Tarih artık tekerrür etmesin, son pişmanlık fayda etmiyor!

Ülkesini seven, vatanı için canını seve seve verecek biri olarak diyorum ki, CHP iktidar olursa Türkiye parçalanır, IMF’den milyarlarca dolar borç alınır; emir alan, boyun büken, dizleri üzerine çekerek yönetilen bir Türkiye olur. CHP, Türkiye’yi soyar da soğana çevirir. Yurtdışında olan üslerimiz kapatılır. Başörtüsü sorunu tekrar gündeme gelir. Petrol, doğalgaz, yerli otomobil, yerli silah sanayi rafa kalkar. İHA’ları, SİHA’ları unutunuz hatta. Yerli ve millî olan her şey askıya alınır. Türkiye en az 50 yıl geriye gider. Dünyadaki mazlumların sesi tamamen kısılır, duyulmaz olur.

SEVGİLİ dostlar, “Nereden geldik, nereye gidiyoruz?” sorusunun cevabını bugün daha net şekilde vermek zamanıdır. Yoksa yarın son pişmanlık fayda etmeyecek ve tarih tekerrür edecektir. Bu yazımızda bunu açık ve net şekilde örnekleriyle dile getirmeyi amaç edindim. Zira ülkesini seven, vatanı için canını seve seve verecek biri olarak tarihe not düşme zamanıdır. “Okuyunuz ve okutunuz” derim. Başlayalım mı? 


“Adam”


Adam, 30 yıldır Ermenistan’ın elinde olan Karabağ’ı almış. Adam, Kıbrıs’ta 50 yıl önce Rumlarca kapatılan ve kapalı tutulan Maraş’ı açmış. Adam, yurt içinde bir tane PKK’lı terörist bırakmamış. Adam, Suriye’de ve Irak’ta ne kadar terörist varsa inlerine hapsetmiş, kafasını çıkartanı leş etmiş. Adam, Suriye’deki 60 yıllık katil Baas rejimini çökertmiş, Şam’ı fethetmiş. Adam, ülke ekonomisini devraldığında mevcut olan kişi başı millî geliri 2 bin dolardan 13 bin dolara çıkarmış. 


Adam bu ülkeye “Başkan” olmadan önce millî gelirin yüzde 80’i faize giderken, bugün o rakamı yüzde 13’e indirmiş. Adam gelmeden önce yaşlı anasına, babasına, özürlü evlâdına bakmamak için “Ölsün de kurtulalım” diye bakanlara maaş bağlamış. Adam tarıma destek vermiş, hayvancılığa destek vermiş. Adam son bin yılın en büyük depremini yaşamış; 11 ilin tamamında yıkılan evleri (1 milyona yakın) yapmaya söz vermiş, büyük bir çoğunluğunu bir yıl içinde bitirmiş ve 2025’in sonunda herkese evini teslim edeceğini söylemiş.


Adam 70 yaşına gelmiş, 22 senedir günde 3-4 saat uykuyla bu ülkeye hizmet etmiş. (Etmeye de devam ediyor.) Adam, Gazze’ye her gün milyonlarca kişiye yetecek erzak yollamış; yetmemiş, Afrika’da açlık çeken Müslümanları ihmâl etmeyerek yardım yollamış. Adam, Rusya ile Ukrayna arasındaki savaşta dünyanın gözünün içine baktığı hamleleri yapmış. Adam, Türk devletlerini bir araya getirerek Turan’ı kurmuş. Adam, Birleşmiş Milletler’in önünde “Dünya beşten büyüktür” demiş ve arkasına 185 ülkeyi almış.


Adam, savunma sanayiinde devrim yapmış, tamamı yerli ve millî üretimi yüzde 90’lar seviyesine çıkarmış. “Hayâl” denileni gerçeğe dönüştürerek yerli otomobil yapmış. Dünyanın en büyük havalimanını yapmış…


Say, say, bitmez!


Adam 20 yılda yepyeni bir Türkiye inşâ etmiş. Kim bu adam? Milletin adamı, dünya lideri “Recep Tayyip Erdoğan”. Neden onu seven milyonlar “Dik dur, eğilme! Bu millet seninle” diye her defasında haykırıyor? İşte bunlar için!


