YERYÜZÜNÜN ilk mabedi… Mukaddesimiz… Göz nurumuz…
Can evimiz… Mimarîsi, mânâsı, tarihi ve yapısal bölümleriyle bilmemiz, hatta
ezber etmemiz gereken bir şaheser…
Hani bir Müslüman
olarak bize sorulsa, “Öve öve bitiremediğin o kutsal mekânı anlat” diyen olsa,
verecek cevabımız olmalı. O yüzden ben de şimdi satır satır en nokta atışı
bilgileri yazacağım. Hem üniversite notlarımdan, hem ansiklopedilerden, hem de
internetteki güncel bilgi paylaşım sayfalarından derlediğim bu notlarla, en
azından genel bilgileri dimağımıza yerleştirip Kâbe hakkında daha fazla söz
söyleyecek bir kıvama gelebiliriz.
Türkiye Diyanet
Vakfı’nın İslâm Ansiklopedisi’nde Kâbe’nin kelime anlamı şöyle verilir: “Küp
şeklinde nesne”… Kelimenin kökeninin de “ka’b كعب” olduğu belirtilmiş.
Kur’ân-ı Kerim’de
geçen diğer isimleri şöyle: Beytullah, El-Beytü’l-Atîk, El-Beytü’l-Harâm, El-Beytü’l-Muharrem,
El-Mescidü’l-Harâm, El-Mescidü’l-Ma’mur.
Bizler de bu
mukaddes yapıyı dillendirirken sıklıkla “Kâbe-i Muazzama” deriz. Yeryüzündeki
bu ilk mabed, Mescid-i Haram ile çevrelenmiştir. “İlk mabed oluşunu nereden
biliyoruz?” diye soracak olursanız, bir ayetle cevaba kavuşursunuz: “Gerçek şu ki; insanlar için yapılmış olan
ilk ev, âlemlere bir hidayet ve bir bereket kaynağı olan Mekke’deki evdir.”
(Âl-i İmrân, 96)
Kâbe’nin inşâsı ve bölümleri
Hazreti İbrahim
(as), Filistin’deyken Hazreti Hacer ve oğulları Hazreti İsmail’i (as) yanına
alır ve henüz Mekke şehri âbâd olmamışken bugünkü Zemzem kuyusunun bulunduğu
alana getirir. Hazreti İsmail (as) daha bebektir. Oğlunu ve eşini biraz su ve
biraz yiyecekle burada bırakan Hazreti İbrahim (as), yanlarından ayrılır.
Allah’tan gelen bu emri Hazreti Hacer de tevekkülle karşılar. İçecek su
kalmayınca Hazreti Hacer “Safa ile Merve tepesi arasında” su ararken Hazreti
İsmail’in (as) olduğu yerden su fışkırır. Bundan sonra şehir meydana gelmeye
başlar ve Hazreti İbrahim de arada Hicaz’a gelerek oğlu büyüdüğünde onunla
beraber Kâbe’yi inşâ eder. Hazreti İsmail taş taşırken, babası Hazreti İbrahim
de duvarları örer. Duvarlar örüldükçe yükselir, yükseldikçe el uzanmaz olur.
Hazreti İsmail bir taş bulup getirir. Hazreti İbrahim de bu taşın üstüne
çıkarak duvarı yükseltmeye devam eder. İşte bu taşın adı, “Mâkâm-ı İbrahim”dir.
İnşâ
tamamlandığında, Hazreti İbrahim’e vahiy gelmiştir. İnsanları ibadete davet
etme vaktidir artık:
“İnsanlara hac ibadetini duyur; gerek yaya olarak,
gerekse yorgun argın develer üzerinde uzak yollardan gelerek sana ulaşsınlar.” (Hac, 27)
Hazreti İbrahim ve
Hazreti İsmail’in inşâ ettiği Kâbe-i Muazzama, o günden bugüne kadar pek çok
kez tadilat görmüştür. Hazreti Peygamber (sav) zamanında da birtakım tamirler
görmüş, Hacerü’l-Esved taşını kimin koyacağı konusunda tartışmalar çıkınca taşı
yerine koymak Peygamberimize (sav) nasip olmuştur.
