İzzet Altınmeşe: “Güzel bakan güzel görür, seven sevilir”

Bir gün ormana gittik arabayla, girişte bilet alacağım, gişedeki görevli “Olmaz abi!” dedi, “Sen bizim hemşerimizsin”. Para almadı. Yanımda da bir kardeşim var, eğildi sordu ona: “Birader, senin memleket neresi?” Biz bekliyoruz ki Diyarbakır, Adana, Adıyaman taraflarından bir yer söyleyecek; bilemedin Erzurum ya da Elazığ… Adam demesin mi “Sinop”? Gülmekten yıkıldık…

TÜRKÜLERİMİZİ o özel sesiyle tertemiz şekilde yorumlayan, Türk halk müziğinin duayenlerinden İzzet Altınmeşe ile özel bir sohbet gerçekleştirdik…

Öyle hoş bir sohbetti ki, türkülerdeki izzeti duya duya İzzet Altınmeşe’nin türküsünü, türküyle dolu hikâyesini yaşadık her beraber.

“Gel” derken geldi kibarımız, Fırat’ın suyu aktı serin ve derken hemşeri olduk cümle Anadolu’ya lâf lâfı açtıkça…

Anadolu gülüşlü İzzet Altınmeşe ile gerçekleştirdiğimiz çok özel anılarla dolu söyleşiyi, türküyle, halkımızın müziğiyle soluklananlara arz ederiz…

***

“Marifet ampulde değil, fişin takılı olduğu yerde!”

·       Ülkenin her tarafında çok seviliyorsunuz. Ünlü bir sanatçı için normal sayılabilir. Ancak bunu sağlamak da kolay bir şey olmasa gerek. Kaç defa şâhit olduk ki, sizi görenler hemen koşup sarılıyor, çok sevdiklerini söylüyorlar…

Estağfurullah, demek onlar güzel ki, güzel bakıyorlar ki bizi öyle görüyorlar. Yûnus Emre’nin o güzel dörtlüğü geldi aklıma: “İlim ilim bilmektir/ İlim kendin bilmektir” diyor ya, herhâlde kendimi bilmeye çalışıyorum, ondan kaynaklanıyor olabilir…

Büyüklerimiz der ki, “Yükseldikçe alçalmasını bileceksin”. Tevazu, büyüklüktür; bilirsen… Bilmezsen, küçüklük…

Güzel tarafına bir örnek vereyim: Televizyon programı yaptığım zamanlar şu sözü çok duyuyordum: “Yahu abi, sen ekrana çıktığın zaman, biz kumandayı bir kenara koyuyoruz…”

Neden? Olumsuz bir cümle, yanlış bir söz çıkmayacağını biliyor. Rahat rahat, aileden biri görüp, öyle izliyor. Ben de kendimi rahat hissediyorum, aileden biri gibi. Keramet bizde değil. Ne ekersen onu biçersin.

Yakın dostum, rahmetli Devran Baba vardı. Güzel bağlama çalardı. Güzel deyişleri vardır. “Bedenim rûhuma gurbet el olmuş/ Olsun sabret, sus be ağlama gözüm”, bir tanesi… Adanalıdır, aynı zamanda Belkıs Akkale bacımın kayınbiraderi, eşinin abisi… Rahmetli oldu. Ondan duyduğum çok güzel bir şey vardı:

“Baba, bir gün İzmir’e gittim. Orada değerli bir zatla tanıştım. Beni evine davet etti. Konuştuk, anlattık. Dedi ki, ‘Devran, şu ışığı görüyor musun?’.

‘Evet baba!’…

Dedi: ‘Şu fişi bir çek, bakayım ne olacak?’

Fişi çekince karardı oda. Demek ki marifet ampulde değil, fişin takılı olduğu yerde…”

Yani halk bizi seviyorsa, kendi güzelliğindendir. Kendimden biri olarak kabul ediyor, ben de öyle görüyorum.


Anadolu’nun hemşerisi

·       Ancak sizi başkalarından ayıran bir husus var: Nereye gitseniz, sizi “Hemşerimiz gelmiş” diyerek karşılıyorlar, siz de öyle hitap ediyorsunuz. Erzurumlular “hemşerim” diyor, Diyarbakırlılar “hemşerim” diyor, Adanalılar, Elazığlılar hep sizi hemşeri biliyor… Bunun sebebi nedir? Aslen nerelisiniz?