Aradaki fark: Uçurum


Peki, bu saydıklarımıza rağmen bu “Adam”, bu ülkede yüzde 50’lik oy hattını neden zar zor geçiyor? Bu ülkenin yarısı kime oy veriyor? Neden hâlâ İngiliz’e “Bize sahip çıkın” diye yalvaran, AK Parti belediyelerinin bedava dağıttığı yemeği “Kent Lokantası” adı altında parayla satanlara oy veriyor?


18 milyonluk İstanbul’daki Kent Lokantalarında yemek yiyen kişi sayısı maksimum on bin kişi. 2 milyon nüfuslu Gaziantep Büyükşehir Belediyesi ise her gün 36 bin kişiye bedava yemek ve barınma desteği veriyor. Peki, bundan haberiniz var mı, duydunuz mu? Yok. Çünkü yaptığı hizmetin bin katı reklâm parası veren belediye başkanları yok Gazianteplilerin.


Başkan Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti döneminde yaptığı hizmetlerin temel atma törenlerine tek tek katılamayacağı için açılış törenlerine “Bin Eserin Açılış Töreni” diye ortak başlık atarken, bu ülkenin ana muhalefet lideri ise lokanta açılışı yapıyor.




Sultan Abdülhamid ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, iki memleket sevdalısı, iki İslâm mücahidi, iki güçlü lider olarak yaşadıklarıyla, başlarına gelenlerle ilginç biçimde benzer olayların içindeler ve bu kadar benzerlik olması oldukça manidar. Haçlıların dün içerideki işbirlikçilerinin saldırıp devirdikleri Sultan Abdülhamid’in yalnızlığına Recep Tayyip Erdoğan’ı bırakmayacak bu millet. Evvel-Allah! Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Tarih tekerrür etmeyecek…


Anlamak mümkün değil!


Bizim milletimizde kötü bir alışkanlık var; değer bilmiyoruz. Ne yazık ki iş işten geçtikten sonra “Keşke” diyoruz. Şöyle bir tarihe bakalım mı?


“Abdülhamid Han gitmeden bu ülke kurtulmaz” diyen şeyh, din âlimi, ateist, Mason, Ermeni, Rum ve Yahudi, bugün de dün olduğu gibi içeriden ve dışarıdan hep beraber saldırmaya devam ediyor. Sonunda Ulu Hakan Abdülhamid Han gitti. Sonra? Sonraysa koca imparatorluk gözlerimizin önünde günbegün eridi ve en sonunda yıkıldı.


O gün yıkmak için uğraşanların pişmanlıkları fayda etmedi. Misal bu ya, Sultan Abdülhamid’e en şiddetli eleştirileri getiren İttihatçıların önemli isimlerinden biri olan Rıza Tevfik (Bölükbaşı), “Sultan Abdülhamid Han’ın Ruhâniyetinden İstimdat” adlı mersiyesinde pişmanlığını şöyle ifade etmişti (lütfen bugüne bakarak okuyunuz): “Nerdesin şevketlim Sultan Hamid Han?/ Feryâdım varır mı bârigâhına?/ Ölüm uykusundan bir lâhza uyan/ Şu nankör milletin bak günahına/ Târihler ismini andığı zaman/ Sana hak verecek ey koca Sultan/ Bizdik utanmadan iftira atan/ Asrın en siyâsî Padişâhına/ ‘Pâdişah hem zâlim, hem deli’ dedik/ İhtilâle kıyam etmeli’ dedik/ Şeytan ne dediyse biz ‘Belî’ dedik/ Çalıştık fitnenin intibahına/ Dîvâne sen değil, meğer bizmişiz/ Bir çürük ipliğe hülyâ dizmişiz/ Sade deli değil, edepsizmişiz/ Tükürdük atalar kıblegâhına.”


Bu duruma düşmek mi istiyorsunuz beyler?


