Jön Türkler ile İttihat Terakki Cemiyeti, azınlıklarla işbirliği içinde miydi? (3)

Mithat Paşa, İngiltere ile bağını kuvvetlendirmiş ve Sultan Abdulaziz’e istediklerini yaptıramayacağını anlayınca İngiliz Büyükelçisi Lord Elliot’un desteğiyle Abdulaziz Han’ın bileklerini kesmek sûreti ile öldürmüş, sonra da yerine Şehzâde Murad’ı geçirmişti.

FRANSIZ İhtilâli’nden sonra bütün dünyaya yayılan “özgürlük” sloganı dört büyük imparatorluğu bölmüş, ırk, hizip ve ideolojik bölünmeler dalga dalga yayılmıştı. Osmanlı’ya da “Tanzimat ve ıslahatlarla” gelen dalgadan etkilenenler Jön Türk hareketini kurmuştu. 

Gerek Jön Türkler, gerekse İttihat Terakki Cemiyeti’nin üyelerinin her biri, farklı sebepten Abdülhamid Han’a muhalif olmuş, “Özgürlük, eşitlik, meşrutiyet” sloganı ile yola çıkmış kişilerdi. Çok farklı görüşlerde de olsalar, tek birleştikleri nokta Abdülhamid Han karşıtlığıydı. Jön Türkler ile İttihat Terakki’yi her ne kadar ayrı ansak da, tabanda aynı görüşün halefi oldukları ve zamanla yeni isimler eklenmesi yahut isim değişikliği yapması sonucu iki farklı grup gibi algılansa da, biri halef, diğeri selef iki gruptan söz ediyoruz. 

Kuruluş serencâmı hakkında farklı tarihler verilse de ilk 1865 yılında temelleri atılan ve “Genç Osmanlılar” adı altında buluşan Jön Türkler, “jön” ismini Fransızca “joune”, “genç ihtilâlci” kelimesinden mülhem koymuşlardır. Bir başkaldırı, darbe veya ihtilâl, kim ne derse desin, ülkedeki yönetimi yıkmak için dış güçlerle ve içerideki gayr-i Müslim azınlıklarla dirsek temasında olan bu cemiyet, içlerinde gerçek hamiyetperverler olsa da çoğunlukla akıllarını başkalarına kiralamış kimselerdi. Ya da farklı din veya hizipten oldukları için, bazıları bilerek, bazıları farkında olmadan büyük toprak kayıplarına sebep olmuş, ülkeyi parçalamış bir cemiyetti.


Şimdi değişik kaynaklardan Jön Türklerin ve İttihat Terakki Cemiyeti’nin kuruluş serencâmına bir göz atalım…

“Bir grup Tıbbiyeli (Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye), 1889 yılında (ilginç bir tesadüf veya bilinçli bir tercihle Fransız Devrimi’nin yüzüncü yılında) İnkılâb-i Osmanî adı ile gizli bir hareket başlatırlar. Hareketin kurucuları; Konyalı Hikmet Emin, Diyarbekirli İshak Sukûtî, Ohrili İbrahim Edhem, Arapgirli Abdullah Cevdet ve Bakülü Mehmet Reşit’tir. Gerçi kuruluş tarihi tartışmalıdır.

İlk sohbetlerin Mekteb-i Tıbbiye’nin bahçesindeki odun yığınları arasında yapılmasından dolayı ‘Hatab Kıraathanesi İçtimaı’ adı veriliyordu. Sadece okulda ders arasındaki sohbetler ile bir yere varılamayacağı kanaatine varan grubun başka muhalifler ile temasa geçmek ve hareketi genişlemek amacı ile 1891 yılında faaliyete geçtiği anlaşılmaktadır. Nitekim bu amaçla Edirnekapı dışındaki Midhat Paşa Konağı’nın bahçesinde yapılan ilk toplantıya da ‘İncir Ağacı İçtimaı’ adı verildi. Bu tarihten itibaren ‘Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti’ olarak anılacak olan bu hareket de uzun zaman ancak sınırlı sayıda üyeleri tarafından bilinen bir cemiyet olarak kaldı.

