
YAZI dizimize Jön Türklerin
başat isimlerinden Mithat Paşa’yı kısaca hatırlatarak halefleri İttihat-Terakki
Cemiyeti’ni ve bu bağlamda ülkemizdeki azınlıklarla işbirliği içinde olan
kolunu anlatmaya devam edelim…
Erkân-ı
hâl’ ile Sultan Abdülaziz’in bileklerinin kesilerek öldürülmesinde rol oynayan,
daha sonra Beşinci Murad’ı kendileri gibi Mason olduğu için başa getirmeye
çalışan, Memleket Sandıkları’nın kurulmasıyla ilk faiz sistemine geçilmesinde
etken, Meşrutiyet’in kabulü için Sultan Abdulhamid’e şart koşan ve ona muhalefet
edenleri tek çatı altında toplamaya çalışan ve pek çok olayda önde gelen bir
isim, Mithat Paşa…
“Abdülhamid
Han, 31 Ağustos 1876’da tahta çıkarıldı. Sultan Abdülhamid ve desteklerini
aldığı Cevdet Paşa gibi muhafazakâr Tanzimatçılar ile Mithat Paşa ve
taraftarları arasında Kanun-ı Esâsî metni hakkında uzun süreli yoğun
tartışmalar oldu. Kanun-ı Esâsî’ye muhalefetiyle bilinen Mütercim Rüşdü
Paşa’nın istifası üzerine 19 Aralık 1876’da Mithat Paşa’nın sadrazamlığa tayini,
Meşrutiyet taraftarlarınca çok olumlu karşılandı.
İngiltere’nin
desteğini alan Rusya, konferansta ağırlığını koyup altı kalıcı ve iki geçici
maddeden oluşan reform teklifinin Osmanlı Devleti’ne sunulmasını sağladı.
Mithat Paşa, İngiliz Baş Delegesi Lord Salisbury ile birkaç defa görüşüp
şartları yumuşatmaya çalıştıysa da başarılı olamadı. Bunun üzerine teklifleri
bir defa daha değerlendirmek için gayr-i Müslim üyelerin de katıldığı bir
meclis-i umûmî topladı.
Meclis,
18 Ocak 1877’de, konferansta alınan kararları oy çokluğu ile reddetti. Ardından
konferansın son toplantısı 20 Ocak’ta yapıldı ve delegeler İstanbul’dan
ayrıldı. 30 Ocak 1877 tarihinde, konumuna uygun olmayan tarzda sert ve ağır bir
dille kaleme alınmış ve muhtevâsı basına sızdırılmış olan tezkiresini saraya
sunduktan sonra konağına çekilen ve Padişah’ın davetlerini cevapsız bırakan Mithat
Paşa, sadâretinin kırk dokuzuncu günü olan 5 Şubat 1877’de azledilerek yurtdışına
sürgüne gönderildi.”[i]
Jön
Türkler açısından önemli isim olan Mithat Paşa, kimine göre kahraman, kimine
göre bir darbeci. Ama şu, su götürmez bir gerçek ki, en yakın arkadaşlarından
biri, danışmanlığını da yapan Krikor Odyan’dır. Fikrî yapısının oluşmasında bu isim
oldukça önemlidir. Sultan Abdülaziz’in bileklerinin kesilmesinde başaktör olan
Mithat Paşa’nın, farklı kaynaklarda farklı lânse edilse de canlı şâhitlerin
itirafları sonucu suçu sabit görülmüştür.
“Dostlarının
yurtdışına kaçması gerektiği tarzındaki uyarılarına rağmen sadece suçsuz olduğu
yolunda Padişah’a arîzalar sunmakla yetindi. Mayıs 1881’de konağında
tutuklanacağı sırada Fransa Konsolosluğu’na sığındı. Fransa hükûmeti nezdinde
yapılan girişimler ve İzmir’de bulunan tutuklama heyetinin başkanı Adliye
Nâzırı Ahmed Cevdet Paşa’nın verdiği güvence üzerine teslim oldu.