Yine İkinci Abdülhamid Han’a şiddetli muhalefet edenlerden Süleyman Nazif de aynı şekilde pişmanlığını bakınız şöyle ifade ediyordu: “Padişahım gelmemişken yâda biz/ İşte geldik senden istimdâda biz/ Öldürürler başlasak feryâda biz/ Hasret olduk eski istibdâda biz.”


Soru acı ama aynı: Bu duruma mı düşmek mi istiyorsunuz?


Sultan İkinci Abdülhamid Han’a ağır eleştiriler getirenlerden biri de Millî Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’du. Evet, Millî Şairimiz! O da sonradan pişman olmuştu. Yazdığı şiirlerinde pişmanlığını şu sözlerle dile getiriyordu: “Giden semerciyi, derler, bulur muyuz şimdi?Ya böyle kalfa değil, basbayağı muallimdi/ Nasıl da kadrini vaktiyle bilemedik, tuhaf iş/Semer değilmiş o rahmetlininki, devletmiş!” 


İşte bunları yazıyordu. Ama iş işten geçmiş, son pişmanlık fayda etmemişti. Bu duruma mı düşmek istiyorsunuz, cevap verin!


Bitmedi. Yine Cennetmekâna karşı çıkan, onu ağır şekilde eleştirenlerden biri Rıza Nur idi. Meşrutiyet döneminde, İttihat ve Terakki’nin baskıcı rejimini eleştirirken kullandığı şu cümlelerle Ulu Hakan’a haksızlık ettiğini ifade ediyordu: “Zavallı Hamid, kaç kişiyi asmıştı? Hiç! Hele hiç hırsızlık etmedi, hiç fuhuş yapmadı, hiç israfta bulunmadı. Bilakis memlekette bunların önüne geçmeye çalışmıştı. Bu devre bakınca, insan Abdülhamid aleyhine kıyam ettiğine utanıyor.” 


Anlamayan, bu duruma düşmek istiyor demektir. Son pişmanlıklar fayda etmedi, etmez. O gün Abdülhamid Han’ı yalnız bırakıp tahttan indirilmesini seyredenler, işbirliği yapanlar, aslında büyük bir oyunun parçası olarak koca Osmanlı Devleti’ni devirdiklerinin farkında değillerdi. Anladıklarında iş işten çoktan geçmişti. İşte bugünün meselesi de bu!

Bugün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı devirmek için bir araya gelip iç ve dış mihrakların siyâsî taşeronluğunu yapanların değirmenine su taşıyanlar bilsinler ki, Abdülhamid Han’ı yalnız bırakanlar gibi tarih onları da affetmeyecek. Çünkü hedef Recep Tayyip Erdoğan değil, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir.


Ulu Hakan Abdülhamid Han sonrası koca imparatorluk gitti. Bugün Sayın Erdoğan’ın da görev süresi bitecek. Görev süresi biter, tamam da, Allah (cc) uzun ömür versin. O da bir gün Hakk’a yürüdüğünü düşündüğünüzde, o güne ne kadar hazır olduğunuzu hiç düşündünüz mü? Günümüzde Sayın Erdoğan karşısındaki düşmanlar indinde “mevcut muhalefet profili tıpkı Osmanlı’nın yıkıldığı dönemin karakterine sahip, bunu görmeyecek misiniz? 


Aslında Prof. Dr. İhsan Fazlıoğlu Hocam ne de güzel özetlemiş dün olan ve bugün tekrarlanan olaylarla kişileri: 


Dindarından dinsizine, Yahudisinden Ermenisine, vatanseverinden hainine varıncaya kadar her kafadan ayrı sesin olduğu o dönemin muhalefet korosu… Sırf şahsî öfkesi, nefreti, kıskançlığı veya basiretsizliği yüzünden koca imparatorluğu paramparça ettiler gitti… Aynen bugünkü muhalefetin oluşması gibi… Ne acı, değil mi? Şimdi, bugünkü muhalefet güruhunun ‘Abdülhamid gitsin de ne olursa olsun’ örneğinde olduğu gibi “Erdoğan gitsin de ne olursa olsun” moduna girmiş olmalarına ‘tesadüf’ mü, yoksa ‘tekerrür’ mü dersiniz?


