
SÖZ ile gelişen, daha
doğrusu sözün başladığı yerde nihayete eren bir diyalog, aslında iletişim
akdinin tek celsede bittiğinin işaretidir. Buradaki “bitmek”ten kastımız, asıl
iletişimin bunun öncesinde var olduğudur. Karşılıklı muhatapların birbirlerine
ilk andan itibaren yaklaşımları -iyi ve kötünün birbirine karşı rolleri-,
aslında detaya inildiğinde sonucu da ortaya koymaktadır. Siyah ve beyaz olacak
kadar renkleri netleşmiş olan iyi ve kötünün iletişiminden geriye kalan sözler,
bu noktada sadece teorik bir diyalogda oluşan boşluğu kapatan/süsleyen
kelimelerdir. Bir diğer deyişle, kalpte biten iletişimin zihinde veya sözde
devam etmesinin hakikat ve insanî olan açısından tekabülü “sıfırın altında” bir
değerdir. Bu noktada iyinin bakış açısının kötü açısından bir değişkene bağlı
olmaksızın ve bilinçli bir tercih ile kötü olarak değerlendirildiği gerçeği gün
yüzüne çıkmaktadır.
Kalp,
toprağı iyilikle yıkanmış aslî bir vatandır.
Ruhun
hâkimiyet alanına hücum eden ve iyi olmayan hasletleri/düşünceleri bir tarafa
bıraktığımızda bir şey kalbin kendinden ise insanî ve o şey insanî ise onun da
kaynağı bizatihi kalbin kendisidir. Bu noktada kalbe girmiş olan ile kalbin
özüne ait/uygun olanın ayırdına varmak gerekir. Zira kalp bir vatan gibidir ki
-o vatana ait olanların dışında- ona zarar vermek için girenlerin/girmeye
çalışanların her anlamda farkında ve idrakinde olmak gerekir. Sol elimiz
düşmana “Dur!” derken, sağ elimiz de incitmekten kaçındığımız dostun elini
ısıtmalıdır.
İyinin
aşk ettiği şey, kalbin kendindendir ve tam olarak da ellerin yukarıda bahsi
geçen duruşuna tekabül etmektedir. Buna mukabil gelen kötünün amacı ise, iyi
olana ve iyinin yapmaya çalıştığına/aşk ettiğine kasteden –kendince iyi
niyetli- bir virüs geliştirmektir. Neden virüs? Çünkü iyiye galip gelemeyen bu
anlayış, iyinin ruhuna ve onun bileşenlerine casus bir yazılım entegre ederek
mücadele edebileceğinin pekâlâ farkındadır. Bu noktada iyiyi ayakta tutan onun
aşk ettiği değerler iken, kötünün beslendiği kaynak ise sınır tanımayan bir
dünya hırsıdır.
“İyi”,
izlenen bir manzaranın resmi gibidir. Ancak manzaraya bakana ait değişkenler bu
noktada iyinin kalıcılığını ve hayata tesirini doğal olarak değiştirir. İyi
gözlükle bakmak ile iyi göz ve/veya iyileşmiş göz ile bakmak arasındaki fark da
bu duruma somut bir örnektir.
İyinin
aşkı karşısında daima kötünün hırsı vardır.
İyinin
aşk ettiği şey, iyi eylemdir. Buradaki “iyi”den kasıt, insana ait olan ve
kötüden her haliyle arınmış bir iyiye meyletmek ve ona ulaşmaya çalışmaktır.
İyinin ölçüsü ise miktarından değil, bizzat ve salt iyi oluşundandır. Bu açıdan
ulaşmaya çalışılan ister bir sevgili, ister gerçekleşmesi insana ve insanlığa faydalı
herhangi bir düşünce veya eylem olsun, bu noktada kötü karşısında iyinin ne
olduğunun ve nasıl durduğunun görüntüsü, onun içinde bulunduğu hususi
vasıflarının bile önüne geçebilir.
İyinin
aşk ettiği karşısında kötünün harekete geçen hırsı bu haliyle iyinin varlığını
küçümsemeye ve görmezden gelmeye yönelirken, aslında sadece aklın çıkmaz ve
kirlenmiş sokaklarını ezber etmiş olur.
Kötünün
aşkı hırsa, iyinin mücadelesi insana aittir.
Kötünün aşk ettiği şey, hırsın öz kardeşidir. Onun aşka dair fehmettiği ile iyinin aşkı, her anlamıyla bir zıtlığı ifade eder. Kötünün mücadelesi düşmanlığı, iyinin mücadelesi ise dostluğu kurtarmaya gayret eder. Kötünün aşk ettiği ateşe, iyinin aşk ettiği ise bu noktada suya tekabül eder. Ateş yakmaya ve yok etmeye teşnedir, su ise büyütmeye ve inşa etmeye hevesli. Dünya durdukça iyiyle kötünün mücadelesi de devam edecektir. Hal bu iken asıl mesele, damarlarımızda akan kan durduğunda, dosta kaç bardak su verdiğimiz ve onun elinden kaç bardak su içtiğimiz…