İstanbul’a
getirildikten sonra saray darbesine karışan asker ve sivillerle birlikte
Abdülaziz’in katline iştirak suçlamasıyla Haziran 1881’de Yıldız Sarayı içinde
kurulan özel bir mahkemede yargılandı. Başta heyet reisi Ali Sürûrî Efendi
olmak üzere hâkimler, Mithat Paşa muhaliflerinden seçilmişti. Aksi yöndeki
savunmasına rağmen suçlu bulunarak idama mahkûm edildi. Eski sadrazamlar,
nâzırlar heyeti, müşirler ve feriklerden oluşturulan fevkalâde meclis, Yıldız
Sarayı’nda toplanıp konuyu müzakere etti ve çoğunluk kararın icrasına hükmetti.
Buna
rağmen iç ve dış çevrelerden yükselen itirazları dikkate alan İkinci Abdülhamid,
idam cezasını ömür boyu hapse çevirdi. Ailesinin aktardığı bilgilere göre, bu
dönemde kendisini ibadete veren, dinî ilimlere ve tasavvufa yönelen Mithat Paşa,
7-8 Mayıs 1884 gecesi hücresinde boğularak öldürüldü. Resmî ölüm sebebi şîrpençe
diye açıklanan Mithat Paşa’nın cesedi bile şüphe konusu olmuş, gerçekte ölüp
ölmediğinden emin olabilmek için Yıldız Sarayı tarafından defalarca soruşturma
yapılmıştır.”[ii]
Carbonari
gizli örgütünün nizamnâmesini kendi nizamnâmelerine uyarlayan Jön Türkler ve
bakiyesi olan İttihat-Terakki Cemiyeti’nin (İTC) faaliyetlerini, hangi neşriyat
ile seslerini duyurduklarını, “Paris” merkezli bu oluşumun diğer şehirlerdeki örgütlenmesini
izlemeye devam edelim…
“İstanbul’daki
cemiyet üyeleri ile dışarıdakiler, denetime tâbi olmayan Fransız postaları
aracılığı ile haberleşebiliyorlardı. Meşveret gazetesi de aynı yolla İstanbul’a
geliyor ve muhaliflerin arasında elden ele dolaşıyordu. Tabiî olarak bu
hareketlilik kolayca fark edildi ve takibe alındı. Aynı sırada bazı muhalifler
de İngilizlerin işgalindeki Mısır’da toplandılar ve burada gazete
çıkarıyorlardı. Meselâ Murad Bey bunlardan birisiydi; Mısır’a kaçarak orada
Mizan gazetesini yayımlamaya başladı.
Daha
sonra Cenevre’ye geçen Mizancı Murad, burada cemiyetin şubesini kurup Mizan’ı
da çıkarmaya devam etti. Ayrıca Cenevre’de yayımlanan bir diğer gazete de
Osmanlı gazetesi idi ve İkinci Abdülhamid rejimine şiddetle muhalefet
etmekteydi. Hoca Kadri’nin idare ettiği Kahire’deki muhalifler ise Kanun-i
Esâsî ve Hak gazetelerini çıkarıyorlardı. Bu gazetelerin baskı sayısı çok
yüksek değildi fakat etkileri fazla idi. Hattâ bu etkiyi hisseden bir kısım
maceraperestler, İkinci Abdülhamid’den para koparmak için bazı şantaj
gazeteleri bile yayımlıyorlardı.”[iii]
Austen Henry Layard
Yurtdışı
bağlantılarının, içeride Mason locaları ile bağlantıları su götürmez gerçek
olan İttihatçılar, neden Şehzâde Murad’ı istiyorlardı?
“Beşinci
Murad, şehzâde iken gittiği Avrupa seyahati sırasında Masonlar ile kurduğu
ilişkilerini İstanbul’daki Masonlar ile de sürdürdü. Malta Köşkü’ne
nakledilince eski arkadaşlarına haber göndererek oradan kurtarılmasını istedi.
Nitekim bu çağrıya İstanbullu bir Rum olan Kelanti Skaliyeri (Cléanthi
Scalieri) ilgi gösterdi. Kendisi Prodos isimli bir Mason locasının üstadı idi
ve muhtemelen gücünü denemek istiyordu.
Ayrıca
Türkler ve Yunanları aydın bir sultanın liderliğinde birleştirerek yeni bir
Bizans Devleti kurmanın (Hanioğlu:1985, 77; Hanioğlu: 1995, 34) rüyasını
görüyordu. Önce Beşinci Murad’ın serbest bırakılması için İkinci Abdülhamid’e
hitaben açık bir mektup yayımladı. Ardından uluslararası Mason localarını
harekete geçirdi fakat hiçbir sonuç alamadı.