Dinî terminolojide “tesadüf” diye bir şey olmayacağına göre, “Hiç ibret alınsaydı (tarih) tekerrür mü ederdi?” demek gibi, hem dinî ve hem de vicdanî bir sorumluluğumuz var.


Bir gariplik var sanki, size de öyle gelmiyor mu? Sanki 100 yıllık tiyatro yeniden sahnede. Evet, Erdoğan’da gider. Ya sonra? İkinci Abdulhamid’in son zamanlarında karşısında yer almış olan Elmalılı Hamdi Yazır, düşünür Rıza Tevfik ve benzeri kişilerin pişmanlığını yaşayarak aynı delikten iki defa ısırılan Müslüman misali, tarihin tekerrür etmesini hangi mümin talep edebilir ki? İstemezsiniz elbette, değil mi?




Türkiye Yüzyılı dünyaya damgasını vuracak. Ulu Hakan’ın değerini bilmedik, bari o bayrağı taşıyan, “Ulu Hakan” adını vermekten gurur duyduğum Recep Tayyip Erdoğan’ın yüküne omuz atalım. Neden mi “Ulu Hakan” yakıştırması? Çünkü o bayrak Erdoğan’ın elinde. 


19 Temmuz 1909 günü Ayasofya Meydanı’nda, o zamanki Volkan gazetesinin başyazarı Derviş Vahdeti, Mithat Paşa ile karşılaşır ve sorar: “Paşam, istediğiniz oldu, Abdülhamid gitti. Şu an projeniz nedir ve bundan sonra neler yapmayı düşünüyorsunuz?”


Alınan cevap oldukça ilginçtir: “Biz sadece Abdülhamid’i yıkmayı düşünmüştük, sonrasında neler yapacağımızı biz de bilmiyoruz.”


Vicdan azabının ağırlığıyla Sultan Hamid hakkında malûm fetvayı hazırlayanlar içinde bulunan tefsir sahibi Elmalılı Hamdi Yazır şöyle der: “Hayatımda bu kadar ağır bir vicdan azabı çekmedim. Başıma ne geldiyse bunun manevî sillesidir. Gençlik saikasıyla bir iştir, işledim. Allah beni affetsin!”


İstiklâl Marşı gibi bir duygular manzumesini yazacak kadar vatan sevgisi yüksek olan reformist Mehmet Akif ve son Şeyhülislâmlardan Mustafa Sabri gibi Ehl-i Sünnet bir âlimin Sultan Abdülhamid’in düşmanlarıyla beraber hareket ederek sebep oldukları sonucu düşünüyorum… O Koca Sultan’ın hal’ edilmesiyle beraber koskoca Osmanlı mülkünün her tarafında kan ve gözyaşı, zulüm ve tecavüz aldı başını gitti. Yemen, Balkanlar ve sonunda Cihan Harbi ile koskoca imparatorluk parçalandı, milyonlarca insanımız yerinden yurdundan oldu, bir kısmı açlıktan ve yokluktan yollarda kırıldı, çoğunu da o diyarlarda bıraktık. Sadece Çanakkale’nin faturası 270 bin vatan evlâdı. Ah bir ders alabilsek! Onun gibi nicesini yaşadık 10 yıla kalmadan…


Suriye hiç mi bir işaret taşımıyor?


Bugün Suriye’ye, Irak’a, Lübnan’a, Gazze’ye, tüm Filistin’e, Kıbrıs’a bakınız… Çevirin başınızı ve Yunanistan’a, Dedeağaç’a bakınız… Neyin hazırlığı yapılıyor sizce? Akdeniz’de neyin hazırlığı yapılıyor? 36 ülkenin savaş gemileri Gazze’ye karşı İsrail’i korumak için mi oradalar? “Vaat edilmiş topraklar” hayâlinin peşinden koşan sapkınlara destek vermek için mi?


Haydi bu sorunun cevabını ABD’li albay Douglas McGregor versin: “Savaş kapıda ve Erdoğan ısrarla ülkesini savaştan uzak tutmaya çalışıyor. Türkiye’ye saldırması için Suriye’de PKK’yı hazırlıyoruz. Türkleri küçümsemek hata olur.”


