İzlediğimiz her şeyi küresel baronlar mı kurguluyor?

Bilgiyi ve dolaşım kanallarını kontrol gücüne sahip olanlar maalesef bu gücü topyekûn insanlık için kullanmıyor, sadece kendi çıkar ve öncelikleri doğrultusunda kullanıyorlar. Hâliyle bu gücü kullanarak “öteki” olarak gördüklerini insanca yaşamın dışına itebiliyor ya da dünyaya öcü olarak tanıtabiliyor.

BİR fakültede bir konferans veya panel olup da bu konferans ve panellere izleyici bağlamında katılım az olduğunda, bazı dersler işlenmez, öğrenciler ya dekanlığın isteği ya da ders hocasının inisiyatifiyle panelin yapıldığı salona götürülür. Üniversitelerimizde durum hâlen böyle...

Lisans eğitimimin ilk yıllarında yine böyle bir panele götürüldük. Daha doğrusu, ben haber yapacağım için zaten panel bitmeden gidecektim ama buna gerek kalmadan ders hocası bütün sınıfı panele götürdü. Teması küreselleşme idi.

Katılımcıların biri hâriç, hepsi ülkemizdeki üniversitelerde doktora eğitimi almış öğretim üyelerinden oluşurken, o katılımcılardan ismini hatırlamadığım bir akademisyen, eğitimini ABD’nin önemli üniversitelerinden birinde tamamlamıştı.

Yanlış hatırlamıyorsam panel bir saatten biraz fazla sürdü. Sonunda en çok beğeniyi çeken, ABD’de eğitim almış olan hocamızın sunumuydu. Çünkü hoca daha önce okumadığımız ve derslerde duymadığımız bazı bilgiler ve çıkarımlardan bahsetmişti. Bunu ABD eğitim sistemini yüceltmek ve bizim eğitim sistemimizi kötülemek ya da ülkemizde yetişen akademisyenleri yermek için söylemiyorum, maksadım daha başka bir noktaya ulaşmak...

O yıllarda katıldığım her panel ve benzer her organizasyon sonrası etkinliği haberleştirmek için katılımcılardan sundukları metnin bir kopyasını alıyor, sonra da bu metinlerden haber yapıyordum. Yine öyle yaparak katılımcılardan sunum metinlerinin birer kopyasını aldım.

Bahsi geçen hocamızdan metni alırken, sunum sırasında anlatılanların uyandırdığı ilgiden olsa gerek, kaynakça kısmına baktım ve tamamına yakınının İngilizce kaynaklardan oluştuğunu fark ettim. Gayr-i ihtiyârî kaynaklar arasında tanıdık bir makale veya kitap ismi ararken, bilgisayarını toplayan hocamız maksadımı anlamış olacak ki, “Delikanlı boşuna bakma, oradaki kaynakların hiçbiri Türkiye’de yok! Kolaylıkla ulaşılabilecek bir yerde de yok” diyerek gülümsedi. Bu vesîleyle hocayla ayaküstü sohbet etme imkânı buldum.

Hocaya ilgili kitap ve makaleleri nereden temin ettiğini sordum. Hoca da Amerika’daki eğitimi sırasında temin ettiğini, kaynakçada yer alan kitap ve makalelerin Türkiye’de bilinilirliğinin pek olmadığını, ilgili kitapların Türkçe çevirilerinin henüz yapılmadığını ve kendisinin bunlara sahip olduğu için öne çıktığını söyledi.

O an hocanın ukalalık yaptığını düşündüm ama sonradan anladım ki, hocayı diğerlerinden farklı kılan tek şey, hocanın sahip olduğu bilgi kaynakları idi.  

Anekdotun geçtiği yıllarda üniversitelerimiz yeni yeni dijital bilgi bankaları oluşturuyor, üniversitelerimiz dijital olarak yurtdışındaki üniversitelerin kütüphane ve bilgi kaynaklarına yeni yeni ulaşmaya başlıyordu. Bu nedenle hocanın ABD’den gelirken yanında getirdiği makale ve kitaplar ülkemizde pek bilinmiyordu.

Bu anekdot bazılarınca basit bir örnek olarak algılanabilir ama bu bilgiye ve bilginin dolaşım kaynak ve araçlarına sahip olmanın ne denli önemli olduğunu bize basitçe gösteriyor.

Bilgiye sahip olmak, elbette önemli bir güce sahip olmak anlamına geliyor. Fakat bilginin dolaşımına hükmetmek ve bilginin dolaşım kanallarını kontrol etmek daha büyük bir güç olarak ortaya çıkıyor. Bilgiyi tekelinde tutmak çağımızda kolay olmasa da, bilginin dolaşımını sağlayan kanalları kontrol etmek mümkün.

