Jön Türkler, İttihat-Terakki Cemiyeti ve Azınlıklar iş birliği içinde miydi? (4)

Prens Sabahattin’i destekleyenler, sadece propaganda yolunu değil, askerî teşkilâtlanmayı da sağlayıp İngilizlerin dikkatlerinin çekilmesini istiyorlardı. Ancak bundan da önemlisi, Prens Sabahattin ile birlikte hareket eden bazı Ermeniler, 1856 Paris ve 1878 Berlin Anlaşmalarında imzası olan Avrupa devletlerinin reform yaptırmak üzere bu sürece müdâhil olmalarının sağlanmasını teklif ediyorlardı.

YAZI dizimize Jön Türklerin başat isimlerinden Mithat Paşa’yı kısaca hatırlatarak halefleri İttihat-Terakki Cemiyeti’ni ve bu bağlamda ülkemizdeki azınlıklarla işbirliği içinde olan kolunu anlatmaya devam edelim…

Erkân-ı hâl’ ile Sultan Abdülaziz’in bileklerinin kesilerek öldürülmesinde rol oynayan, daha sonra Beşinci Murad’ı kendileri gibi Mason olduğu için başa getirmeye çalışan, Memleket Sandıkları’nın kurulmasıyla ilk faiz sistemine geçilmesinde etken, Meşrutiyet’in kabulü için Sultan Abdulhamid’e şart koşan ve ona muhalefet edenleri tek çatı altında toplamaya çalışan ve pek çok olayda önde gelen bir isim, Mithat Paşa…

“Abdülhamid Han, 31 Ağustos 1876’da tahta çıkarıldı. Sultan Abdülhamid ve desteklerini aldığı Cevdet Paşa gibi muhafazakâr Tanzimatçılar ile Mithat Paşa ve taraftarları arasında Kanun-ı Esâsî metni hakkında uzun süreli yoğun tartışmalar oldu. Kanun-ı Esâsî’ye muhalefetiyle bilinen Mütercim Rüşdü Paşa’nın istifası üzerine 19 Aralık 1876’da Mithat Paşa’nın sadrazamlığa tayini, Meşrutiyet taraftarlarınca çok olumlu karşılandı.

İngiltere’nin desteğini alan Rusya, konferansta ağırlığını koyup altı kalıcı ve iki geçici maddeden oluşan reform teklifinin Osmanlı Devleti’ne sunulmasını sağladı. Mithat Paşa, İngiliz Baş Delegesi Lord Salisbury ile birkaç defa görüşüp şartları yumuşatmaya çalıştıysa da başarılı olamadı. Bunun üzerine teklifleri bir defa daha değerlendirmek için gayr-i Müslim üyelerin de katıldığı bir meclis-i umûmî topladı.

Meclis, 18 Ocak 1877’de, konferansta alınan kararları oy çokluğu ile reddetti. Ardından konferansın son toplantısı 20 Ocak’ta yapıldı ve delegeler İstanbul’dan ayrıldı. 30 Ocak 1877 tarihinde, konumuna uygun olmayan tarzda sert ve ağır bir dille kaleme alınmış ve muhtevâsı basına sızdırılmış olan tezkiresini saraya sunduktan sonra konağına çekilen ve Padişah’ın davetlerini cevapsız bırakan Mithat Paşa, sadâretinin kırk dokuzuncu günü olan 5 Şubat 1877’de azledilerek yurtdışına sürgüne gönderildi.”[i]

Jön Türkler açısından önemli isim olan Mithat Paşa, kimine göre kahraman, kimine göre bir darbeci. Ama şu, su götürmez bir gerçek ki, en yakın arkadaşlarından biri, danışmanlığını da yapan Krikor Odyan’dır. Fikrî yapısının oluşmasında bu isim oldukça önemlidir. Sultan Abdülaziz’in bileklerinin kesilmesinde başaktör olan Mithat Paşa’nın, farklı kaynaklarda farklı lânse edilse de canlı şâhitlerin itirafları sonucu suçu sabit görülmüştür.

“Dostlarının yurtdışına kaçması gerektiği tarzındaki uyarılarına rağmen sadece suçsuz olduğu yolunda Padişah’a arîzalar sunmakla yetindi. Mayıs 1881’de konağında tutuklanacağı sırada Fransa Konsolosluğu’na sığındı. Fransa hükûmeti nezdinde yapılan girişimler ve İzmir’de bulunan tutuklama heyetinin başkanı Adliye Nâzırı Ahmed Cevdet Paşa’nın verdiği güvence üzerine teslim oldu.