Hemşeri yönünden en zengin sanatçıyım. Diyarbakır’da doğdum, Adana’da büyüdüm. Sana evvelce bahsetmiştim bir kitap hazırladığımdan. Orada aralara bazı dörtlükler yazdım.

Bak, şöyle demişim:

“945’te dünyaya geldim/ Sardılar bezle çaput çullara/ Doğuma üçüncü sıradan girdim/ Müjdeler verildi evli, dullara/ Çininde taşırdı sevecen emmim/ Dikili köyünde geçti o demim/ Adana merkezde yüklendi gemim/ Kader deryasında girdik sulara…”

·       Çininde taşımak, ne demektir?

“Sırt, omuz” demek “çin”… Mahallî ağızda...

Bak, devamı da şöyle: “Kuruköprü idi bizim mahlemiz/ Bulgur öğütürdü, vardı dingimiz/ Çilekeş içinde geçti cengimiz/ Babam katlanırdı türlü hallara…”

İşte böyle gidiyor…

·       Kuruköprü, Adana’nın mahallesi mi?

Evet, orada büyüdüm. Çocukluğum Adana’da geçti. Beş aylıkken Diyarbakır’dan göçmüş bizimkiler. Diyarbakır ile bizim köy arası 125 kilometre, Elazığ’a 35 kilometre... Ama dağ var arada, yol yok. Yol olmadığı için Diyarbakır’a bağlanmış. Çok eskiden de Elazığ’a bağlıymışız diye anlatırdı büyüklerimiz. Hâl böyle olunca, iki şehir birden bizim hemşeri. Adana da etti mi üç?

“Bir Van kalmıştı, o da gitti!”

·       Bir de Erzurum var…

Ha, şimdi oraya geleceğim!

Benim, -rahmetli- Selahattin Deniz diye bir senatör ahbabım vardı. Bir gün, “Yahu İzzet” dedi, “Biliyor musun, biz sizinle akrabayız”. “Nasıl?” dedim, anlattı.

Dediğine göre, bizim anne tarafı Erzurum’dan göçmüş. 93 Harbi zamanı belki… Hınıs’tan gelmişler...

·       O nereden biliyormuş?

Halası geldiydi bir gün. Bir baktı bana, “Vay kurban!” dedi, “Bizim filancaya ne kadar benzir”… O da senatör ya, araştırmış, bulmuş, Hınıs’a kadar gitmiş evveliyat. Dedi: “Sizin bir yanınız Erzurum. Hemşeriyiz biz.”

O kabul ettikten sonra, ben niye itiraz edeyim? Başım gözüm üstüne! Etti mi gardaş dört?

Mersin var sonra, komşumuz… Kahramanmaraş, Gaziantep aynı şekilde… Adıyaman, Şanlıurfa hep yakın komşularımız.

Bak şimdi, Urfalılar bizi sıra gecesine çağırıyor, beraber gidelim inşallah…

·       Ne güzel olur! Bu hemşerilik konusu epey geniş…

Öyle gardaş, daha ötesi de var!

Hüsamettin Subaşı ile Ankara’da, radyoda beraber çalışıyoruz, rahmetli Nida Tüfekçi de hocamız. Bak, hatırladıklarımı söyleyeyim sana: Musa Eroğlu, Belkıs Akkale, İhsan Öztürk, İsmail Işık, Tuğrul Şan… Çalar söylerdik. Radyo dışında da toplanırdık…


·       Nerede toplanırdınız?

Nerede olursa… Bir hafta bizde, bir başka gün ötekinde…

Hüsamettin bir gün, “Nerelisin?” diye sordu. Tıpkı böyle, sana anlattığım gibi anlattım. Diyarbakır’dan başladım, Erzurum’dan çıktım. Bir de dedim, “Kayınvalide Hasankaleli, kayınpeder Sivaslı”... Nereye gitsem, ‘Hoş geldin enişte!’ diyorlar. Ne diyeyim, ‘Hoş buldum’ diyorum hepsine. Zaten hepsini hoş buluyorum…

Hüsamettin ne dese beğenirsin? “Yahu kala kala bir Van kaldı!” Gülüştük geçtik…

·       Güzel söylemiş...

Güzel de gardaşım, bak sonrasında ne var…

Bir gün babama sordum: “Baba, bizim aslımız neredir?”

Dedi ki, “Oğlum, bizim dedelerimiz Acem tarafından gelmişler. Önce Van’a yerleşmişler”.

