İyilik, erdem ve ahlâk

İyi insan olmak, Allah’ı bilmekle başlayan ve hayatın her bir safhasında O’nun kulu olmanın idrak ve iştahında ömür sürmekle son nefese kadar sürüp giden bir duruşu anlatmalı. O öyle bir duruş olmalı ki, şöyle uzaktan bakan gözler ümmet-i Muhammed tınısını, kokusunu ve nurunu sezebilmeli.

NE kadar lâtif, faziletli, fıtrî ve kalbe yakın beşerî sıfat varsa hepsinin zirvesi şüphesiz Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed’dir. Peygamberlerin güzel insan öğretisi Nebiyy-i Zişân (sav) ile tamam olur ve hiçbir boşluk bırakmayacak şekilde kıyamete kadar bütün insanları ve insanlığı kuşatır.

İşte iyi insan, ahlâk ve erdem gibi sıfatların mesnet alacağı bir kaynak arıyorsak, bu muhakkak Hazreti Muhammed’den (sav) başkası değildir. Kur’ânî ahlâk, insanlık, iyilik ve merhamet gibi ruhların susadığı bu insanî vasıflar, hiçbir yapay kurgunun, bilim ve sanat akımının, derli toplu düşünce yolları olarak bildiğimiz “-loji”lerin ya da herhangi bir hümanist söylencenin ürünü olamaz. Hiçbir eğitim modeli, insanı olması gereken fıtrî güzellikte daim kılamaz.

İnsanlığın zirvesi referans alınmadan temel oluşturulamaz; temeli olmayan hiçbir eğitim-öğretim modeli de yükselen bir değer olarak muhkem kalamaz.

İyi insan evvelâ çevreye fayda sağlayandır. Paylaşan, el uzatan, hatır bilen, gönül alandır. Bütün bunlar iyi insan ve ahlâk adına son derece gerekli ama yetersiz. Çünkü kalp, ruh ve beden varlığının birlik içinde, doğru bir yörüngede sabit kalabilmesi, geldiği ve gideceği yeri unutmayan bir bilgelikte olmasına bağlı.

Hiçbir varlık, var oluşuna sadakat göstermeksizin yeni ve yapay güzergâhlarda doğruluk ve erdem gibi vasıflara uzun süreli, kalıcı ve nitelikli bir şekilde haiz olamaz. Yaratılanın Yaratıcıyı bilmeden iyi ve doğru olma yöntemlerinin hepsi çökmeye ve hatta yarardan ziyade kişiye ve çevresine zarar vermeye mahkûmdur. O hâlde denebilir ki, iyilik bilgeliktir.

Bilge insan kendini var eden kudreti tanır ve bu doğrultuda hareketler silsilesiyle ömrünü teşkilatlandırır. Bunu yapmayan her gafil nefis, iyi ve erdemli olabilme tutkusuyla yanıp tutuşsa da duygusuna göre zaman tüketmekten öteye geçemez. Ve defaatle, defalarca yazdığım üzere, hayatı kendi duygusunda yaşayan herkes zalimdir.

Bu yargıdan kasıt şu ki, insan pek çok olay karşısında öznel ve nefsî bir duyguya kapılır; öfkelenir, üzülür, ister ve hayâl kurar. Tüm bu duygular süresince bir başkasına zarar verebilme riskini, Allah’ın rızasını es geçebilme kaygısını taşımadan, sadece duygusunu tatmin yolunda eyleme geçerse zalim bir tabiata bürünecektir. Çünkü muhakkak birilerine haksızlık edecek, hiç olmazsa Rabbin hidayet yolundan ayrı düşecektir.

İyiliği ve ahlâkı söze döktüğümüz her cümle, devam eden satırlar boyunca pek çok güzelliğin altını çizmeyi gerekli kılar. Meselâ doğru sözlü olmak, her şart ve koşulda hak ve adalet üzere amel etmek, büyük harflerle yazılması ve tekraren okunup sindirilmesi gereken anlamlara işaret ediyor. Yine ahlâk ve erdemin, merhamet ve iyiliğin, iman ve güzelliğin zirvesi Peygamber Efendimizin hayat-ı saadetlerine baktığımızda, tüm bu muhteşem vasıfların zirvesini satır satır okumak mümkün.

O hâlde iyi insan olmak, Allah’ı bilmekle başlayan ve hayatın her bir safhasında O’nun kulu olmanın idrak ve iştahında ömür sürmekle son nefese kadar sürüp giden bir duruşu anlatmalı. O öyle bir duruş olmalı ki, şöyle uzaktan bakan gözler ümmet-i Muhammed tınısını, kokusunu ve nurunu sezebilmeli.

Bir yerlere ve bir şeylere hoş bir dokunuş yapmak iyiliğin alt anlamları olsa da Allah’ı ve Peygamber’i bilmeden, fıtrattan gelen güzelliği beden elbisesinde resmetmeden ve en taşkın, en baskın duygular içinde dahi hak olana gayret etmeden iyilik sıfatına erişmek çok da olası değil.

Bilinmeli ki ahlâk, uygun hâllerde elden geldiğince iyi ve doğru olanı seçmekle sınırlandırılamaz. Aslolan, her durum ve duyguda Rabbin rızasını gözeterek eyleme geçmektir. Bu bazen kalbe ağır gelebilir. Ki bunun yegâne sebebi, ömür mühletinin dünya imtihanhanesinde seyretmesidir. İmtihan, zorluğa rağmen doğru, darlığa rağmen dürüst, yokluğa rağmen helâl çizgide kalabilmenin öyküsüdür. Ve tüm bunlarla beraber Rabbinden af dilemeyen, insanlardan özür dilemeyen yine iyiliğe yaklaşamaz. Bu iki gayreti taşımamak, hiçbir şeyden pişman olmamak anlamına gelir. Ki nedametin uğramadığı mekânlara ağır bir kibir kokusu yayılır. Ahlâk her an doğruya gayret etmekse de erdem, iyilik ve insanlık, bu gayret boyunca kusurlu ve eksik olduğunu bilmekte gizlenmiştir.

Fıtır Bayramı’na gidişte, cehennem azabından kurtuluş anlarının nihayetinde, iyiliğe varabilmenin iyiliğin kaynağını keşfetmek olduğunu hatırlamalı. Rabbim fıtrata kavuşanlardan eylesin!

Hayırlı bayramlar…