Aynı tas, aynı hamam


Ülkesini seven, vatanı için canını seve seve verecek biri olarak ve Prof. Dr. İhsan Fazlıoğlu Hocamın coşkusuna ve durduğu yere şahitlik ederek diyebilirim ki, biz Mehmet Akiflerin, Babanzadelerin, Hasan Basri Çantayların, Elmalılı Hamdilerin, Ömer Rıza Doğrulların veya Mustafa Sabrilerin düştüğü basit hatalara düşmeyeceğiz. İttihat ve Terakki’nin ateist, deist aptalları ve hainleriyle beraber Abdülhamid Han’ı yıkmaya yardımcı olanlar gibi Erdoğan’ı yıkan şer cephesine hizmet etmeyeceğiz. 


100 yıl sonra bu ülkenin tarihi yeniden yazılırken, bizim için “Erdoğan’ı yıkanlarla beraber olup ABD, İngiltere, İsrail ve Almanya’nın politikalarına hizmet etti” denilmesini istemiyoruz. 100 yıl önce Sandanski idi, bugün Murat Karayılan ve DEM Parti. 100 yıl önce İttihat ve Terakki idi, bugün CHP ve Zafer Partisi. 100 yıl önce Hürriyet ve İtilaf Partisi’ydi, bugün Saadet, Yeniden Refah ve DEVA Partileri... Kusura bakmayın, 100 yıl sonra aynı hatayı işleyenlerden olmayacağız. Biz yanlışlarını söyleyeceğiz, kusurlarını yazacağız, ama Erdoğan’ı indirmeye niyet etmiş şer cephesiyle beraber olmayacağız. Başkan Erdoğan’la devam!


Allah (cc) onu ve samimi arkadaşlarını muvaffak etsin! Rabbimiz onları, ülkemizi, devletimizi ve milletimizi her türlü belâ ve kazadan korusun ve esirgesin! (Âmin.)


Vicdana davet eden bir soru


Ülkesini seven ve vatanı için canını seve seve verecek biri olarak diyorum ki, Türk olsan, Karabağ’ı Ermenilerden alan Erdoğan’ı seversin. Müslüman olsan, Ayasofya’yı cami yapan Erdoğan’ın peşinden gidersin. İnsan olsan, ülkemiz için gece gündüz çalışan Erdoğan’ı desteklersin. Sahi, sen kimsin?


Hatta bir cevap bekliyorum malûm merkezlerden: Siz kimsiniz? Bu ülkeye sevdalı mı, yoksa bu ülkenin başına belâ mısınız? Bir karar verin! Türkiye’nin 20 yılda nerelerden nerelere geldiğini bilemeyecek kadar vicdansız mısınız?


Ülkemiz için cevabımız net


Ülkesini seven, vatanı için canını seve seve verecek biri olarak diyorum ki, CHP iktidar olursa Türkiye parçalanır, IMF’den milyarlarca dolar borç alınır; emir alan, boyun büken, dizleri üzerine çekerek yönetilen bir Türkiye olur. CHP, Türkiye’yi soyar da soğana çevirir. Yurtdışında olan üslerimiz kapatılır. Başörtüsü sorunu tekrar gündeme gelir. Petrol, doğalgaz, yerli otomobil, yerli silah sanayi rafa kalkar. İHA’ları, SİHA’ları unutunuz hatta. Yerli ve millî olan her şey askıya alınır. Türkiye en az 50 yıl geriye gider. Dünyadaki mazlumların sesi tamamen kısılır, duyulmaz olur.


Ülkemizde öyle bir kesim var ki, Başkan Erdoğan’a, utanmadan ve yaptıklarını görmezden gelerek “Amerikancı” diyor. On senede bir darbe yapıyorlardı. Beş senede bir muhtıra veriyorlardı. Çankaya’da kadeh tokuşturuyorlardı. Şimdi bunları yapamadıkları için zorlarına gidiyor, kuduruyorlar. Devirleri bitti.


