
DÜNYADA genel kanı olarak,
insanın, “Ben bu yaşamda bir şey yaptığımı bilmek istiyorum” dediği noktada
benliğinin oturması, ortalama kırklı yaşlara denk gelmekte. Bunun nedeni ise,
yaşamı içerisinde ancak o yaş civarında ekonomik kaygılarını gidermiş olması
olarak karşımıza çıkmakta.
Yani
ekonomik seviyeleri ya yeterli bir noktaya ermiş oluyor ya da o seviyenin bir
daha yakalanamayacağı fark ediliyor.
Benlikle
alâkalı, insanı diğer bir insandan ayıran noktaların öne çıkması söz konusu
olduğunda, aradaki fark için ya bir üretim yapan şirket kurmak ya da dünyada
rakipsiz olarak iyilik yapan biri olmak gün yüzüne çıkar.
İyilikten
kasıt, en kısa hâliyle “bir başka insana veya bir başka canlıya fayda sağlamak”
şeklinde kabul edilebilir.
İyiliğin
iyileştirici yönü ile bahse girmek gerekirse; insanın sosyal bir canlı ve bu hâlin
hayatta kalmak için zaruri olması diyebiliriz. Ayrıca iyilik yapmanın
soylulukla ilgili olduğu algısının doğruluğu da sorgulanmalı. Yani bu durumu
zaten içgüdüsel olarak, içimizde var olan iyilik yapma duygusuyla, aynı zamanda
dünya üzerinde yapılan iyiliğin önünde sonunda yine bize dönüyor olmasının
soylulukla yakından uzaktan ilgisi yok.
İnsanın,
doğasına uygun olarak, iyilik yapması bir zorunluluktur. Bunun yanında, yapılan
iyilik, başkasına bir lütufta bulunmanın aksine, aslında içerisinde bir birey
olarak bizim de yer aldığımız dünya toplumuna karşı bir sorumluluğu yerine
getirme durumudur. Aynı sorumluluğun yerine getirilmediği takdirde bir bedel
olarak acısını, yine bizim de içerisinde bulunduğumuz toplumun çekeceği
bilinmelidir.
Günümüzde
iyilikle alâkalı eksikliklerin temeline, aslında insanın fıtratında da
bulunmayan, fakat sonradan sistem sayesinde öğrenilen sahiplenme duygusunu
yerleştirmek gerekmektedir.
Dünya
üzerinde öleceğini bilerek yaşayan tek canlı olmanın karşısında bu sahiplenme
duygusuna kapılmanın anlamsızlığı da yine insanın başka bir hasleti... Özellikle
maddî varlıklar hakkında “Benim!” diyerek sahiplenmek yerine “Şimdilik bende”
düşüncesine dönüşmesi, ilk ve en önemli gerekliliğimizdir. Eğer bu düşünce
gerek bireysel, gerekse toplumsal olarak yeniden kazanılabilirse, özellikle
içerisinde bulunduğumuz bu dönemde yaşanan “anlamsızlık” sorununun da büyük bir
oranda çözülmüş olacağını söylemek gerek.
Nitekim
anlamsızlık sorunu, akabinde hem geçmişe, hem şimdiye, hem de geleceğe ait hikâyelerin
ölümüne sebep olmakta. Bu hâlleri yaşayan insan için doğal olarak amaçtan söz
etmek ise ortadan kalkmakta.
Bir
başka bakış açısıyla, tuhaftır ki, iyilik yapma arzusunun gelişmesi için de
yapılması gereken tek şey, yine iyiliktir. Birbirini tetikler şekilde yapılan
iyilikten alınan haz, daha fazla iyilik yapma isteğini meydana getirmekte.
Bunun bir sebebi de nörolojik sistemimizle ilgili olarak bilimsel açıklamalarla,
ortaya konulan iyiliğin, vücûdumuzda oluşturduğu salgılanmalar. Fakat diğer
taraftan, yapılan iyiliğin veya geri dönüşümünün de ölçülebilir olmayışı, kendi
içinde bir değer olmasını simgeler.
Yani
yapılan bir iyilik, âdeta dipsiz ve karanlık bir kuyuya atılan şey gibidir. Ve
o şey tekrar yeryüzüne -kartopu misâli- hesaplanamaz şekilde daha farklı bir
şey olarak döner.
Sonuç
olarak hem bireysel, hem de toplumsal iyilileşmenin en önemli reçetesi gibi
duran iyilik, bir taraftan ihtiyaç, bir taraftan zorunluluktur. Tabiî burada
altının çizilmesi gereken şey, yapılan iyiliğin bazı hesaplar göz edilerek
yapılıp yapılmadığı durumudur.
Buraya
kadar bahsettiğimiz iyiliğin tüm olumlu katkıları (eğer bir çıkar hesaplanarak
yapılıyorsa) sadece bilişsel alanda gerçekleşmekte. Eğer çıkar gözetmeksizin
yapılan bir iyilik söz konusuysa, o vakit insan bedeninde bu iyiliğin karşılığı
hem bilişsel, hem duygusal alana yansımakta.
Özetle,
duygusal alana yansımayan iyiliğin de bize pek faydalı olmadığını söylemek
mümkün. Peki, gerçekten hem kendimizin, hem de toplumun ihtiyacı olan iyiliğin
bir formülü var mıdır?
Bunun
için kısa bir çözüm önerisi bulunmakta. Formüle göre “iyilik” dediğimiz şeyin
hakikaten iyilik olması için gereken üç şeyin ilki “şimdi gerçekleştirilmesi”
yani plânlanmış olmaması, ikincisi “beklenmeyen şeyin yapılması”, sonuncusu ise
“kimden geldiği belli olmaması”... Bu üç nokta da duygu ile çalışma hâline
yardımcı etkenler olarak kabul edilebilir.
Bu doğrultuda diyebiliriz ki, bir ömür içerisinde bir şey yaptığının farkına varma hâli ile birlikte, yeryüzünde gerek bugün, gerek gelecek adına toplumların iyileşmesi için üzerimize düşen ilk ve en önemli şey, iyiliktir. Bunun akabinde emin olabiliriz ki, problemli gidişatın ilki olan anlamsızlık ortadan kalkacak, dolayısıyla sonrasında türeyen hikâye üretememe ve akabindeki amaçsızlık hâlinin üstesinden gelinecektir. O hâlde mottomuz şu: Ancak iyileşerek iyileşiriz!