Kader-tedbir-gayret ve denge

Biz kadere iman ederken aklın ve imkânın el verdiği ölçüde payımıza düşen bütün önlemleri almakla, yaptığımız her işi en iyi şekilde ve hakka riayet ederek icra etmekle yükümlüyüz; başa gelenlere sabrederken yine en doğru şekilde hareket etmek ve O’na el açıp yardım dilerken üzerimize düşenleri de yerine getirmekle mükellefiz.

DOĞAL afetler ve ölümler kaçınılmaz. Afetlere karşı direnç, ölüme kadar sağlık ve afiyet için gayret göstermek ise akla yatkın. Sadece akla mı? Yok efendim, akla yatkınsa imana da yatkındır. Ve hatta bu bir tenasüp meselesi olmayıp “teklif” meselesidir.

Yaradan, insanı aklı ve gücü nispetince “mükellef” tutmaktadır. Dünyevî imtihanlarımız içinde olagelen iniş çıkışlarda, söz ve davranış, etkileşim ve duygu kontrolü gibi pek çok insanî varış noktalarından yükümlüyüzdür. Yüce Allah’a (cc) karşı görevlerimiz ve gücümüz nispetince O’nun tarafından bize gönderilen imtihanlarımız süresince çevremize karşı sorumluluklarımız var. Amaçsızca salınan bir toz zerresi değiliz. Ki toz zerreleri bile bir amaca hizmet etmek üzere Yaradan’ın emrindedir (bakınız; toz zerreleri ile yağmur ilişkisi).   

Tabiî hayatı algılama biçimimiz de imanla doğru orantılı. Mülkün gerçek sahibini bilir ve kelâmına iman edersek, En’am Sûresi 59’uncu ayette, “Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır; onları O’ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde ne varsa bilir. O’nun bilgisi dışında bir yaprak bile düşmez. O, yerin karanlıklarındaki tek bir taneyi bile bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır” buyurduğuna da iman eder ve savaş sırasında yapılması gerekenleri söylerken bildirdiği üzere “Korunma tedbirlerini alın” (Nisa-71) ayetine de riayet ederiz.

Allah, iman edenlere, savaşa çıkarken gafil avlanmayacak şekilde tedbirli ve akıllı davranmaları gerektiğini öğütler. Ve hatta namaz kılınacağında belli gruplar hâlinde düzen kurulması gerektiğini söyler. Velhasıl, aklın, ilmin ve İlâhî bilginin sahibi, eşref-i mahlûkatın da akıl ve ilim üzere hareket etmesini emreder. Fakat yaprağın düşüşü de, denizlerin dibi de, yerin altındaki tek bir tane de O’nun hükmündedir. İnsan olaylar karşısında ne yaptığıyla sınanmaktadır.

Önlem almak ve aklın gereğini yapmak her şeyden önce Allah’ın kullarına yüklediği bir yükümlülüktür; fakat bu, başa gelenlerin yönünü tayin etmek üzere değil, Allah’ın rahmet ve merhametine mazhar olmak gayesiyledir. Ama İlâhî adalet ya olayların yönünü gayrete göre şekillendirir ya da başa gelenlerin içindeki hayırla ve dirayetle insanı müjdeler. Velhasıl, gayret hiçbir surette Hak katında boşa gitmez. Fakat sonuç her zaman insanın hayâl ettiği şekilde de gerçekleşmez. Sonuç ne olursa olsun, Rabbin affı, merhameti, mağfireti ve rahmeti oradadır.

Deprem gibi yıkım getiren afetler öncesinde de insanın birtakım yükümlülükleri vardır; afetin vuku bulduğu zaman diliminde ve sonrasında da insanın yapması gerekenler muhakkaktır. Bütün bunlar ölümü tehir etmek ya da Allah’ın “Ol” emrine karşı direnmek olmadığı gibi, ecel vakti gelene kadar dünya ve ahirette faydaya erişebilmek adına gayret etme gereği, O’nun emri ve yardımıyladır. Pek tabiî insan, kul sıfatıyla çevreye zarar vermemekle ve daha ziyade yaşadığı, nefes aldığı ömür mühleti boyunca fayda vererek yaşamaya çabalamakla mükelleftir. Allah’ın istediği ve emrettiği insanî yönelim her şeyi O’ndan bilerek ve “Her şey O’nundur” diyerek yaşamak, O’na kulluk ve ibadet etmek, hem de yaptığı işi en hakça ve en iyi biçimde icra etmek, çevreye, tabiata ve tüm mahlûkata fayda verecek şekilde emek vermektir. İnsan her şeyi doğru yaptığında da başına birtakım imtihanlar gelecek, fakat Allah’ın yardımı da bu imtihanlar boyunca yanında olacaktır. (İnşallah.)