İstanbul’a getirildikten sonra saray darbesine karışan asker ve sivillerle birlikte Abdülaziz’in katline iştirak suçlamasıyla Haziran 1881’de Yıldız Sarayı içinde kurulan özel bir mahkemede yargılandı. Başta heyet reisi Ali Sürûrî Efendi olmak üzere hâkimler, Mithat Paşa muhaliflerinden seçilmişti. Aksi yöndeki savunmasına rağmen suçlu bulunarak idama mahkûm edildi. Eski sadrazamlar, nâzırlar heyeti, müşirler ve feriklerden oluşturulan fevkalâde meclis, Yıldız Sarayı’nda toplanıp konuyu müzakere etti ve çoğunluk kararın icrasına hükmetti.

Buna rağmen iç ve dış çevrelerden yükselen itirazları dikkate alan İkinci Abdülhamid, idam cezasını ömür boyu hapse çevirdi. Ailesinin aktardığı bilgilere göre, bu dönemde kendisini ibadete veren, dinî ilimlere ve tasavvufa yönelen Mithat Paşa, 7-8 Mayıs 1884 gecesi hücresinde boğularak öldürüldü. Resmî ölüm sebebi şîrpençe diye açıklanan Mithat Paşa’nın cesedi bile şüphe konusu olmuş, gerçekte ölüp ölmediğinden emin olabilmek için Yıldız Sarayı tarafından defalarca soruşturma yapılmıştır.”[ii]

Carbonari gizli örgütünün nizamnâmesini kendi nizamnâmelerine uyarlayan Jön Türkler ve bakiyesi olan İttihat-Terakki Cemiyeti’nin (İTC) faaliyetlerini, hangi neşriyat ile seslerini duyurduklarını, “Paris” merkezli bu oluşumun diğer şehirlerdeki örgütlenmesini izlemeye devam edelim…

“İstanbul’daki cemiyet üyeleri ile dışarıdakiler, denetime tâbi olmayan Fransız postaları aracılığı ile haberleşebiliyorlardı. Meşveret gazetesi de aynı yolla İstanbul’a geliyor ve muhaliflerin arasında elden ele dolaşıyordu. Tabiî olarak bu hareketlilik kolayca fark edildi ve takibe alındı. Aynı sırada bazı muhalifler de İngilizlerin işgalindeki Mısır’da toplandılar ve burada gazete çıkarıyorlardı. Meselâ Murad Bey bunlardan birisiydi; Mısır’a kaçarak orada Mizan gazetesini yayımlamaya başladı.

Daha sonra Cenevre’ye geçen Mizancı Murad, burada cemiyetin şubesini kurup Mizan’ı da çıkarmaya devam etti. Ayrıca Cenevre’de yayımlanan bir diğer gazete de Osmanlı gazetesi idi ve İkinci Abdülhamid rejimine şiddetle muhalefet etmekteydi. Hoca Kadri’nin idare ettiği Kahire’deki muhalifler ise Kanun-i Esâsî ve Hak gazetelerini çıkarıyorlardı. Bu gazetelerin baskı sayısı çok yüksek değildi fakat etkileri fazla idi. Hattâ bu etkiyi hisseden bir kısım maceraperestler, İkinci Abdülhamid’den para koparmak için bazı şantaj gazeteleri bile yayımlıyorlardı.”[iii]


Austen Henry Layard

Yurtdışı bağlantılarının, içeride Mason locaları ile bağlantıları su götürmez gerçek olan İttihatçılar, neden Şehzâde Murad’ı istiyorlardı?

“Beşinci Murad, şehzâde iken gittiği Avrupa seyahati sırasında Masonlar ile kurduğu ilişkilerini İstanbul’daki Masonlar ile de sürdürdü. Malta Köşkü’ne nakledilince eski arkadaşlarına haber göndererek oradan kurtarılmasını istedi. Nitekim bu çağrıya İstanbullu bir Rum olan Kelanti Skaliyeri (Cléanthi Scalieri) ilgi gösterdi. Kendisi Prodos isimli bir Mason locasının üstadı idi ve muhtemelen gücünü denemek istiyordu.

