Kâbe-i Muazzama: Beytullah

Cahiliye döneminde içi putlarla doldurulan ve o dönemin Arap kabilelerinin geleneksel törenleriyle kuşatılan Kâbe, Peygamber Efendimizle (sav) birlikte putlardan ve bütün sapkın eğilimlerden bertaraf ediliyor. Fakat ne var ki, bundan yüzyıllar sonra, günümüz insanının farklı putperestlik örnekleri can yakıcı bir vaziyet olarak samimî Müslümanları rahatsız ediyor.

YERYÜZÜNÜN ilk mabedi… Mukaddesimiz… Göz nurumuz… Can evimiz… Mimarîsi, mânâsı, tarihi ve yapısal bölümleriyle bilmemiz, hatta ezber etmemiz gereken bir şaheser…

Hani bir Müslüman olarak bize sorulsa, “Öve öve bitiremediğin o kutsal mekânı anlat” diyen olsa, verecek cevabımız olmalı. O yüzden ben de şimdi satır satır en nokta atışı bilgileri yazacağım. Hem üniversite notlarımdan, hem ansiklopedilerden, hem de internetteki güncel bilgi paylaşım sayfalarından derlediğim bu notlarla, en azından genel bilgileri dimağımıza yerleştirip Kâbe hakkında daha fazla söz söyleyecek bir kıvama gelebiliriz.

Türkiye Diyanet Vakfı’nın İslâm Ansiklopedisi’nde Kâbe’nin kelime anlamı şöyle verilir: “Küp şeklinde nesne”… Kelimenin kökeninin de “ka’b كعب olduğu belirtilmiş.

Kur’ân-ı Kerim’de geçen diğer isimleri şöyle: Beytullah, El-Beytü’l-Atîk, El-Beytü’l-Harâm, El-Beytü’l-Muharrem, El-Mescidü’l-Harâm, El-Mescidü’l-Ma’mur.

Bizler de bu mukaddes yapıyı dillendirirken sıklıkla “Kâbe-i Muazzama” deriz. Yeryüzündeki bu ilk mabed, Mescid-i Haram ile çevrelenmiştir. “İlk mabed oluşunu nereden biliyoruz?” diye soracak olursanız, bir ayetle cevaba kavuşursunuz: “Gerçek şu ki; insanlar için yapılmış olan ilk ev, âlemlere bir hidayet ve bir bereket kaynağı olan Mekke’deki evdir.” (Âl-i İmrân, 96)

Kâbe’nin inşâsı ve bölümleri

Hazreti İbrahim (as), Filistin’deyken Hazreti Hacer ve oğulları Hazreti İsmail’i (as) yanına alır ve henüz Mekke şehri âbâd olmamışken bugünkü Zemzem kuyusunun bulunduğu alana getirir. Hazreti İsmail (as) daha bebektir. Oğlunu ve eşini biraz su ve biraz yiyecekle burada bırakan Hazreti İbrahim (as), yanlarından ayrılır. Allah’tan gelen bu emri Hazreti Hacer de tevekkülle karşılar. İçecek su kalmayınca Hazreti Hacer “Safa ile Merve tepesi arasında” su ararken Hazreti İsmail’in (as) olduğu yerden su fışkırır. Bundan sonra şehir meydana gelmeye başlar ve Hazreti İbrahim de arada Hicaz’a gelerek oğlu büyüdüğünde onunla beraber Kâbe’yi inşâ eder. Hazreti İsmail taş taşırken, babası Hazreti İbrahim de duvarları örer. Duvarlar örüldükçe yükselir, yükseldikçe el uzanmaz olur. Hazreti İsmail bir taş bulup getirir. Hazreti İbrahim de bu taşın üstüne çıkarak duvarı yükseltmeye devam eder. İşte bu taşın adı, “Mâkâm-ı İbrahim”dir.