Öyleyse imanın şartları içinde yer alan ve çeşitli ayet ve hadislerle sürekli altı çizilen “kadere iman” mevzuu da aynıyla vakidir. Bir müteahhidin malzemeden çalarak yaptığı binanın enkazı altında kaldığınızda, o müteahhidin dinen, ahlâken ve vicdanen suçlu olduğunu bilirsiniz fakat sizin başınıza gelende de bazen bir uyarı, bazen imtihan, bazen bir suçun ceremesi ve bazen de İlâhî rahmetin şer görünendeki hayrı yaratması olarak algılar, süreci sabır, gayret ve hak üzere tamamlaması için kalbinizi yönlendirirsiniz. Yaradan, dünyada bir suçun ceremesini verdiğinde bunun bir rahmet olduğunu akledersiniz. Çünkü O’ndan gelen her şeyde muhakkak bir hayır vardır. Belâ ve musibetlerde de…

Kaderin önümüze birtakım zorluklar çıkarması, insanı sorumluluktan berî kılmaz. İnsan her an ve her olay karşısında nasıl davrandığı ve çevreye nasıl etki ettiği bağlamında sorumludur. Çünkü insan dünyevî olaylarda ve başa gelen imtihanlarda bir yön tayin edebilecek akıl ve kudrette yaratılmıştır. Nasıl ki Yaradan kimseyi gücünün yettiğinden fazlasıyla imtihan etmiyorsa, bu, bütün imtihanlarımızda aklı ve gücü kullanmamız gerektiğini de beyan eder. Ve her şeye rağmen akıbet yine O’nun hükmündedir. Bize düşen, her durum karşısında hakça, imana ve insana yakışır biçimde hareket etmektir.

Daha nice ayet ve hadisle desteklenebilecek bir iman düsturudur ki, biz hayır ve şerrin O’ndan geldiğine iman eder, ama her olayın iyi ya da kötü vesilelere bağlandığını bilir ve her olay öncesi, sırası ve sonrasında bize düşen bir gayretler silsilesi olduğunu da idrak ederiz. İnsanlık ve kulluk bir gayret mertebesidir. Akıbetler de O’nun hükmündedir. Cüz’î iradeye yüklenen her bir eylem ve duruş, kişinin hesaba çekileceği alandır ve bu alanda bırakın birine ya da birilerine zarar verme ihtimâlini, insanın kendine verdiği zarar bile azap sebebi olabilecektir.

Kadere iman eden insan, aynı zamanda tedbir almadığı hususlarda, sağlığına gereken özeni göstermediği durumlarda ve çevreye fayda verebilecekken pasif kaldığı hâllerde ya da elindeki imkân ve gücü zarar verecek biçimde tasarruf ettiği bütün vaziyetlerde sorumludur. Muhakkak dünya mahkemelerini teğet geçse dahi Rabbin mizanında yaptığı ve yapmadığı her şeyle karşılaşacaktır. Bu, Allah’ın vaadidir ve Rabbin vaadi asla şaşmaz.