Bunun
üzerine örgütlediği bir grup ile (Beşinci Murad’ın annesinin hizmetçisi
Nakşibend Kalfa; Evkaf Nezareti’nde görevli Aziz Bey, Şûrây-ı Devlet
memurlarından Ali Şefkatî ve bunlara yardımcı olan bazı muhalifler) tıpkı Ali
Süavi gibi Sultan Abdülhamid’i bir ihtilâl ile tahttan indirip Beşinci Murad’ı
yeniden tahta geçirmeye niyetlendi.
‘Skaliyeri-Aziz
Komitesi’ diye isimlendirilen bu hareket, içlerinden birinin ihbarı ile ortaya
çıktı. Hareketin önderleri kaçmayı başardı fakat taraftarları tutuklanıp
çeşitli cezalara çarptırıldılar. Abdülhamid Han, Sultan Abdülaziz’in tahttan
indirilmesi ile ilgisi olanların yargılandığı Yıldız Mahkemesi’ni kurdurttu.
Yargılananlar Sultan Abdülaziz’in ölümüne sebep vermekten dolayı önce idam
cezasına çarptırıldı, ancak bu cezalar yine Sultan’ın talebi ile müebbet hapse
dönüştürüldü. İkinci Abdülhamid âdeta bu mahkeme ile her şeyin kendi kontrolü
altında olduğunu göstermek istiyordu.
Aynı
yıl içinde Paris’te Ahmet Rıza ile İttihat ve Terakki Cemiyeti arasında da
ihtilâflar çıktı. O sıralarda Ermeniler ile meskûn yerlerde yapılacak reformlar
konusunda Ahmet Rıza, diğer üyelerden farklı düşünmekteydi. Arkadaşlarının da
tepkisini çeken görüşlerini bir yazısında yazınca araları açıldı ve bir süreliğine
cemiyetten ihraç edildi.”[iv]
İTC’nin
iktisadî alandaki faaliyetleri
İttihat
ve Terakki Cemiyeti’nin iktisadî alanda yaptıkları çok ayrı bir başlıkla
incelenmeli. bu konuda çalışmalar yapan Ali Akyıldız’ın son cümlesine dikkat
çekmek isteriz.
“Müslüman
Türk unsurdan bir burjuva sınıfı yaratmayı denediler. Bunu yaparken Batı
enstrümanlarını yani Avrupa şirket hukukuyla sermaye birikim yöntemlerini
kullandılar; ülkede sermaye birikimini sağlayabilmek adına savaş yıllarında
bazen gayr-i meşru kazanca göz yummak da dâhil pek çok yolu deneyip iktisadî ve
ticarî anlamda yeni cumhuriyete büyük bir birikimi mîras bıraktılar.”[v]
Evet,
demiryolları meselesinde Abdulhamid Han’a baskı yapan ülkeler, her nedense
İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne yakınlaşmayı tercih ediyorlardı. Aşağıdaki
kaynakta vurgu yapılan değerlendirmeye göre, İttihat ve Terakki’ye katılan
etnik unsurlar ve icraatını bu minvâlde değerlendirmek gerek:
“Bağdat
Demiryolu projesinin Almanlara verileceğinin duyulması, İngilizlerin Jön Türk
hareketine destek vermesine sebep oldu. Zira bu hareket başarılı olursa, proje
durdurulabilir veya İngiliz sermayedarlarına aktarılabilirdi. Hattâ bu
sıralarda ilginç bir gelişme oldu. Bağdat Demiryolu imtiyazının İngilizlere
verilmesi için kulis yapan Abdülhamid’in eniştesi Damat Mahmud Celaleddin Paşa
(1853-1903), başarısız olunca, oğulları (Prens) Sabahattin ve Lütfullah Beyleri
de alarak 1899 sonlarında Paris’e kaçıp Jön Türk hareketine iştirak etti.
Başlangıçta bu gelişme onlara bir avantaj sağladı ise de zaman içinde
aralarında bazı fikir ayrılıkları ve kişisel rekabetleri de ortaya çıkardı. Bu
ayrılıklar 4-9 Şubat 1902 tarihinde, Paris’te yapılan ilk Jön Türk Kongresi’nde
kendini gösterdi.