Muhtemelen, İkinci Abdülhamid rejiminin sıkı takibi ve üyelerinin süren öğrencilikleri, cemiyetin aktif faaliyet göstermesine imkân vermedi. Diğer taraftan cemiyet her ne kadar Tıbbiyeliler arasında örgütlenmeyi sağladı ise, esas fikrî destek, bu geleneğe sahip Mülkiyelilerden beklenmekteydi. Bu yüzden ilk örgütlü hareketin fiilî bir siyâsî teşkilât hâline dönüp ismini duyurması için 1895 yılına kadar beklenecektir. Aynı yıl içinde cemiyetin nizamnâmesi Mülkiye, Askerî Tıbbiye ve Harbiye öğrencileri tarafından hazırlandı ve ilk beyannâmesi de 30 Eylül’de yayımlandı.” (Ali Birinci: 1999, 402-403)

“Cemiyet, İtalyan Carbonari örgütünü taklit ederek teşkilâtlandı ve kısa zamanda genç asker, bürokrat adayı, gazeteci ve aydınlar arasında taraftar buldu. Cemiyetin isim babası Ahmet Rıza (1859-1930) olduğu gibi, ilk sözcüsü de yine onun girişimi ile aynı yılın sonunda Paris’te yayımlanmaya başlayan Meşveret gazetesidir. Aslında bu gazeteden önce Fransa’da Lübnanlı bir Marunî olan eski Osmanlı mebusu Halil Ganem, Paris’e kaçan muhaliflere ev sahipliği yapıyordu ve La Jeune Turguie adlı bir gazete yayımlıyordu.

Fransa’da eğitim alıp yurda döndükten sonra Bursa Maarif Müdürlüğü’ne atanan Ahmet Rıza, 1889 yılında Paris’te açılan bir sergiyi ziyaret etmek için izinli olarak Fransa’ya gitti ve bir daha geri dönmeyip Avrupa’da bulunan diğer Abdülhamid muhalifleri ile siyaset yapmaya başladı. Zaman içinde bu gruba Batı basınında Jön Türkler/Genç Türkler adı verildi. Ahmet Rıza, pozitivist felsefenin kurucusu Auguste Comte’un öğrencisi Pierre Lafitte’nin (1823-1903) fikirlerinden etkilendi.”[i]

Jön Türkler, Auguste Comte gibi pozitivist yani “Laboratuvara girmeyen hiçbir şeye inanmam” diyen sapkın bir anlayışa inananların felsefî akımından etkilenen, onun yolundan giden Jön Türkler, ülkede her konuya itiraz edip başkaldırıyorlardı. Jön Türkler ülke yönetimi ve ekonomi gibi hiçbir konuda yetkin ve yetişmiş/tecrübeli değillerdi. O yüzdendir ki, koskoca imparatorluğu kaosa sürüklediler. 


Bir diğer kaynakta cemiyeti oluşturan zihnî yapıyı ve okullarda yetişen öğrencilerin serencâmı şöyle anlatılıyor:

“Bu okullarda yetişen önemli kişilerin başında Abdullah Cevdet, Rıza Tevfik gelmektedir. Pozitivizmin ve biyolojik materyalizmin Fransız aydın zümreleri arasında etkili olduğu bir dönemde Mekteb-i Tıbbiye’ye bu ülkeden getirilen kitaplar ve eğiticiler belirleyici olmuştu. Bu etkilenme, çok geçmeden, Jön Türk kuşaklar arasında, yaşadıkları evreni maddiyatçı biçimde açıklama yönünde güçlü bir eğilim oluşturdu. Bu da dinden uzaklaşmaya, Jön Türkleri Batı kültürü doğrultusunda Osmanlı’da yeni bir medeniyet temeli oluşturma sevdâsına itmiştir.

1889 yılında İstanbul’da Askerî Tıbbiyeli beş öğrenci, İttihad-ı Osmanî Cemiyeti’ni kurdular. Bu kurucuların en ünlüleri Abdullah Cevdet ve İbrahim Temo’ydu. Kurulan gizli örgütün başlıca etkinliği, zaman zaman kendi aralarında toplanıp Namık Kemal ve benzeri yazarların yapıtlarını okumaktı. Bir çeşit gizli fikir kulübüydü. 1895’e doğru üyeler, Paris’te bulunan Ahmet Rıza ile temas kurdular ve onun telkinleri sonucunda örgütün adını ‘Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti’ diye değiştirdiler.