Kâbe’de her köşe
bir adla anılır: Doğu köşesi “Rüknü’l-Hacerü’l-Esved” veya “Rüknü’ş-Şarkî”,
batı köşesi “Rüknü’ş-Şâmî”, kuzey köşesi “Rüknü’l-İrakî”, güney köşesi “Rüknü’l-Yemânî”.
Kâbe’nin kuzeybatı
duvarının karşısında, yarım daire şeklinde, 1 metre kadar yükseklikte “Hatîm”
adı verilen duvar bulunur. Bu duvarla Kâbe arasına da “Hicr” adı verilir.
Kâbe’nin nadiren
de olsa yağan yağmur sularını akıtması için bir oluğu bulunmaktadır. Buna “Altın
Oluk” veya “Mizab” adı verilir. Kuzeybatı duvarının üzerindedir. İlk oluk, Hazreti
Peygamber Efendimiz (sav) zamanında, Kureyş tarafından Kâbe’nin üstünün
örtüldüğü sırada yapılmıştır. O günden sonra defalarca yenilenen oluğun bugünkü
hâli, Hicrî 1273’te Sultan Abdülmecid tarafından altın madeninden
yaptırılmıştır.
Kâbe’nin kapısı
doğu duvarında bulunur. Hazreti İbrahim zamanında bu kısım boş bırakılmıştı.
İlk kapının kim tarafından ve nasıl yapıldığı net bilinmiyor. Yine bugünkü
hâlini Osmanlı zamanında, yenileme çalışmaları sırasında aldığı biliniyor.
Kâbe’nin kapısıyla
Hacerü’l-Esved arasında duaların makbul olduğu söylenen bir yer var, bu kısma “Mültezem”
adı veriliyor.
Hacerü’l-Esved,
“siyah taş” anlamına geliyor. Kâbe’nin güneydoğu köşesinde, yerden bir buçuk
metre yükseklikte yer alıyor. Hac sırasında bu taşı ziyaret etmeye “istilam”
adı veriliyor.
Hacerü’l-Esved’e elle dokunup öpmek ve tekbir getirmek suretiyle gerçekleştirilen bu ziyaret oldukça hassas bir konu. Çünkü insanlar bu taşı öpebilmek, ona dokunabilmek için hac vazifesinin anlamını kaybettirecek bir izdihama neden olabiliyorlar. Hiç kuşkusuz, dinimizde her şeyden önce bir başkasına eziyet etmemek koşulu var. İnsanları ezip geçerek Hacerü’l-Esved’e ulaşmak ve ona dokunmak çok da kıymetli olmasa gerek. Dinimiz, kolaylık dini; ona yetişemeyenler de uzaktan selâmlayabiliyorlar. Kim bilir, belki de insanları rahatsız etmemek için uzaktan bakan biri, ona dokunan birinden daha kıymetlidir. Hazreti Ömer’in, Hacerü’l-Esved’e dokunmak için insanların birbirini itip kakmaması konusunda uyarısı olduğu biliniyor. Ayrıca bu taş, tavafın başlama noktasını da işaret eden bir anlama sahip.
Kâbe’nin örtüsü
Kâbe-i
Muazamma’nın ilk hâlinde üzerinde örtü bulunmadığı söylenir. Ama ilk defa ne
zaman örtüldüğü tam bilinmiyor. Bu örtü bütün Kâbe’yi kaplamakla birlikte oluk,
kapı ve Hacerü’l-Esved taşı bölümlerinde kesik hâlde. Cahiliye döneminde de
üzeri örtülen Kâbe için örtü, İslâm’la birlikte halîfe veya hükümdar tarafından
yaptırılmaya başlanıyor. Bu dönemden sonra Kâbe’nin örtüsünü ilk yaptıranlar
elbette Peygamber Efendimiz (sav) ve halîfeler olmuşlardır.
