aşiretleri nezdinde birtakım siyâsî girişimlerde bulunmuştur. Ancak cin bir kez şişeden çıkmıştır. Aşiretler, harekete geçtiklerinde ne yapacaklarını görmüş ve güçlerini test etmişlerdir. Nitekim aşiretlerin Münbiç’e yönlenmesi sırasında Türkiye’nin kontrolündeki SMO’nun da onlara destek amacıyla harekete geçmesi, tablonun büyük bir kızışma esnasında hangi renge boyanacağını çok iyi göstermektedir.

Buna bağlı olarak, Suriye hava sahasını kullanamayan Türkiye, çok gelişmiş topçu bataryalarını kontrol altındaki bölgelere sevk ederek buralardan Aynisa hattına karşı muazzam bir top baskısı uygulamakta ve arkasından da SMO’yu harekete geçirip küçük cepheler kazanarak güneye doğru hamlesini genişletmektedir. Bu teşebbüs aslında Suriye’de Türkiye’nin örtülü bir operasyon yaptığını göstermektedir. Çünkü Türkiye, bu zamana kadar adını koymadan herhangi bir toprak kazanımına girmemişti. Ancak son yaşanan olaylar, Türkiye’nin küçük cepler hâlinde SMO’ya topraklar kazandırarak güneye doğru genişlemeye başladığını ve özellikle Aynisa hattına doğru açıldığını göstermektedir.

Yakın zamanda ABD’nin o malûm yapıyı bir devletçiğe dönüştürmesi durumunda, Türkiye’nin elde ettiği bu kritik noktalardan harekete geçeceğini varsayabiliriz. Memnuniyetle belirtelim ki, Türkiye Suriye’de olup biten her şeye diğer tüm devletlerden daha çok hâkimdir. Kuvvetle muhtemeldir ki, Türkiye, ABD’nin seçim düzlemine girdiği ve dikkatini içe verdiği bir esnada bu kukla yapının üzerine amansız bir şekilde çullanacak ve kendi işini kendisi görecektir.

Türkiye’nin Irak’taki durumu Suriye’ye göre daha kolay görünmektedir. Irak ile Türkiye arasında Fav Limanı’ndan Ovaköy’e kadar uzanacak olan kara ve demiryollarıyla örülmüş “Kalkınma Yolu” hem Irak’ın kurtuluşu, hem de Türkiye’nin kalkınması anlamına geldiği için, Irak yönetimi bölgedeki çıban başı olan PKK’yı bitirmek konusunda bizimle her zamankinden daha yakın bir işbirliği içinde olacaktır.

 

Kafkaslarda kim ne istiyor?

Kafkaslara gelince…

Zengezor Koridoru’nun 2024 yılında açılacak olması ve bu vadenin yaklaşması, bölgede çıkar ve hesabı olan bütün devletleri harekete geçirmiştir. Rusya birtakım oyunlar kurmakta, İran ise yapamayacağı hâlde tehditler savurmaktadır. ABD, Ermenistan ile müşterek tatbikatlara girişmekte, Avrupa ise bir nalına bir mıhına vurarak duruma vaziyet etmektedir.

Türkiye, Rusya ve İran’ın bölgedeki çıkarları ne kadar çakışırsa çakışsın, hiçbiri Batılı ülkelerin Kafkaslarda boy göstermesini istemez. Böyle bir manzara, kendi uhdelerinde olan çözümün uluslararası bir nitelik kazanarak tasarruflarından çıkması anlamını taşır.

Nitekim Başkan Erdoğan bu işin Rusya, Türkiye, Ermenistan ve Azerbaycan arasında çözülmesini ileri sürmüş ve bu amaçla ülke liderleriyle bir görüşme trafiği başlatmıştır. Başkan Erdoğan'ın yaklaşımı akılcı bir yaklaşımdır ve çözüm odaklıdır. Batı’nın güdümüne giren bir Kafkasya meselesinin akıbetinin çözümsüzlük olacağı aşikârdır.

Zaten Atlantik ittifakının bileşenleri Zengezor Koridoru’na sıcak bakmadıklarını Hindistan’daki G20 Zirvesi’nde “Hint-Avrupa Ekonomik Yolu” gibi gerçekleşmesi muhal bir tasarıyı öne sürerek göstermişlerdir. Güya Hindistan’dan çıkacak olan bu yol Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve İsrail üzerinden Akdeniz yoluyla Kıbrıs’a gelecek, oradan da Yunanistan’a bağlanacaktır. “Ölme eşeğim ölme yaz gelsin de yonca vereyim” kabilinden olan bu güdük proje, Çin’in Bir Kuşak Bir Yol  projesinin Orta Asya ayağını ve ayrıca Basra Körfezi’nden Fav Limanı aracılığıyla Türkiye’ye bağlanacak olan ikinci ayağını sabote etmek için ileri sürülmüş maksatlı bir projedir. 

Son söz

Aziz okuyucu, dört bir tarafımız ateşin sorunlarla çevrilmiş gibi görünse de Devletimizin kadim aklı, etrafımızda olup bitenlere, bölgemizde olup bitenlere ve dünyada olup bitenlere karşı her zamankinden daha uyanık ve dikkatlidir.

Türkiye kendi bölgesinde kopacak fırtınalara karşı kendisini ve dostlarını kurtaracak olan selâmet sahilini şimdiden inşâ etmeye başlamıştır. Bu devlet çok büyük ve sandığımızdan daha güçlüdür. Onu çökertmeye çalışanlar, günün sonunda kazdıkları kuyuya kendileri düşecektir. Vesselâm…