Düşmanın silahıyla silahlanmak

Dünyanın süper güçleri, sahip oldukları bilgi dolaşım araçları ile dünyaya yön veriyorlar. Bunların en önemlisi de hiç şüphesiz medya alanında gerçekleşiyor.

Günümüzde, bir günde dünyada dolaşan enformasyonun yüzde 85’i küresel baronların elinde bulunan medya kuruluşları aracılığıyla dünyaya yayılıyor. Dünyada olup bitenlere dair insanlara ulaşan haberlerin içerikleri küresel medya kuruluşları tarafından oluşturuluyor. Daha doğru bir ifadeyle, insanlar dünyada olup biten şeyleri küresel medya kuruluşlarının gözünden seyrediyorlar.

Enformasyonun en önemli dolaşım kanalları olan küresel medya kuruluşları, enformasyonu istedikleri şekilde inşâ ederek ve kurgulayarak dolaşıma sokuyor. İnsanlar, küresel medya kuruluşlarının inşâ ettiği ve kurguladığı enformasyonu seyrederek, okuyarak ya da dinleyerek dünyada olup bitenlere dair algılar oluşturuyor, kanaatler ediniyorlar.

Çoğu insanın tek bilgi kaynağının medya olduğu düşünüldüğünde ve bu düşünce, medyanın insanlar ve kamuoyu üzerindeki etkisi ile beraber değerlendirildiğinde, enformasyon kanallarına sahip olmanın ne kadar önemli olduğunu rahatlıkla kavrayabiliriz.

Bu durum küresel medya kuruluşlarına sahip olanlara o kadar büyük bir güç sağlıyor ki küresel baronlar, dünyayı kendi çıkarları doğrultusunda enforme edebiliyorlar.

Örneğin, bu güce sahip olanlar, İsrail zulmüne direnen Filistinli genci terörist, İsrail askerini de terörist saldırılara karşı koyan kahraman asker olarak resmedebiliyor ve insanlar da küresel medya baronlarının kendilerine sunduğu bu manipülatif bilgiye bakarak Filistin’de yaşananlara dair yanlış kanaatler oluşturuyorlar.

Enformasyonun dolaşım kanallarına sahip olan baronlar, sadece manipülasyon yapmakla kalmıyor, kendilerini dünyaya birer kurtarıcı olarak da pazarlayabiliyorlar. Körfez Savaşı sırasında ABD işgalini meşrulaştırmak için küresel baronların kurgulayarak dünyaya sunduğu görüntüler, bunların en önemli göstergeleridir.

Küresel baronlar, ABD’nin Irak’a müdahalesinin insanî bir müdahale olduğuna dünyayı inandırmak için, 15 yaşında “Neyyare” adlı bir Kuveytli çocuğu ekranlara çıkarmıştı. Neyyare, Irak askerlerinin bir hastaneyi bastığını, yeni doğmuş bebeklerin kuvözlerden çıkarılıp öldürüldüğünü, kuvözlerin Iraklı askerlerce çalındığını ekranlarda anlatmıştı.

İnsanın içini parlayacak bir şekilde anlatılan bu hikâye, küresel medya kuruluşları aracılığıyla tüm dünyada naklen yayınlandı. Bu görüntülerden sonra ABD’nin Irak’a müdahalesine hem ABD içinden, hem de dünyadan gelen karşı sesler susturuldu. Ama dünyanın içini acıtan bu hikâyeyi anlatan 15 yaşındaki çocuğun, Kuveyt’in Washington Büyükelçisi Saud Al-Nasser Al-Sabah’ın kızı olduğu ve anlattıklarının da kurgu olduğu sonradan anlaşıldı.

Tüm bunlar aslında bize bilginin ve dolaşım kanallarının ve de bu iki araca sahip olanların karşı konulması zor bir güce sahip olduklarını gösteriyor.  

Bilgiyi ve dolaşım kanallarını kontrol gücüne sahip olanlar maalesef bu gücü topyekûn insanlık için kullanmıyor, sadece kendi çıkar ve öncelikleri doğrultusunda kullanıyorlar. Hâliyle bu gücü kullanarak “öteki” olarak gördüklerini insanca yaşamın dışına itebiliyor ya da dünyaya öcü olarak tanıtabiliyor.

Bunun önüne geçmenin, bilgiyi ve bilginin dolaşım kanallarını topyekûn insanlık için kullanmanın tek bir yolu var: Onların sahip olduklarına sahip olmak… Yani düşmanın silahıyla silahlanmak…