Peygamber ve dört
Büyük Halîfe zamanından sonra bu kisvenin değiştirilmesi görevi hilâfetle
beraber el değiştiriyor. Örtünün yenilenme periyodu da bu el değiştirmeyle
birlikte farklılık arz ediyor. Kâbe örtüsüne “Kisve-i Şerif” deniliyor.
Üzerinde altın işleme yazılar mevcut ve siyah renkli, saf ipekten üretiliyor.
Tadilat dönemleri
Tarihte pek çok
kez tadilat geçiren bu mukaddes yapı, en çok Osmanlılar döneminde tamirat
geçirmiştir. Özellikle Dördüncü Murad zamanında Mekke’de görülen sel ve fırtınalarda
çok büyük bir hasar aldığı biliniyor. Duvarlardan bazıları tamamen, bazıları da
kısmen bu fırtınada yıkılıyor. Fakat bu hasardan sonra yenileme çalışmalarında,
yapının orijinaline sadık kalınarak ve âdeta taşların tek tek değiştirilmesi suretiyle
yenileme işlemi gerçekleştiriliyor.
İbadet
Kâbe’nin
yeryüzündeki ilk mabed olduğu ve Hazreti İbrahim’den önce de var olduğu
biliniyor. Fakat Hazreti İbrahim’in (as) inşâsından önceki durum hakkında bilgi
ve belge yok. Hazreti İbrahim’den beri Tevhid inancıyla Kâbe ziyareti
yapılıyor. Putperestlik tekrar yayıldığında ve Cahiliye Arapları arasında
yaygın bir vaziyete eriştiğinde bile Tevhid inancıyla Kâbe ziyaretini
sürdürenler bu ibadete devam ediyorlar. Putperestler zamanla bu mukaddes
mekânın içini putlarla dolduruyorlar. Hanifler ise onlardan ayrı olarak
ibadetlerini aslına uygun şekilde sürdürüyorlar.
Kıble
Bilindiği üzere Hicret’ten
sonra Peygamberimiz (sav) Mescid-i Aksâ’ya yönelerek namaz kıldırmaktaydı. Bir
gün Kendisine (sav) şu ayet indi: “Biz Senin,
yüzünü göğe doğru çevirdiğini elbette görüyoruz. İşte şimdi kesin olarak Seni
memnun olacağın kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına
çevir! Nerede olursanız olun, yüzünüzü o yöne çevirin. Kuşku yok ki,
kendilerine kitap verilenler, bunun Rablerinden gelmiş bir gerçek olduğunu
elbette bilirler. Allah, onların yaptıklarından habersiz değildir.”
(Bakara, 144)
Bu ayet
Peygamberimize gelmeden önce, kıblenin Kâbe olması O’nun da isteğiydi. Bir öğle
ya da ikindi namazında bu vahiy gelmiş ve Peygamberimiz (sav) cemaatle birlikte
yüzünü Mescid-i Haram’a çevirmiştir.
Şekil:
Şematik kroki ile Kâbe…
Günümüzden bakınca…
Cahiliye döneminde
içi putlarla doldurulan ve o dönemin Arap kabilelerinin geleneksel törenleriyle
kuşatılan Kâbe, Peygamber Efendimizle (sav) birlikte putlardan ve bütün sapkın
eğilimlerden bertaraf ediliyor. Fakat ne var ki, bundan yüzyıllar sonra,
günümüz insanının farklı putperestlik örnekleri can yakıcı bir vaziyet olarak
samimî Müslümanları rahatsız ediyor. Çevresindeki yapılar, gösterişli ve ayrımcı
binalarla âdeta Cahiliye dönemi yaklaşımları taklit ediliyor. Pek çok Müslüman
tarafından bu durum büyük bir hüsran olarak nitelendiriliyor.