İnşâ tamamlandığında, Hazreti İbrahim’e vahiy gelmiştir. İnsanları ibadete davet etme vaktidir artık:

“İnsanlara hac ibadetini duyur; gerek yaya olarak, gerekse yorgun argın develer üzerinde uzak yollardan gelerek sana ulaşsınlar.” (Hac, 27)

Hazreti İbrahim ve Hazreti İsmail’in inşâ ettiği Kâbe-i Muazzama, o günden bugüne kadar pek çok kez tadilat görmüştür. Hazreti Peygamber (sav) zamanında da birtakım tamirler görmüş, Hacerü’l-Esved taşını kimin koyacağı konusunda tartışmalar çıkınca taşı yerine koymak Peygamberimize (sav) nasip olmuştur.

Kâbe’de her köşe bir adla anılır: Doğu köşesi “Rüknü’l-Hacerü’l-Esved” veya “Rüknü’ş-Şarkî”, batı köşesi “Rüknü’ş-Şâmî”, kuzey köşesi “Rüknü’l-İrakî”, güney köşesi “Rüknü’l-Yemânî”.

Kâbe’nin kuzeybatı duvarının karşısında, yarım daire şeklinde, 1 metre kadar yükseklikte “Hatîm” adı verilen duvar bulunur. Bu duvarla Kâbe arasına da “Hicr” adı verilir.

Kâbe’nin nadiren de olsa yağan yağmur sularını akıtması için bir oluğu bulunmaktadır. Buna “Altın Oluk” veya “Mizab” adı verilir. Kuzeybatı duvarının üzerindedir. İlk oluk, Hazreti Peygamber Efendimiz (sav) zamanında, Kureyş tarafından Kâbe’nin üstünün örtüldüğü sırada yapılmıştır. O günden sonra defalarca yenilenen oluğun bugünkü hâli, Hicrî 1273’te Sultan Abdülmecid tarafından altın madeninden yaptırılmıştır.

Kâbe’nin kapısı doğu duvarında bulunur. Hazreti İbrahim zamanında bu kısım boş bırakılmıştı. İlk kapının kim tarafından ve nasıl yapıldığı net bilinmiyor. Yine bugünkü hâlini Osmanlı zamanında, yenileme çalışmaları sırasında aldığı biliniyor.

Kâbe’nin kapısıyla Hacerü’l-Esved arasında duaların makbul olduğu söylenen bir yer var, bu kısma “Mültezem” adı veriliyor.

Hacerü’l-Esved, “siyah taş” anlamına geliyor. Kâbe’nin güneydoğu köşesinde, yerden bir buçuk metre yükseklikte yer alıyor. Hac sırasında bu taşı ziyaret etmeye “istilam” adı veriliyor.

Hacerü’l-Esved’e elle dokunup öpmek ve tekbir getirmek suretiyle gerçekleştirilen bu ziyaret oldukça hassas bir konu. Çünkü insanlar bu taşı öpebilmek, ona dokunabilmek için hac vazifesinin anlamını kaybettirecek bir izdihama neden olabiliyorlar. Hiç kuşkusuz, dinimizde her şeyden önce bir başkasına eziyet etmemek koşulu var. İnsanları ezip geçerek Hacerü’l-Esved’e ulaşmak ve ona dokunmak çok da kıymetli olmasa gerek. Dinimiz, kolaylık dini; ona yetişemeyenler de uzaktan selâmlayabiliyorlar. Kim bilir, belki de insanları rahatsız etmemek için uzaktan bakan biri, ona dokunan birinden daha kıymetlidir. Hazreti Ömer’in, Hacerü’l-Esved’e dokunmak için insanların birbirini itip kakmaması konusunda uyarısı olduğu biliniyor. Ayrıca bu taş, tavafın başlama noktasını da işaret eden bir anlama sahip.