Örgüt, Osmanlı Devleti’nde, 23 Aralık 1876 tarihli Kanun-i Esâsî’ye (Anayasa) göre kurulmuş ve Birinci-İkinci Meşrutiyet dönemlerinde görev yapmış yasama organıdır. Seçilmiş parlamenterlerden oluşmakta ve padişah tarafından atanan üyelerin oluşturduğu Ayan Meclisi ile birlikte Genel Parlamento’yu (Meclis-i Umumî) oluşturmaktaydı. Bu durum, Masonların Jön Türkler üzerindeki etkisini düşünülmeye lâyık hâle getirir. Jön Türkler, İttihat ve Terakki üzerine derinlemesine araştırmalar yapan Erik-Jan Zürcher’in de belirttiği gibi, Kemalist devrimin altı okunu oluşturan ilkelerin temelleri, devrimden on yıllar öncesinde atılmaya başlanmıştır.

Jön Türklerin Carbonari özentisi

Jön Türklerin, Mason localarına kayıtlı Ermeni ve Yahudi işbirlikçileri, halktan kopuk yaşayan insanlar olarak, birçoğunun mâneviyattan yoksun hâlde yaşadıkları genel bir tespittir. [ii] İttihat Terakki’nin İtalyan Carbonari teşkilâtını örnek alarak, hattâ kendi nizamnâmesini bu örgütten kopya ederek, ihtilâl adı altında Osmanlı’ya ve İslâm’a düzenledikleri darbe hazırlığıyla kuruluşu, çok farklı kaynaklarda hemen hemen aynı bilgilerle anlatılır:

“19’uncu yüzyılın sonlarına doğru hızla çöküntüye giren Osmanlı Devleti’nin kurtuluşu için Kanun-i Esâsî’nin yeniden kabul edilmesini talep eden Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane öğrencilerinden İbrahim Temo’nun öncülüğünde Abdullah Cevdet, İshak Sükutî ve Mehmed Reşid, İttihad-ı Osmanî adında bir cemiyetin kurulması için görüş birliğine vardılar. Daha sonra bu okul ve diğer Osmanlı eğitim müesseselerindeki çok sayıda öğrencinin katılımıyla örgütün üye adedini hızla arttırdılar.

2 Haziran 1889 tarihinde ilk olarak İttihad-ı Osmanî Cemiyeti isminde kurulan bu cemiyet, İttihat ve Terakki adını 1893 yılında alacaktır. Jön Türk hareketinin değişik muhalefet unsurlarını bir arada toplayan bu cemiyet, kısa sürede Osmanlı coğrafyasının en güçlü teşkilâtı hâline gelmiştir. Örgütlenme biçimi olarak Rus Nihilislerini ve İtalyan Carbonari Cemiyeti’ni temel alan cemiyet, üyelerini buradan esinlendikleri hücreleme biçiminde teşkilâtlandırmışlardır.

Bu dönemdeki en büyük faaliyetleri, Hattab Kıraathanesi ismini verdikleri gizli toplantılarıdır. Bu toplantı hâricinde ilk dönemlerindeki faaliyetleri, yurtdışında basılmış olan gizli nizâmname ile başlamıştı.[iii] 

1889’dan beri Paris’te ikâmet eden Dr. Nazım Bey, 1907 yılına geldiğinde, artık mektup ve neşriyat ile yurtdışından cemiyet hizmetlerinin yürümediğine inanmaya başlamıştı. Artık memleketin içinde toplayacağı genç kadrolar ile birlikte cemiyetin daha aktif ve etkili olması gerektiğini düşünüyordu. Bu düşüncesini gerçekleştirmek için Selânik’teki Mithat Şükrü Bleda ile temasa geçti ve yola koyuldu.