Cüz’î irade kaza ve kader dairesi içinde insanın gücü, imkânı ve aklı nispetince, Allah’ın emirleri istikametinde yapılanlar ve yapılmayanlar için geçerli. Yine gündemimiz olan deprem üzerinden yola çıkarsak cüz’î irade yaşamayı ve ölmeyi mümkün kılamaz. Cüz’î irade depremi ya da benzer afetleri durdurup aktif edemez. İnsan kendi yaptığını zannettiği daha pek çok şeye de müstakil bir güç yetiremez; fakat bütün bunlar karşısında ne yapacağı hususunda tercih alanlarına sahiptir ve şüphesiz hesabını verecektir. Bir afette ister devlet mercileri, isterse şahıs ve kurumlar olsun, tedbir alma yolunda aklın gereğini yerine getirmeyenler nasıl ki sorguya çekileceklerse, süreçte başa gelenleri karşılarken de nasıl bir duruş sergilediğimizle imtihan olmaktayız. Depremde yara alanların imtihanı ve Allah’ın bu şerde gizlediği hayır ve rahmet birbirinden ayrıdır; depremde bizzat etki almadığı hâlde imkân nispetince nerede durduğumuz da ayrı bir imtihan ve rahmet vesilesidir.

Fayda, fayda, fayda… İnsan olmak, fayda ile yaşamak gayretini mecburî kılar. Kulluk, Allah’ın yarattığı tüm bu kâinata en ufak bir tınıdan en büyük devinime kadar, her bir temas edişte hayrı ve faydayı hedef almak gerektiğini fısıldar.

Bir bina inşâ ederken en doğru zemini etüt etmek, en doğru projeyi ve mimariyi meydana getirmek, en dayanıklı malzemeleri kullanmak ve bütün gayretini orada yaşayacak insanların ve toplumun emniyetini göz önünde bulunduracak şekilde sarf etmek imanî, İslâmî, insanî ve aklî bir gerekliliktir. Aksi düşünülemez, kabul edilemez ve hafifletilemez.

Yapılan her işte Hakk’ın rızasını gözetmek, sorumluluğumuzdur. Hakk’ın rızası da ancak helâl yollarla, alın teriyle, fayda verecek ve kimseye zarar vermeyecek şekilde icra edilen işlerle elde edilebilir. Fakat bunlar, başımıza gelen olayların, kazaların ve ölümün yönünü tayin etmez. Bunlar ancak başa gelenlerde ne kadar sorumlu olduğumuzu, kul hakkına girip girmediğimizi ve ahirette de hesaba tutulup tutulmayacağımızı vaat eder. Ve pek tabiî, işini iyi yapanlara hayırlı akıbetler yaratan Allah’ın rahmeti boldur. Halis bir niyetle gayret eden herkese iki cihanda da karşılığını misliyle verir. O Ganî’dir ve Malikü’l-Mülk’tür.

Her şeyde dengeyi bulmak elzem. Allah’ın verdiği aklı ve gücü doğru ve hayırlı istikametlere kanalize etmek gerek. Fakat bunu yaparken Küllî İradenin sahasına giren akıbetleri tayin edebileceği gafletine de düşmemek gerek. Gayret bizden, takdir Allah’tan.

Bir sırrı daha buraya yazayım: Kadere iman ve belâya sabır, pasif bir duruş değildir. Kadere iman, kişiyi yüksek bir insanî sorumluluğun tam da ortasına bırakır. O’ndan gelecek her türlü hayır ve şerde bize düşen hareket ve eylemlerin sonucundan mükellef olduğumuzu kalbe mühürler. Biz kadere iman ederken aklın ve imkânın el verdiği ölçüde payımıza düşen bütün önlemleri almakla, yaptığımız her işi en iyi şekilde ve hakka riayet ederek icra etmekle yükümlüyüz; başa gelenlere sabrederken yine en doğru şekilde hareket etmek ve O’na el açıp yardım dilerken üzerimize düşenleri de yerine getirmekle mükellefiz.

Kadere iman nasıl ki bir olay öncesinde ölçüyü adaletle tartmak, tedbiri almak ve işin hakkını vermekle birlikteyse, sabır da O’ndan aman dilerken düzelmeyi, iyileşmeyi mümkün kılacak bütün insanî adımları atmakla birliktedir.

Rabbim ömür mühletinde fayda ile yaşayanlardan, işinin en iyi şekilde yapmaya gayret edenlerden, zarar değil fayda verenlerden ve tüm bunları yaparken her şeyin hükmünün de yalnız O’nda olduğuna iman edenlerden eylesin bizi. İşte denge budur!