Kâbe’nin örtüsü

Kâbe-i Muazamma’nın ilk hâlinde üzerinde örtü bulunmadığı söylenir. Ama ilk defa ne zaman örtüldüğü tam bilinmiyor. Bu örtü bütün Kâbe’yi kaplamakla birlikte oluk, kapı ve Hacerü’l-Esved taşı bölümlerinde kesik hâlde. Cahiliye döneminde de üzeri örtülen Kâbe için örtü, İslâm’la birlikte halîfe veya hükümdar tarafından yaptırılmaya başlanıyor. Bu dönemden sonra Kâbe’nin örtüsünü ilk yaptıranlar elbette Peygamber Efendimiz (sav) ve halîfeler olmuşlardır.

Peygamber ve dört Büyük Halîfe zamanından sonra bu kisvenin değiştirilmesi görevi hilâfetle beraber el değiştiriyor. Örtünün yenilenme periyodu da bu el değiştirmeyle birlikte farklılık arz ediyor. Kâbe örtüsüne “Kisve-i Şerif” deniliyor. Üzerinde altın işleme yazılar mevcut ve siyah renkli, saf ipekten üretiliyor.

Tadilat dönemleri

Tarihte pek çok kez tadilat geçiren bu mukaddes yapı, en çok Osmanlılar döneminde tamirat geçirmiştir. Özellikle Dördüncü Murad zamanında Mekke’de görülen sel ve fırtınalarda çok büyük bir hasar aldığı biliniyor. Duvarlardan bazıları tamamen, bazıları da kısmen bu fırtınada yıkılıyor. Fakat bu hasardan sonra yenileme çalışmalarında, yapının orijinaline sadık kalınarak ve âdeta taşların tek tek değiştirilmesi suretiyle yenileme işlemi gerçekleştiriliyor.

İbadet

Kâbe’nin yeryüzündeki ilk mabed olduğu ve Hazreti İbrahim’den önce de var olduğu biliniyor. Fakat Hazreti İbrahim’in (as) inşâsından önceki durum hakkında bilgi ve belge yok. Hazreti İbrahim’den beri Tevhid inancıyla Kâbe ziyareti yapılıyor. Putperestlik tekrar yayıldığında ve Cahiliye Arapları arasında yaygın bir vaziyete eriştiğinde bile Tevhid inancıyla Kâbe ziyaretini sürdürenler bu ibadete devam ediyorlar. Putperestler zamanla bu mukaddes mekânın içini putlarla dolduruyorlar. Hanifler ise onlardan ayrı olarak ibadetlerini aslına uygun şekilde sürdürüyorlar. 

Kıble

Bilindiği üzere Hicret’ten sonra Peygamberimiz (sav) Mescid-i Aksâ’ya yönelerek namaz kıldırmaktaydı. Bir gün Kendisine (sav) şu ayet indi: “Biz Senin, yüzünü göğe doğru çevirdiğini elbette görüyoruz. İşte şimdi kesin olarak Seni memnun olacağın kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir! Nerede olursanız olun, yüzünüzü o yöne çevirin. Kuşku yok ki, kendilerine kitap verilenler, bunun Rablerinden gelmiş bir gerçek olduğunu elbette bilirler. Allah, onların yaptıklarından habersiz değildir.” (Bakara, 144)

Bu ayet Peygamberimize gelmeden önce, kıblenin Kâbe olması O’nun da isteğiydi. Bir öğle ya da ikindi namazında bu vahiy gelmiş ve Peygamberimiz (sav) cemaatle birlikte yüzünü Mescid-i Haram’a çevirmiştir.

 

Şekil: Şematik kroki ile Kâbe…

Günümüzden bakınca…

Cahiliye döneminde içi putlarla doldurulan ve o dönemin Arap kabilelerinin geleneksel törenleriyle kuşatılan Kâbe, Peygamber Efendimizle (sav) birlikte putlardan ve bütün sapkın eğilimlerden bertaraf ediliyor. Fakat ne var ki, bundan yüzyıllar sonra, günümüz insanının farklı putperestlik örnekleri can yakıcı bir vaziyet olarak samimî Müslümanları rahatsız ediyor. Çevresindeki yapılar, gösterişli ve ayrımcı binalarla âdeta Cahiliye dönemi yaklaşımları taklit ediliyor. Pek çok Müslüman tarafından bu durum büyük bir hüsran olarak nitelendiriliyor.