Dr. Nazım Bey o sırada hükûmet tarafından vatan haini ilân edilerek gıyaben idam cezasına çarptırılmıştı. Bu nedenden dolayı ilk olarak gizlice Atina’ya geçti, oradan komitacıların yardımı ile hoca kılığında Selânik’e vardı. Selânik’e vardıktan kısa bir süre sonra iki cemiyeti birleştirme faaliyeti hız kazandı. 27 Eylül 1907 tarihinde ise İttihat ve Terakki Cemiyeti ile Osmanlı Hürriyet Cemiyeti, ‘Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti’ adı altında resmen birleşti. Bu birleşme aslında konfederatif bir nitelik taşıyordu. Paris’te hâricî, Selânik’te dâhilî olmak üzere…

Cemiyetin iki merkez-i umûmîsi, iki nizamnâmesi, iki mâliyesi olacak, iki merkez-i umûmî yalnız ikna ile birbirlerinin davranışlarını değiştirebileceklerdi.     

1907 yılına geldiğimizde, birleşmenin oluşturduğu ivme ile birlikte İttihat ve Terakki Cemiyeti yurtiçinde ve dışında toplam şubeye ulaşmayı başarmıştı. Artık İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin amacı, yalnızca yurtdışında etkinlik göstererek Sultan Abdülhamid’in Avrupa kamuoyunda itibarını zedelemek hâricinde, Türkiye içindeki devrimci propagandaya hız kazandırmak olacaktır.[iv]” 

Aşağıdaki kaynakta Abdülhamid Han karşıtlarını iki grupta toplasak da çok çeşitli grup ve ideolojiler, Abdülhamid Han muhalefetinde birleşip tek grup oluyorlardı. Lâkin birbirlerine zıt fikir, hizip ve gruplar oldukları için iç çatışmaları bitmiyor, hattâ işin ucu cinayete kadar varıyordu. Cemal Paşa’nın hatıratını hatırlayalım, Talat Paşa’ya suikast düzenlenmiş, Cemal Paşa kurtarmıştı. Prens Sabahaddin’in öldürtmek istediğini yazmıştı. Cemiyet içinde sürekli cinayetler işleniyordu; önde gelen isimlerin hemen hemen hepsi öldürüldü. Eceli ile ölen İttihatçı neredeyse yok gibi… Mahmut Şevket Paşa’yı İngilizler, Cemal Paşa’yı Ruslar, Enver Paşa ile Talat Paşa’yı Ermeniler öldürmedi mi?

“Abdülhamid’in yönetimine muhalif olan gruplar, temelde iki eksende toplanabilir. Bu eksenlerden birincisi, yurtdışında, özellikle Paris, Cenevre ve Mısır gibi merkezlerde çıkarmış oldukları yayımlarla faaliyet yürüten ve ‘Jön Türkler’ olarak isimlendirilen kesim ki, bu kesim kendi içinde etnik ve dinî bakımdan hayli kozmopolittir. Diğer eksen ise imparatorluğun en hassas bölgesi olan Makedonya’da ortaya çıkan Manastır-Selânik merkezli faaliyet yürüten Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’dir (OHC). Bilindiği gibi bu iki muhalif eksen, 27 Eylül 1907 tarihinde birleşerek Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti (OİTC) adını alacaktır.”[v]

Bütün bu cinayet ve kaosun ardında dış güçler ve iç piyonlarının, onlarla iş tutan İttihatçılardan bazılarının rolü neydi?

“Osmanlı Devleti içinde Mason locaları taraftar toplamaya başlamıştı. Hattâ Beşinci Murad’ı Mason yapacak kadar etkili bir şekilde çalışıp, gizli örgütün içine almışlardı. Günlerini Abdülaziz’in kendisine tahsis ettiği Kadıköy Kurbağalıdere’deki çiftlik evinde geçiren Murad, bu dönemlerde meşrutî rejimi savunan Yeni Osmanlılarla görüşmeye başladı. Sık görüştüğü Şinasi, Namık Kemal ve Ziya (Paşa) Beylerle meşrutiyet, hürriyet konusunda fikir alışverişinde bulundu.