Osmanlı’yı yıkanlar ve CHP eliyle yıllardır Türkiye’yi sömürenler, şöyle diyorlar: “Üzülerek söylemeliyiz ki, artık önümüzde eski Türkiye yok. Canımız sıkıldığı zaman darbe yapamıyoruz. Başbakanlarını astığımız zamanlar maalesef çok geride kaldı. Bizden silah da, borç da almıyorlar. Yönetilebilir bir dünya kurmak istiyorsak Türkiye’yi durdurmalıyız.”


O kadar güçlüler mi? Hayır! Ama güçlenecekler. Bunun ayak izlerini şimdiden görmeye başladık. Meselâ Balkanlar… Kosova’da Türk SİHA’ları gökyüzünde cirit atıyor. Karabağ’da olanlara şahidiz. 30 senedir devam eden mesele bir buçuk ayda bitti. PKK’nın durumu zaten ortada; bizim için artık kullanışlı bir aparat olmaktan çok ayak bağı olmaya doğru gidiyor. Afrika, Fransa’nın her yıl 300 milyar dolarlık gelirine el attı; Afrika ülkeleri Fransa’ya karşı birleşmeye başladılar. Böyle bir direniş Avrupa’da neye mâl olur, biliyor musunuz? Fransa ekonomisi iki senede çöker. Bu çöküş bütün Avrupa’yı sarmayacak mı sanıyorsunuz?


Diyorlar ki, “Somali’de bir orduları var. Artık Libya’da da bir limanları var. Biz doğalgaz çıkarsak bile Türkiye olmadan hiçbir yere ulaştıramayız. Beyler, tehlikenin farkında mısınız? Şimdi bir şey yaptık, yaptık. Beş sene sonra her şey için çok geç olacak. Türkiye bölgesel bir güç olmuş durumda. Asıl sorunsa şu: Ya bir de küresel güç olursa, o zaman ne yaparız?”.


Evet, böyle düşünüyorlar. İşte bunları bilen ve gören CHP, bu yüzden onlar adına erken seçim istiyor. İstediği olmayınca ortalığı birbirine katmak için he türlü ihaneti yapıyor. Ama ne yaparsalar yapsınlar, dış güçler ve içerideki operasyon çocukları Türkiye’yi dur-du-ra-ma-ya-cak!


Ülkesini seven, vatanı için canını seve seve verecek biri olarak diyorum ki, Sultan Abdülhamid ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, iki memleket sevdalısı, iki İslâm mücahidi, iki güçlü lider olarak yaşadıklarıyla, başlarına gelenlerle ilginç biçimde benzer olayların içindeler ve bu kadar benzerlik olması oldukça manidar. Haçlıların dün içerideki işbirlikçilerinin saldırıp devirdikleri Sultan Abdülhamid’in yalnızlığına Recep Tayyip Erdoğan’ı bırakmayacak bu millet. Evvel-Allah! Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Tarih tekerrür etmeyecek.


İngiliz’in kapısında emir eri gibi bekleyip yardım dilenenlere değil, bu milletin kendisi olan, eğilmeyen, bükülmeyen, emir almayan, “bağımsız Türkiye Cumhuriyeti” için dert edinen, inşâ eden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a güvenin.


Türkiye Yüzyılı dünyaya damgasını vuracak. Ulu Hakan’ın değerini bilmedik, bari o bayrağı taşıyan, “Ulu Hakan” adını vermekten gurur duyduğum Recep Tayyip Erdoğan’ın yüküne omuz atalım. Neden mi “Ulu Hakan” yakıştırması? Çünkü o bayrak Erdoğan’ın elinde. 


Âlem-i bekâya irtihâlinin 107’nci yıldönümünde Ulu Hakan, Cennetmekân Sultan İkinci Abdülhamid Han’ı rahmet, minnet ve tazimle yâd ediyorum. Cumhurbaşkanımız Erdoğan’a ise sağlıklı ve uzun ömürler diliyorum. Allah varlığını bu milletin, bu devletin başından eksik etmesin. (Âmin.)