Ayrıca Türkler ve Yunanları aydın bir sultanın liderliğinde birleştirerek yeni bir Bizans Devleti kurmanın (Hanioğlu:1985, 77; Hanioğlu: 1995, 34) rüyasını görüyordu. Önce Beşinci Murad’ın serbest bırakılması için İkinci Abdülhamid’e hitaben açık bir mektup yayımladı. Ardından uluslararası Mason localarını harekete geçirdi fakat hiçbir sonuç alamadı.

Bunun üzerine örgütlediği bir grup ile (Beşinci Murad’ın annesinin hizmetçisi Nakşibend Kalfa; Evkaf Nezareti’nde görevli Aziz Bey, Şûrây-ı Devlet memurlarından Ali Şefkatî ve bunlara yardımcı olan bazı muhalifler) tıpkı Ali Süavi gibi Sultan Abdülhamid’i bir ihtilâl ile tahttan indirip Beşinci Murad’ı yeniden tahta geçirmeye niyetlendi.

‘Skaliyeri-Aziz Komitesi’ diye isimlendirilen bu hareket, içlerinden birinin ihbarı ile ortaya çıktı. Hareketin önderleri kaçmayı başardı fakat taraftarları tutuklanıp çeşitli cezalara çarptırıldılar. Abdülhamid Han, Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesi ile ilgisi olanların yargılandığı Yıldız Mahkemesi’ni kurdurttu. Yargılananlar Sultan Abdülaziz’in ölümüne sebep vermekten dolayı önce idam cezasına çarptırıldı, ancak bu cezalar yine Sultan’ın talebi ile müebbet hapse dönüştürüldü. İkinci Abdülhamid âdeta bu mahkeme ile her şeyin kendi kontrolü altında olduğunu göstermek istiyordu.

Aynı yıl içinde Paris’te Ahmet Rıza ile İttihat ve Terakki Cemiyeti arasında da ihtilâflar çıktı. O sıralarda Ermeniler ile meskûn yerlerde yapılacak reformlar konusunda Ahmet Rıza, diğer üyelerden farklı düşünmekteydi. Arkadaşlarının da tepkisini çeken görüşlerini bir yazısında yazınca araları açıldı ve bir süreliğine cemiyetten ihraç edildi.”[iv]

İTC’nin iktisadî alandaki faaliyetleri

İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin iktisadî alanda yaptıkları çok ayrı bir başlıkla incelenmeli. bu konuda çalışmalar yapan Ali Akyıldız’ın son cümlesine dikkat çekmek isteriz.

“Müslüman Türk unsurdan bir burjuva sınıfı yaratmayı denediler. Bunu yaparken Batı enstrümanlarını yani Avrupa şirket hukukuyla sermaye birikim yöntemlerini kullandılar; ülkede sermaye birikimini sağlayabilmek adına savaş yıllarında bazen gayr-i meşru kazanca göz yummak da dâhil pek çok yolu deneyip iktisadî ve ticarî anlamda yeni cumhuriyete büyük bir birikimi mîras bıraktılar.”[v]

Evet, demiryolları meselesinde Abdulhamid Han’a baskı yapan ülkeler, her nedense İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne yakınlaşmayı tercih ediyorlardı. Aşağıdaki kaynakta vurgu yapılan değerlendirmeye göre, İttihat ve Terakki’ye katılan etnik unsurlar ve icraatını bu minvâlde değerlendirmek gerek:

“Bağdat Demiryolu projesinin Almanlara verileceğinin duyulması, İngilizlerin Jön Türk hareketine destek vermesine sebep oldu. Zira bu hareket başarılı olursa, proje durdurulabilir veya İngiliz sermayedarlarına aktarılabilirdi. Hattâ bu sıralarda ilginç bir gelişme oldu. Bağdat Demiryolu imtiyazının İngilizlere verilmesi için kulis yapan Abdülhamid’in eniştesi Damat Mahmud Celaleddin Paşa (1853-1903), başarısız olunca, oğulları (Prens) Sabahattin ve Lütfullah Beyleri de alarak 1899 sonlarında Paris’e kaçıp Jön Türk hareketine iştirak etti. Başlangıçta bu gelişme onlara bir avantaj sağladı ise de zaman içinde aralarında bazı fikir ayrılıkları ve kişisel rekabetleri de ortaya çıkardı. Bu ayrılıklar 4-9 Şubat 1902 tarihinde, Paris’te yapılan ilk Jön Türk Kongresi’nde kendini gösterdi.