Büyük güçlerin Osmanlı Devleti’ne müdahaleye hazırlandığı bir sırada muhalif grup, Abdülaziz’i hâl’ edip Şehzâde Murad’ı tahta çıkarma hazırlığına girişti. Özellikle 1870 yılı sonlarında locanın başına Cleanthi Scalieri’nin geçmesi, bu hareketi daha da hızlandırdı. Cleanthi Scalieri’nin bu dönemde en büyük başarısı, Şehzâde Murad’ı tekris etmesi oldu. Tekrise konu olan Şehzâde tahtın vârisi olunca, sıradan bir prosedür uygulanmadı. Scalieri tören için sadece güvendiği biraderlere haber verdi ve Masonluk ritüellerinde yeri olmamasına rağmen tekrisi loca yerine Louis Amiable’nin evinde gerçekleştirdi.

Zât-ı Şahane Veliaht Şehzâde Murad Efendi’yi Cleanthi Scalieri’ye öneren, Şehzâde’nin başmabeyincisi Seyit Bey’di. 20 Ekim 1872 tarihinde, akşam saat yedide tören için üstad-ı muhterem Cleanthi Scalieri, Birinci Nâzır Ragıp Efendi, İkinci Nazır Hilmi Efendi, Kâtip Ahmet Bey, Muhakkik Seyit Bey, Tören Üstadı Joseph Macarius çırak yapıldı.

Fermanda verilen sözler tamamen yerine getirilememesine rağmen, bu çabaların çağdaşlaşmaya ve Cumhuriyet fikrine önayak olduğu söylenebilir.” (Heper, 2004, s. 448-449)


Fermanlar sürecinde Mason etkisi

Islahat Fermanı, Osmanlı Devleti’nin çöküş sürecinde, devletin yıkılmaktan kurtarılması için siyâsî kuruluşlar, kişi hakları, yeni kurumların kurulması konularında yapılması düşünülen köklü değişiklikler için Sultan Abdülmecid zamanında çıkartılan fermandır. Bu fermanla Padişah, idarî reform vaat etmiş ve gayr-i Müslimlere yasal güvence vermiştir. Ferman, gayr-i Müslimlerin özerklik ve bağımsızlık isteklerini karşılamak, böylece Batılı güçlerin Osmanlı Devleti’nin içişlerine karışmasını önlemek için hazırlanmıştır. (Heper, Türkiye Sözlüğü, s. 283).


Auguste Comte

Yeni Osmanlılar, 1865’te gizli bir cemiyet olarak kuruldu. Cemiyetin aralarında Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa ve Ali Suavi’nin de bulunduğu üyeleri, Osmanlı Devleti’nin kurtuluşunun “bir anayasanın yürürlüğe girmesine ve seçilmiş üyelerinin ülkenin idaresini üstleneceği bir meclisin toplanmasına bağlı olduğunu” düşünüyorlardı. Yeni Osmanlılar Cemiyeti dâhilinde örgütlendiler ve görüşlerini birçok gazetede ifade ettiler.[vi] (Heper, 2004, s. 485)

Burada şu konuya şiddetle dikkat çekmek isterim: “Ferman, gayr-i Müslimlerin özerklik ve bağımsızlık isteklerini karşılamak, böylece Batılı güçlerin Osmanlı Devleti’nin içişlerine karışmasını önlemek için hazırlanmıştır” sözü, insan aklı ile dalga geçmektir. Lâkin yıllardır Tanzimat dönemini ya da daha evvelindeki “1856 Islahatlarını anlatırken içimizdeki azınlıkların yetkilerini arttırıp haklarını genişletirsek dış güçlerin iç müdahalesine engel olmuş olacağız”... Bu nasıl bir algı operasyonudur? Dış güçlerin ırkdaşı/dindaşı olan azınlıkları yönetime getirince dış müdahaleyi bitirmiş mi oluyorduk? Yönetimi/ülkeyi teslim etmiş oluyorduk ama yapılan galata öyle bir kılıf buldular ki biz de yıllardır bunu böyle terennüm ediyoruz. Hâlbuki Islahatlar tamamen dış müdahaleyle yapılmış ve dış güçlerin içeride tamamen güçlenmesini sağlamıştır.

İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin içteki azınlıklar ve dışarıdaki mihraklarla dirsek temasını çeşitli kaynaklardan aktarmaya devam edelim:

“Tevfik Bey, Çırak Nuri Bey, L’Union d’Orient Locası’nın üyeleri Üstad Dr. Jean Scalieri ve Giorgio Plati, hatip olarak törende yer alan Louis Amiable’nin evinde hazır bulundular.