Bunun üzerine son zamanlarda gündeme gelen İkinci Selim’in fermanı oldukça dikkat çekici olarak insanı bir kez daha kendi tarihine ve bu tarihte gizlenmiş inceliğe hayran bıraktırıyor.

Fermana göre Kâbe’nin çevresinde bulunan yapılardan 5 metreyi aşanlar ve bitişiğinde bulunan evlerin yıkılması emrediliyor. Sultan İkinci Selim tarafından dönemin Harem Şeyhi Kadı Hüseyin’e 30 Eylül 1574’te gönderilen fermanın Türkçesi şöyle:

“Mekke-i Mükerreme Kadısına ve Harem Şeyhi Kadı Hüseyin’e hüküm ki; hâlâ İstanbul’a tafsilatlı arzuhâl sunulup Harem-i Şerif duvarlarına bitişik evlerin ve medreselerin tuvaletlerinin sıcak günlerde kokmakta olduğu ve bu kokudan hacıların ziyade sıkıntı çekmekte olduğu ifade edilmiştir. Ayrıca bazı Rafızi itikatlı Acemler hakikaten Harem-i Şerif haricinde yüksek evler yapıp Beytullahi’l-Haram’a ve Harem-i Şerif’e yüksekten bakıp, uygun olmayan çeşitli hareketlerde bulunup Harem-i Şerif’te ibadet eden salih zevatı rahatsız etmektedir. Bunların geceleri aileleriyle beraber döşekleri ve beşikleri ile Harem-i Şerif’in üzerine çıkıp yattıkları ve buna benzer çeşitli uygunsuz hareketlerinin bitmek bilmediği bildirildi.” (Kaynak: www.aa.com.tr)

İslâm’ın şartı: Hac

Kâbe-i Muazzama, Beytullah… Bizim kıblemiz… İslâm’ın beş şartından biri olan hac ibadetini yaptığımız mukaddes mabed… Her hac zamanında milyonlarca Müslüman bir araya geliyor. Bu muhteşem buluşmada kalpler ve ruhlar yeniden fethediliyor. İnsan olmanın ve fıtratın özü yeşeriyor.

Elbette bu güzel ibadetin farz olması için belli koşullar var. Evvelâ akıl sağlığı yerinde ve ergenliğe girmiş olmak gerekiyor. Kişinin özgür olması, maddî imkâna sahip olması, sağlığının el vermesi ve gidiş yollarının güvenliği de bu şartları teşkil ediyor. Aslında bunlar şarttan ziyade, her Müslüman için koşulların mümkün olduğu bir durumda ancak üzerine farz olacağını beyan ediyor. İslâm’ın her koşulda insanı önceleyen o yüce ve İlâhî kurgusu, bütün ibadet ve farzların kolaylaştırılmasında gizli.

Hac ibadetinin farzları; ihram, Kâbe’yi tavaf ve Arafat’ta vakfe… Pek çok ibadette birlik olmak, bir arada bulunmak gibi muhteşem bir detay var dinimizde. Namazlar bile cemaatle eda edildiğinde kıymetleniyor. Saf tutuluyor ve insanlar omuz omuza veriyorlar. Kâbe’nin ziyaretinde de âdeta mahşerî bir kalabalıkla bu birlik duygusu insanın benliğini ezercesine zirve yapıyor. Hac sırasında uyulması gereken bütün kurallar, giyimden hareketlere kadar hepsi, benliği arkada bırakmayı ve “biz” olmayı simgeliyor. “Biz” olarak Allah’a dönmenin, O’na yalvarmanın ve kulluğun idrakine varmanın ibadeti “hac”. Rabbim, cümlemize bu ibadeti eda etmeyi nasip eylesin!