Bunun üzerine son
zamanlarda gündeme gelen İkinci Selim’in fermanı oldukça dikkat çekici olarak insanı
bir kez daha kendi tarihine ve bu tarihte gizlenmiş inceliğe hayran
bıraktırıyor.
Fermana göre
Kâbe’nin çevresinde bulunan yapılardan 5 metreyi aşanlar ve bitişiğinde bulunan
evlerin yıkılması emrediliyor. Sultan İkinci Selim tarafından dönemin Harem
Şeyhi Kadı Hüseyin’e 30 Eylül 1574’te gönderilen fermanın Türkçesi şöyle:
“Mekke-i Mükerreme
Kadısına ve Harem Şeyhi Kadı Hüseyin’e hüküm ki; hâlâ İstanbul’a tafsilatlı
arzuhâl sunulup Harem-i Şerif duvarlarına bitişik evlerin ve medreselerin
tuvaletlerinin sıcak günlerde kokmakta olduğu ve bu kokudan hacıların ziyade
sıkıntı çekmekte olduğu ifade edilmiştir. Ayrıca bazı Rafızi itikatlı Acemler
hakikaten Harem-i Şerif haricinde yüksek evler yapıp Beytullahi’l-Haram’a ve
Harem-i Şerif’e yüksekten bakıp, uygun olmayan çeşitli hareketlerde bulunup
Harem-i Şerif’te ibadet eden salih zevatı rahatsız etmektedir. Bunların
geceleri aileleriyle beraber döşekleri ve beşikleri ile Harem-i Şerif’in
üzerine çıkıp yattıkları ve buna benzer çeşitli uygunsuz hareketlerinin bitmek
bilmediği bildirildi.” (Kaynak: www.aa.com.tr)
İslâm’ın şartı: Hac
Kâbe-i Muazzama, Beytullah… Bizim kıblemiz… İslâm’ın beş şartından biri olan hac ibadetini yaptığımız mukaddes mabed… Her hac zamanında milyonlarca Müslüman bir araya geliyor. Bu muhteşem buluşmada kalpler ve ruhlar yeniden fethediliyor. İnsan olmanın ve fıtratın özü yeşeriyor.
Elbette bu güzel ibadetin
farz olması için belli koşullar var. Evvelâ akıl sağlığı yerinde ve ergenliğe
girmiş olmak gerekiyor. Kişinin özgür olması, maddî imkâna sahip olması,
sağlığının el vermesi ve gidiş yollarının güvenliği de bu şartları teşkil
ediyor. Aslında bunlar şarttan ziyade, her Müslüman için koşulların mümkün
olduğu bir durumda ancak üzerine farz olacağını beyan ediyor. İslâm’ın her koşulda
insanı önceleyen o yüce ve İlâhî kurgusu, bütün ibadet ve farzların
kolaylaştırılmasında gizli.
Hac ibadetinin
farzları; ihram, Kâbe’yi tavaf ve Arafat’ta vakfe… Pek çok ibadette birlik olmak, bir arada
bulunmak gibi muhteşem bir detay var dinimizde. Namazlar bile cemaatle eda
edildiğinde kıymetleniyor. Saf tutuluyor ve insanlar omuz omuza veriyorlar.
Kâbe’nin ziyaretinde de âdeta mahşerî bir kalabalıkla bu birlik duygusu insanın
benliğini ezercesine zirve yapıyor. Hac sırasında uyulması gereken bütün
kurallar, giyimden hareketlere kadar hepsi, benliği arkada bırakmayı ve “biz”
olmayı simgeliyor. “Biz” olarak Allah’a dönmenin, O’na yalvarmanın ve kulluğun
idrakine varmanın ibadeti “hac”. Rabbim, cümlemize bu ibadeti eda etmeyi nasip
eylesin!