BİR fakültede bir konferans veya panel olup da bu konferans ve panellere
izleyici bağlamında katılım az olduğunda, bazı dersler işlenmez, öğrenciler ya dekanlığın
isteği ya da ders hocasının inisiyatifiyle panelin yapıldığı salona götürülür. Üniversitelerimizde
durum hâlen böyle...
Lisans eğitimimin ilk yıllarında yine böyle bir
panele götürüldük. Daha doğrusu, ben haber yapacağım için zaten panel bitmeden
gidecektim ama buna gerek kalmadan ders hocası bütün sınıfı panele götürdü. Teması
küreselleşme idi.
Katılımcıların biri hâriç, hepsi ülkemizdeki üniversitelerde
doktora eğitimi almış öğretim üyelerinden oluşurken, o katılımcılardan ismini
hatırlamadığım bir akademisyen, eğitimini ABD’nin önemli üniversitelerinden
birinde tamamlamıştı.
Yanlış hatırlamıyorsam panel bir saatten biraz fazla
sürdü. Sonunda en çok beğeniyi çeken, ABD’de eğitim almış olan hocamızın
sunumuydu. Çünkü hoca daha önce okumadığımız ve derslerde duymadığımız bazı
bilgiler ve çıkarımlardan bahsetmişti. Bunu ABD eğitim sistemini yüceltmek ve bizim
eğitim sistemimizi kötülemek ya da ülkemizde yetişen akademisyenleri yermek
için söylemiyorum, maksadım daha başka bir noktaya ulaşmak...
O yıllarda katıldığım her panel ve benzer her
organizasyon sonrası etkinliği haberleştirmek için katılımcılardan sundukları
metnin bir kopyasını alıyor, sonra da bu metinlerden haber yapıyordum. Yine
öyle yaparak katılımcılardan sunum metinlerinin birer kopyasını aldım.
Bahsi geçen hocamızdan metni alırken, sunum
sırasında anlatılanların uyandırdığı ilgiden olsa gerek, kaynakça kısmına
baktım ve tamamına yakınının İngilizce kaynaklardan oluştuğunu fark ettim. Gayr-i
ihtiyârî kaynaklar arasında tanıdık bir makale veya kitap ismi ararken,
bilgisayarını toplayan hocamız maksadımı anlamış olacak ki, “Delikanlı boşuna bakma, oradaki kaynakların
hiçbiri Türkiye’de yok! Kolaylıkla ulaşılabilecek bir yerde de yok” diyerek
gülümsedi. Bu vesîleyle hocayla ayaküstü sohbet etme imkânı buldum.
Hocaya ilgili kitap ve makaleleri nereden temin
ettiğini sordum. Hoca da Amerika’daki eğitimi sırasında temin ettiğini, kaynakçada
yer alan kitap ve makalelerin Türkiye’de bilinilirliğinin pek olmadığını,
ilgili kitapların Türkçe çevirilerinin henüz yapılmadığını ve kendisinin
bunlara sahip olduğu için öne çıktığını söyledi.
O an hocanın ukalalık yaptığını düşündüm ama sonradan
anladım ki, hocayı diğerlerinden farklı kılan tek şey, hocanın sahip olduğu
bilgi kaynakları idi.
Anekdotun geçtiği yıllarda üniversitelerimiz yeni
yeni dijital bilgi bankaları oluşturuyor, üniversitelerimiz dijital olarak yurtdışındaki
üniversitelerin kütüphane ve bilgi kaynaklarına yeni yeni ulaşmaya başlıyordu.
Bu nedenle hocanın ABD’den gelirken yanında getirdiği makale ve kitaplar
ülkemizde pek bilinmiyordu.
Bu anekdot bazılarınca basit bir örnek olarak
algılanabilir ama bu bilgiye ve bilginin dolaşım kaynak ve araçlarına sahip
olmanın ne denli önemli olduğunu bize basitçe gösteriyor.
Bilgiye sahip olmak, elbette önemli bir güce sahip
olmak anlamına geliyor. Fakat bilginin dolaşımına hükmetmek ve bilginin dolaşım
kanallarını kontrol etmek daha büyük bir güç olarak ortaya çıkıyor. Bilgiyi
tekelinde tutmak çağımızda kolay olmasa da, bilginin dolaşımını sağlayan
kanalları kontrol etmek mümkün.
Düşmanın silahıyla silahlanmak
Dünyanın süper güçleri, sahip oldukları bilgi
dolaşım araçları ile dünyaya yön veriyorlar. Bunların en önemlisi de hiç
şüphesiz medya alanında gerçekleşiyor.