Kongreye Türk muhaliflerden başka Fransa’da bulunan Arap, Arnavut, Ermeni, Rum, Yahudi gibi mülteciler de katıldı. Kongre sonunda Fransız pozitivizminin savunucusu Ahmet Rıza’nın başkanlığında Terakki ve İttihat Grubu ile İngilizlerin yükselişine hayran olan ve Edmond Demolins’in fikirlerinden etkilenen Prens Sabahattin’in (1878-1948) liberal eğilimli ve muhtariyeti (özerklik) savunan “Teşebbüs-i Şahsî ve Âdem-i Merkeziyet” grupları ortaya çıktı.


Henry George Elliot

İki grubun arasındaki ayrılık, sadece benimsenen felsefî ekoller ile sınırlı değildi. Asıl ayrılık, hedefe vardıracak yöntemler üzerinde çıkmıştı. Prens Sabahattin’i destekleyenler, sadece propaganda yolunu değil, askerî teşkilâtlanmayı da sağlayıp İngilizlerin dikkatlerinin çekilmesini istiyorlardı. Ancak bundan da önemlisi, Prens Sabahattin ile birlikte hareket eden bazı Ermeniler, 1856 Paris ve 1878 Berlin Anlaşmalarında imzası olan Avrupa devletlerinin reform yaptırmak üzere bu sürece müdâhil olmalarının sağlanmasını teklif ediyorlardı. Hattâ şiddetli tartışmalara rağmen bu fikirleri, kongrenin sonuç bildirisinde de yer aldı.

Cenevre ve Kahire’de cemiyete yeni katılımlar oldu. Avrupa’da birbirinden bağımsız çalışan bu iki grup, 1907 yılında Cenevre’deki Ermeni Taşnak-Sutyun Cemiyeti’nin daveti ile ikinci Jön Türk Kongresi’nde bir araya geldiler. Kongre için Jön Türklerin Teşebbüs-i Şahsî, Âdem-i Merkeziyet Cemiyeti’nin ve Ermenilerin bazı temsilcileri önce Prens Sabahattin’in Paris’teki ofisinde bir hazırlık çalışması yaptılar. Ardından kongre, 27 Aralık 1907’de Ahmet Rıza, Sabahattin ve Malumyan’ın ortak başkanlığında toplandı.

Aralarında fikir birliği olmayan, üstelik programlarına dış müdahale ve terör gibi yöntemleri de koyan Prens Sabahattin’in ve Ermenilerin taraftarları ile Jön Türk grubu arasında hayli tartışmalar yaşandı.[vi]

İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin masum bir ihtilâlden çok bir darbe çalışması olduğunu şu çalışmadaki bilgiler de teyit etmektedir:

“Meclisi kapatmış bir padişahın varlığı, kendilerine yardım edecek bir Mithat Paşa’nın olmayışı, İngiltere’yi rahatsız etmeye başlamıştı. Hemen hemen her ülkede itibarı bulunan Osmanlı’yı İngiltere’ye yakın birileri yönetmeliydi. Bu yüzden İngiliz yanlısı Mithat Paşa’yı sürgünden getirterek sadrazam yapmak, Beşinci Murad’ı tekrar tahta çıkarmak için harekete geçtiler. İngilizler, Sultan Abdülaziz’in ordu ve donanma politikalarından oldukça korkmuşlardı. Bu yüzden Abdülaziz Han’a yaptıkları darbe tecrübelerine dayanarak işe koyuldular.

Sultan Aziz darbesinin arkasında İngiltere’nin İstanbul Büyükelçisi Lord Elliot vardı. Kısa müddet önce yerine, İstanbul’a ünlü arkeolog Lord Layard getirilmişti. Layard, Intelligence Service denen Britanya gizli haber alma servisinin İstanbul ajanı Sandison’la beraber yeni bir darbe hazırlığı içine girdi. Bu sefer işlerine yarayacak daha mütevazı bir adam seçtiler. Bu adam, Yeni Osmanlılardan, Osmanlı Devleti ve Abdülhamid Han hakkında eleştiri yazıları yazan gazeteci Ali Suavi’ydi. Suavi, aynı zamanda Mary adında bir İngiliz kadın ile evliydi.”[vii]

Evet, İngilizlerin seçtiği piyon Ali Suavi, saraya girip açıktan ölüm saçmaya geldiğini haykırarak padişahı öldürmeye kalkışınca, bilindiği üzere Yedi Sekiz Hasan Çelebi, elindeki odunla Ali Suavi’yi durdurmak isterken kafasına vurmuş ve Ali Suavi orada ölmüştür.