Görülüyor ki, Osmanlı Devleti içinde birçok devlet adamı/memuru Mason locasına kaydolmuş, kendi vatanı aleyhine kumpasın içinde bulunuyorlardı. Beşinci Murad’ın validesi de oğlunun tekrar padişah edilmesini istiyor, bu yüzden saray içinde aktif çalışmalarda bulunuyordu. Saray içinden adamlar ayarlayarak, Şehzâde’nin dışarı çıkması yasak olduğu hâlde dışarı çıkması ve komiteyle haberleşmesi sağlanmıştı. Sarayla haberleşmede Kavasbaşızâde Tevfik, Tütüncübaşı Hüseyin, Kahvecibaşı İbrahim ve Muhtar Bey faal görevler üstlenmişti.”[vii]

Bu arada Mithat Paşa, İngiltere ile bağını kuvvetlendirmiş ve Sultan Abdulaziz’e istediklerini yaptıramayacağını anlayınca İngiliz Büyükelçisi Lord Elliot’un desteğiyle Abdulaziz Han’ın bileklerini kesmek sûreti ile öldürmüş, sonra da yerine Şehzâde Murad’ı geçirmişti. 

“1877’ye gelindiğinde Osmanlı Devleti, birçok cephede savaşırken yenik ve yorgun düşmüştü. Yapılan seçimlere göre Meclis-i Mebusan; 69’u Müslüman, 46’sı gayr-i Müslim, toplam 115 üyeden oluşmuştu. 19 Mart 1877’de büyük bir törenle açılmıştı. Karışık bir yapısı olan meclisin içinde Türkçe bilmeyenler dahi bulunmaktaydı. Devlet, içinde bulunduğu durumun yanı sıra meclisten gelen Müslim ve gayr-i Müslimlerin seslerinden bunalmıştı. Karışıklıktan kurtulmak için İkinci Abdülhamid, 13 Şubat 1878’de meclisi tatil etti. Meclisin çok uluslu ve her milletin kendi çıkarları için çalışıyor olması, Osmanlı Devleti’ne bu hassas döneminde bir fayda sağlamamıştı. Mecliste birçok vekilin dış güçlerle irtibatlı, ayrılıkçı olduğunun farkında olan İkinci Abdülhamit Han, buna aracılık eden meclisi kaldırarak yetkiyi kendinde topladı.”[viii]

Üçüncü bölümü burada hitama erdirirken, bir sonraki dördüncü bölümde, savunduğumuz iddiaların kaynaklarından bazılarının arşiv belge numaralarını ve belge isimlerini vereceğiz. Bu kompleks oluşum, ülkemin kaderini nasıl etkiledi, incelemeye devam edeceğiz.

Bugünlerde Coronavirüs salgını yüzünden ölenlere başsağlığı, hastalarımıza şifâ dileklerimi iletir, virüsün ülkeme daha fazla tahribat vermeden gitmesi için duâlara sığınırız. İttihat ve Terakki’ye bulaşan virüs, emin olun, Coronavirüsten daha öldürücü idi, milyonlarca insanımızın kanının akmasına sebep oldu. 

 


[i] Zekeriya Kurşun, “Osmanlı Tarihi 1876-1918”, 7. Ünite, Anadolu Üni. Yay.

[ii]Çobanoğlu, “1876’dan Günümüze Darbeler ve Devşirme Okumuşlar İlişkisi”, Necmeddin Erbakan Üni.

[iii]M. Şükrü Hanioğlu, “İttihat ve Terakki Cemiyeti”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, (2001), c. XXIII, s.476, iktibasla (Çobanoğlu) 

[iv] Mehmet Aydın, “İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Kuruluşu ve Bab-ı Ali Baskını”

[v] Erol Akcan, “İttihat Terakki Fırkası’nın Paramiliter Gençlik Kuruluşları”, TTK

[vi] Çobanoğlu, “1876’dan Günümüze Darbeler ve Devşirme Okumuşlar İlişkisi” Necmettin Erbakan Üni. 

[vii] A.g.e

[viii] A.g.e