Kongreye Türk muhaliflerden başka Fransa’da bulunan Arap, Arnavut, Ermeni, Rum, Yahudi gibi mülteciler de katıldı. Kongre sonunda Fransız pozitivizminin savunucusu Ahmet Rıza’nın başkanlığında Terakki ve İttihat Grubu ile İngilizlerin yükselişine hayran olan ve Edmond Demolins’in fikirlerinden etkilenen Prens Sabahattin’in (1878-1948) liberal eğilimli ve muhtariyeti (özerklik) savunan “Teşebbüs-i Şahsî ve Âdem-i Merkeziyet” grupları ortaya çıktı.
Henry George Elliot
İki
grubun arasındaki ayrılık, sadece benimsenen felsefî ekoller ile sınırlı
değildi. Asıl ayrılık, hedefe vardıracak yöntemler üzerinde çıkmıştı. Prens
Sabahattin’i destekleyenler, sadece propaganda yolunu değil, askerî
teşkilâtlanmayı da sağlayıp İngilizlerin dikkatlerinin çekilmesini
istiyorlardı. Ancak bundan da önemlisi, Prens Sabahattin ile birlikte hareket
eden bazı Ermeniler, 1856 Paris ve 1878 Berlin Anlaşmalarında imzası olan
Avrupa devletlerinin reform yaptırmak üzere bu sürece müdâhil olmalarının
sağlanmasını teklif ediyorlardı. Hattâ şiddetli tartışmalara rağmen bu
fikirleri, kongrenin sonuç bildirisinde de yer aldı.
Cenevre
ve Kahire’de cemiyete yeni katılımlar oldu. Avrupa’da birbirinden bağımsız
çalışan bu iki grup, 1907 yılında Cenevre’deki Ermeni Taşnak-Sutyun
Cemiyeti’nin daveti ile ikinci Jön Türk Kongresi’nde bir araya geldiler. Kongre
için Jön Türklerin Teşebbüs-i Şahsî, Âdem-i Merkeziyet Cemiyeti’nin ve
Ermenilerin bazı temsilcileri önce Prens Sabahattin’in Paris’teki ofisinde bir
hazırlık çalışması yaptılar. Ardından kongre, 27 Aralık 1907’de Ahmet Rıza,
Sabahattin ve Malumyan’ın ortak başkanlığında toplandı.
Aralarında
fikir birliği olmayan, üstelik programlarına dış müdahale ve terör gibi
yöntemleri de koyan Prens Sabahattin’in ve Ermenilerin taraftarları ile Jön
Türk grubu arasında hayli tartışmalar yaşandı.[vi]
İttihat
ve Terakki Cemiyeti’nin masum bir ihtilâlden çok bir darbe çalışması olduğunu
şu çalışmadaki bilgiler de teyit etmektedir:
“Meclisi
kapatmış bir padişahın varlığı, kendilerine yardım edecek bir Mithat Paşa’nın
olmayışı, İngiltere’yi rahatsız etmeye başlamıştı. Hemen hemen her ülkede
itibarı bulunan Osmanlı’yı İngiltere’ye yakın birileri yönetmeliydi. Bu yüzden
İngiliz yanlısı Mithat Paşa’yı sürgünden getirterek sadrazam yapmak, Beşinci
Murad’ı tekrar tahta çıkarmak için harekete geçtiler. İngilizler, Sultan
Abdülaziz’in ordu ve donanma politikalarından oldukça korkmuşlardı. Bu yüzden
Abdülaziz Han’a yaptıkları darbe tecrübelerine dayanarak işe koyuldular.
Sultan
Aziz darbesinin arkasında İngiltere’nin İstanbul Büyükelçisi Lord Elliot vardı.
Kısa müddet önce yerine, İstanbul’a ünlü arkeolog Lord Layard getirilmişti.
Layard, Intelligence Service denen Britanya gizli haber alma servisinin
İstanbul ajanı Sandison’la beraber yeni bir darbe hazırlığı içine girdi. Bu
sefer işlerine yarayacak daha mütevazı bir adam seçtiler. Bu adam, Yeni
Osmanlılardan, Osmanlı Devleti ve Abdülhamid Han hakkında eleştiri yazıları
yazan gazeteci Ali Suavi’ydi. Suavi, aynı zamanda Mary adında bir İngiliz kadın
ile evliydi.”[vii]
Evet,
İngilizlerin seçtiği piyon Ali Suavi, saraya girip açıktan ölüm saçmaya
geldiğini haykırarak padişahı öldürmeye kalkışınca, bilindiği üzere Yedi Sekiz
Hasan Çelebi, elindeki odunla Ali Suavi’yi durdurmak isterken kafasına vurmuş
ve Ali Suavi orada ölmüştür.