Hemen aradım Hüsamettin’i, dedim: “Hüsam, hemen gel, bak ne oldu!”

Dedi: “Aha bir Van kalmıştı, o da gitti!”

·       Sizin harita genişliyor...

Hem de nasıl, bak, kaç şehir etti!

“Memleketin her tarafı bizim”

·       Daha Ankara var, İstanbul var…

Evet, bizim yazlık Çanakkale’de… Yirmi senedir senenin yarısını orada geçiriyoruz. Gidiyorum, “Emşerim ojgeldin beya” deyince, ne oluyor, benimsiyor insan. Trakya da tamam oldu!

Etkilenmemek mümkün değil. Selahattin Alpay bana takılıyor “Bütün memlekete sahip çıktın” diye. İnsanlar bana sahip çıkınca ben dirsek mi çevireyim? Gayet tabiî, ben de hepsine gönlümü açıyorum. Seve seve benimsiyor, sahip çıkıyorum.

Bak, bir gün ormana gittik arabayla, girişte bilet alacağım, gişedeki görevli “Olmaz abi!” dedi, “Sen bizim hemşerimizsin”. Para almadı. Yanımda da bir kardeşim var, eğildi sordu ona: “Birader, senin memleket neresi?”

Biz bekliyoruz ki Diyarbakır, Adana, Adıyaman taraflarından bir yer söyleyecek; bilemedin Erzurum ya da Elazığ… Adam demesin mi “Sinop”? Gülmekten yıkıldık…

E kardeşim, vatandaş bir defa sevdi mi, kalbine bastı mı, artık herkes hemşeri!

Memleketin her tarafı bizim. Sinop’tan Mersin’e, Edirne’den Ardahan’a…

·       Dışarısı da var abi... Gümülcine’den İskeçe’ye, Kırcaali’den Silistre’ye, Halep’ten İdlib’e, Kerkük’ten Musul’a, Bakü’den…

Öyle tabiî, kesinlikle! Bahçesaray’dan tut, Batum’dan çık! Aşkabat’tan Buhara’ya, Semerkant’a daha çok yer sayarız, bitmez…

·       “Nerede türkü varsa, orada kalbimiz atar bizim” desek, yanlış olmaz değil mi?

Hay ağzına sağlık! Türkü nerede, biz orada; biz nerede, türkü orada!

“Aha İzzet geliyor!”

·       Çaylarımızı tâzeleyip ilk gençlik yıllarına gidelim abi isterseniz… Adana’ya… Meslek olarak, müziğe atılmak için önce sesinizin güzelliğini keşfetmeniz gerekir. Nasıl oldu, kendiniz mi farkına vardınız?

Yok, kendim değil… Daha ilkokuldayken, 6-7 yaşlarındayken yazları yaylaya giderdik, köye. Köy yolunda türkü söylerdim. Söylediğim ilk türkü şudur: “Cemo gider askere, alır gelir tezkere…”

Rahmetli Cemil Cankat okurdu onu. Ben daha o yaşta -onu tanımazdım tabiî ama- o türküyü söylerdim yolda giderken. Sesimi duyan, “Aha İzzet geliyor!” dermiş. İlk öğrendiğim türkü…

·       Ses güzelliği nereden?

Allah’tan… Allah vergisi… Irsî sayılır. Babamın da sesi güzeldi. Hattâ benim sesimden daha yumuşak, daha tiz, daha gür…

·       Mesleği neydi rahmetlinin?

Çiftçiydi. Bu heves bize aşk gibi geldi. Abimin de sesi çok güzeldi. Saz da çalardı. Bir gün baktım, abim bağlama almış gelmiş. O da ilerletmek için dedi, “Ben çalayım, sen söyle”. Böyle ilerlettik biraz...

Bizi görenler niye sahneye çıkmadığımızı sorardı. O zamanlar Adana’da meşhurdu çay bahçeleri. Heveslendik tabiî, başladık bir yerde çalıp söylemeye. Bir süre sonra baktılar iyi gidiyor, “Seni Cemiyet’e gönderelim, daha sağlam olsun, nota öğren” dediler.

Rahmetli Kâzım Karaöz, hocamız… Bir sene devam ettim Cemiyet’e. Bu sahne aşkı bırakmıyor tabiî, baktım, yine sahnedeyim…

(Arkası yarın…)

***