20 Mayıs 1878’de yaşanan bu suikast olayı ne ilk, ne de sondu. Sultan Abdülhamid Han’a 21 Temmuz 1905’te, arabasının altına yerleştirilen bir bomba ile öldürmek istediler. “Bomba Hâdisesi” diye bildiğimiz bu suikastı Ermeni komitacılar ve İttihatçıların ortak düzenlediği iddia edildi. Abdülhamid Han arabasına binmek yerine Şeyhü’l-İslâm ile ayaküstü konuşunca zaman ayarlı bomba infilak etti ve böyle bir gecikmeyi hesap etmeyen suikastçıların amacı gerçekleşmedi. Tevfik Fikret, “Bir dakika gecikme ile başarısız oldun ey avcı” dizesiyle suikastın başarısız olmasından kaynaklanan üzüntüsünü bildiren şiirler yazdı.


Ali Suavi

Ali Suavi’nin suikast girişimine dönecek olursak…

“Intelligence Service’yle düzenlenen anlaşma gereği Ali Suavi’nin eşi, Çırağan Sarayı’nın karşısında beklemiş, fakat gereken işaret gelmeyince evindeki belgeleri yakarak limandaki bir gemiyle Londra’ya gitmiştir. Burada bir Ermeni ile evlenerek Paris’e yerleşir. Bu olay, Osmanlı Devleti içinde yetişmiş bir okumuşun dış güçle irtibatlı olduğunu göstermektedir.

Bunun yanında Abdülaziz döneminden beri aktif olan Scalieri, başarısız girişimlerine rağmen emellerinden vazgeçmemişti. Bu sefer, yeni Osmanlı padişahı Abdülhamid Han’ı hedef almıştı. Ali Suavi olayı Padişah üzerinde oldukça tesir bırakmış, buna önlem olarak da istihbarat örgütünü güçlendirmişti.

İkinci Abdülhamid’in Hüsnü Bey’i Scalieri komitesine hafiye olarak (1878) yerleştirmesiyle bir şeyler ortaya çıkmaya başlamıştı. Scalieri ve arkadaşları, Hüsnü Bey’in hafiyelik yaptığını anlamış ve bilgi gizlemeye başlamışlardı. Abdülhamid’i tahtan indirmek için harekete geçen Scalieri ve ekibi, Beşinci Murad’ı, suyolları kapandığı için kayıkla saraydan kaçırmak istemişlerdi. Fakat havanın fırtınalı olması sebebiyle kayık sarayın girişine savrulmuş ve saray muhafızları tarafından fark edilerek tutuklanmışlardı.

Bu olayın anlaşılması ve ekibindekilerin yakalanması üzerine Scalieri, değişik yollardan Mason localarının yardımıyla Avrupa’ya kaçmıştı. Kaçmadan önce evinde bulunan evrakları almak istese de başarılı olamamış, bu evraklar sonradan Padişah’ın eline geçmiştir. Bu mütalâalara göre Mason cemiyetine mensup komite azâlarının Sultan Murad’ı Avrupa’ya kaçırmak istediği anlaşılır.[viii]



[i] Gökhan Çetinsaya, Ş. Tufan Buzpınar - Dia

[ii] Gökhan Çetinsaya, Ş. Tufan Buzpınar - Dia

[iii] Zekeriya Kurşun “Osmanlı Tarihi 1876-1918” 7. Ünite Anadolu Ünivst. Yay

[iv] Zekeriya Kurşun “Osmanlı Tarihi 1876-1918” 7. Ünite Anadolu Ünivst. Yay

[v] Ali Akyıldız: “Osmanlı Yenileşme 1876-1918” 5. Ünite Anadolu Ünivst. Yay

[vi]Zekeriya Kurşun “Osmanlı Tarihi 1876-1918” 7. Ünite Anadolu Ünivst. Yay

[vii]Çobanoğlu / 1876’dan Günümüze Darbeler Ve Devşirme Okumuşlar İlişkisi” Necmeddin Erbakan Ünivst.

[viii] A.G.E