20 Mayıs 1878’de yaşanan bu suikast olayı ne ilk, ne de sondu. Sultan Abdülhamid Han’a 21 Temmuz 1905’te, arabasının altına yerleştirilen bir bomba ile öldürmek istediler. “Bomba Hâdisesi” diye bildiğimiz bu suikastı Ermeni komitacılar ve İttihatçıların ortak düzenlediği iddia edildi. Abdülhamid Han arabasına binmek yerine Şeyhü’l-İslâm ile ayaküstü konuşunca zaman ayarlı bomba infilak etti ve böyle bir gecikmeyi hesap etmeyen suikastçıların amacı gerçekleşmedi. Tevfik Fikret, “Bir dakika gecikme ile başarısız oldun ey avcı” dizesiyle suikastın başarısız olmasından kaynaklanan üzüntüsünü bildiren şiirler yazdı.
Ali Suavi
Ali
Suavi’nin suikast girişimine dönecek olursak…
“Intelligence
Service’yle düzenlenen anlaşma gereği Ali Suavi’nin eşi, Çırağan Sarayı’nın
karşısında beklemiş, fakat gereken işaret gelmeyince evindeki belgeleri yakarak
limandaki bir gemiyle Londra’ya gitmiştir. Burada bir Ermeni ile evlenerek
Paris’e yerleşir. Bu olay, Osmanlı Devleti içinde yetişmiş bir okumuşun dış
güçle irtibatlı olduğunu göstermektedir.
Bunun
yanında Abdülaziz döneminden beri aktif olan Scalieri, başarısız girişimlerine
rağmen emellerinden vazgeçmemişti. Bu sefer, yeni Osmanlı padişahı Abdülhamid
Han’ı hedef almıştı. Ali Suavi olayı Padişah üzerinde oldukça tesir bırakmış,
buna önlem olarak da istihbarat örgütünü güçlendirmişti.
İkinci
Abdülhamid’in Hüsnü Bey’i Scalieri komitesine hafiye olarak (1878)
yerleştirmesiyle bir şeyler ortaya çıkmaya başlamıştı. Scalieri ve arkadaşları,
Hüsnü Bey’in hafiyelik yaptığını anlamış ve bilgi gizlemeye başlamışlardı.
Abdülhamid’i tahtan indirmek için harekete geçen Scalieri ve ekibi, Beşinci
Murad’ı, suyolları kapandığı için kayıkla saraydan kaçırmak istemişlerdi. Fakat
havanın fırtınalı olması sebebiyle kayık sarayın girişine savrulmuş ve saray
muhafızları tarafından fark edilerek tutuklanmışlardı.
Bu
olayın anlaşılması ve ekibindekilerin yakalanması üzerine Scalieri, değişik
yollardan Mason localarının yardımıyla Avrupa’ya kaçmıştı. Kaçmadan önce evinde
bulunan evrakları almak istese de başarılı olamamış, bu evraklar sonradan Padişah’ın
eline geçmiştir. Bu mütalâalara göre Mason cemiyetine mensup komite azâlarının
Sultan Murad’ı Avrupa’ya kaçırmak istediği anlaşılır.[viii]
[i] Gökhan Çetinsaya,
Ş. Tufan Buzpınar - Dia
[ii] Gökhan Çetinsaya,
Ş. Tufan Buzpınar - Dia
[iii] Zekeriya Kurşun
“Osmanlı Tarihi 1876-1918” 7. Ünite Anadolu Ünivst. Yay
[iv] Zekeriya Kurşun
“Osmanlı Tarihi 1876-1918” 7. Ünite Anadolu Ünivst. Yay
[v] Ali Akyıldız: “Osmanlı Yenileşme
1876-1918” 5. Ünite Anadolu Ünivst. Yay
[vi]Zekeriya Kurşun
“Osmanlı Tarihi 1876-1918” 7. Ünite Anadolu Ünivst. Yay
[vii]Çobanoğlu / 1876’dan Günümüze
Darbeler Ve Devşirme Okumuşlar İlişkisi” Necmeddin Erbakan
Ünivst.