Günümüzde, bir günde dünyada dolaşan enformasyonun
yüzde 85’i küresel baronların elinde bulunan medya kuruluşları aracılığıyla
dünyaya yayılıyor. Dünyada olup bitenlere dair insanlara ulaşan haberlerin
içerikleri küresel medya kuruluşları tarafından oluşturuluyor. Daha doğru bir
ifadeyle, insanlar dünyada olup biten şeyleri küresel medya kuruluşlarının
gözünden seyrediyorlar.
Enformasyonun en önemli dolaşım kanalları olan
küresel medya kuruluşları, enformasyonu istedikleri şekilde inşâ ederek ve
kurgulayarak dolaşıma sokuyor. İnsanlar, küresel medya kuruluşlarının inşâ
ettiği ve kurguladığı enformasyonu seyrederek, okuyarak ya da dinleyerek
dünyada olup bitenlere dair algılar oluşturuyor, kanaatler ediniyorlar.
Çoğu insanın tek bilgi kaynağının medya olduğu
düşünüldüğünde ve bu düşünce, medyanın insanlar ve kamuoyu üzerindeki etkisi ile
beraber değerlendirildiğinde, enformasyon kanallarına sahip olmanın ne kadar
önemli olduğunu rahatlıkla kavrayabiliriz.
Bu durum küresel medya kuruluşlarına sahip olanlara
o kadar büyük bir güç sağlıyor ki küresel baronlar, dünyayı kendi çıkarları
doğrultusunda enforme edebiliyorlar.
Örneğin, bu güce sahip olanlar, İsrail zulmüne
direnen Filistinli genci terörist, İsrail askerini de terörist saldırılara
karşı koyan kahraman asker olarak resmedebiliyor ve insanlar da küresel medya
baronlarının kendilerine sunduğu bu manipülatif bilgiye bakarak Filistin’de
yaşananlara dair yanlış kanaatler oluşturuyorlar.
Enformasyonun
dolaşım kanallarına sahip olan baronlar, sadece manipülasyon yapmakla kalmıyor,
kendilerini dünyaya birer kurtarıcı olarak da pazarlayabiliyorlar. Körfez Savaşı
sırasında ABD işgalini meşrulaştırmak için küresel baronların kurgulayarak
dünyaya sunduğu görüntüler, bunların en önemli göstergeleridir.
Küresel
baronlar, ABD’nin Irak’a müdahalesinin insanî bir müdahale olduğuna dünyayı
inandırmak için, 15 yaşında “Neyyare” adlı bir Kuveytli çocuğu ekranlara çıkarmıştı.
Neyyare, Irak askerlerinin bir hastaneyi bastığını, yeni doğmuş bebeklerin
kuvözlerden çıkarılıp öldürüldüğünü, kuvözlerin Iraklı askerlerce çalındığını
ekranlarda anlatmıştı.
İnsanın
içini parlayacak bir şekilde anlatılan bu hikâye, küresel medya kuruluşları
aracılığıyla tüm dünyada naklen yayınlandı. Bu görüntülerden sonra ABD’nin
Irak’a müdahalesine hem ABD içinden, hem de dünyadan gelen karşı sesler
susturuldu. Ama dünyanın içini acıtan bu hikâyeyi anlatan 15 yaşındaki çocuğun,
Kuveyt’in Washington Büyükelçisi Saud Al-Nasser Al-Sabah’ın kızı olduğu ve
anlattıklarının da kurgu olduğu sonradan anlaşıldı.
Tüm
bunlar aslında bize bilginin ve dolaşım kanallarının ve de bu iki araca sahip
olanların karşı konulması zor bir güce sahip olduklarını gösteriyor.
Bilgiyi
ve dolaşım kanallarını kontrol gücüne sahip olanlar maalesef bu gücü topyekûn
insanlık için kullanmıyor, sadece kendi çıkar ve öncelikleri doğrultusunda
kullanıyorlar. Hâliyle bu gücü kullanarak “öteki” olarak gördüklerini insanca
yaşamın dışına itebiliyor ya da dünyaya öcü olarak tanıtabiliyor.
Bunun önüne geçmenin, bilgiyi ve bilginin dolaşım kanallarını topyekûn insanlık için kullanmanın tek bir yolu var: Onların sahip olduklarına sahip olmak… Yani düşmanın silahıyla silahlanmak…