BİR kitle iletişim
aracı, toplumun her kurumunun ve her kesiminin içine ne kadar derinlemesine
nüfuz edebilir ise televizyon da o kadar değiştirdi toplumsal ve kültürel
benliğimizi. Giyim kuşamdan tutun da ev eşyasına, tavır ve davranıştan iç
dünyamıza ve hattâ inancımızın her alanına etki ederek bazen yüzeysel ama çoğu
zaman köklü değişimleri özenti, dayatma ve subliminal iletiler verme yolu ile
hayatımıza tek tek işliyor televizyon.
Bugünkü
medya iletişim araçlarının atası olarak kabul edeceğimiz televizyon, insanın
onunla tanışması ile birlikte, onu, ne kadar direnirse dirensin köklü bir
değişime hazırlar gibi ele almaktadır. Daha dünyaya gelmeden önce bile insan,
televizyon ve onun türevleri olan diğer iletişim araçlarının etkisi altında
şekillenmeye başlar. Anne karnındaki çocuk, annenin onun daha iyi şartlarda
dünyaya gelmesi için tamamen özenti ve bir başkası ile aynı statüde görünme
isteği ile televizyon reklâmlarında en çok tercih edilen bebek bezinden başlayıp
da çocuğu ile olan iletişimine kadar, sanki bir okuldan eğitim alıyormuş gibi
bir çabayla, kendini kendi olmak dışında farklı bir gayret üzerinden farklı bir
yerde konumlandırmaya çalışır.
Televizyon
dizilerinin başlarda insandaki merak duygusu üzerine inşâ edilerek “Arkası
yarın” programlaması ile izleyicisinde diri tuttukları merak serüveni ve
gittikçe onu kendine bağlayıp takip edilme sıklığını arttırarak akabinde
tamamen bizdenmiş gibi bir içtenlik yakalaması, âdeta kaleyi içten fetheden bir
işleyiş sürecidir. Tabiî bu durum televizyon dizilerinin daha en başları için
hedeflenen bir çalışmadır. Şimdilerde “Atı alan Üsküdar’ı geçti”
diyebileceğimiz durumdayız, o da ayrı mesele…
Televizyon
dizileri başlarda davranış şeklimizi belirlemede etkili rol oynamaktayken,
günümüzde evlilikten inanç ticaretine dek, hattâ çoğu televizyon programı sanki
bir kurum gibi kaybolan kişileri bulma, öldürülen kişilerin zanlısını arama
gibi görevleri kendine vazife edinerek, insanların kendine olan bağlılığını
diri tutma çabası içinde.
Özellikle
türü gittikçe değişen televizyon programları, dizilerin yapamadığı yozlaşmayı
gerçekleştirmeye daha etkili biçimde çabalamaktadır. Yedi yaşındaki bir öğrencimin
bir adada güya sefil bir hâlde, “yarışma” adı altında verilen bir program için
geç saatlere kadar oturup onu takip ettiğini hesap edersek, yetişkinlerin ne hâlde
olduğunu görebiliriz. “Magazin programı” adı altında birçok yayın da seviyesiz bir
eğlence kültürü aşılıyor. Birçok televizyon programı insanları gerçeklerden
koparıyor. Televizyonda dönüp duran reklâmlar ise sırf kazanç uğruna
değerlerimizi çiğneyip geçiyor.
Televizyon
reklâmları, tüketim uğruna birçok yanlışı bize doğru gösterebilir. Şiddet
eğilimli diziler ve programlar aynı şekilde şiddete eğilimli bireylerin
oluşmasına öncülük etmektedir. Özellikle başka kültürleri bize empoze ederek
reyting uğruna insanları kullanmak, çoğu dizi ve programların ana hedefi
olmuştur.
Televizyon
karşısında büyüyen çocukların sosyalleşme, bireyselleşme ve psikososyal yönleri
hep eksik ve yetersiz kalacaktır. Duygusal ilgi ve sevgiyle birlikte ebeveyniyle
kaliteli vakit geçirmek yerine çocuğun saatlerce televizyondaki bilinçaltı
mesajlarla dolu çizgi filmlerin karşısına terk edilmesi, gelecek adına son derece
sakıncalı bir durumdur. Hattâ bir anaokulu öğretmeni bunu şöyle ifade ediyor: “10 yıl önceki çocuklardan o kadar gerideler
ki... Oyun kurma becerileri yok denecek düzeyde. Ben kurmasam oturup bakar ya
da ağlarlar sıkıntıdan. Öğrendikleri tek beceri, ‘izlemek’! Bugün oyun
kuramamak, yarın iş kuramamak, ilişki kuramamak, üretememek…”
Gelinen
durum tam da böyle!
Televizyon
dizi ve programları insanları gerçek hayattan koparmakta ve insanları kendi
dünyasına alarak onlara istediği şekli verebilmektedir. Bu bakımdan insanın
sosyalleşmesinin ve sağlıklı bir şekilde kendini ifade eden birey olmasının
önünde engel olmaktadır. Özellikle çocukların hayâl dünyalarına etki ederek
beynin verimli bölgelerine zarar vererek işlevsiz hâle getirmektedir. Öyle ki,
araştırmalara göre, iki saat televizyon izlemek suretiyle beyni uyarımdan
yoksun bırakılmasının beyinde oluşturduğu tembelliği gidermek için bir hafta zihin
egzersizi yapmak gerekli.
Şunu
kabullenmeliyiz: Televizyon, hayatımızın bir izdüşümü değildir. Hangi amaçla
yapılırsa yapılsın, dizi ve programlar değiştirici etkiye sahiptirler. Bu etki,
topluma içinde yaşayamadığı hayatı ve dünyayı birkaç saatliğine yaşatmaktadır.
Bu sadece toplumun kültürüne ve değerlerine uymayan dizi ve programlarda değil,
en sıradan belgeselden sanatsal programa kadar televizyonun tüm içeriğinde
kendini saklamaktadır.
Her
insanın yaşamı boyunca oluşturduğu belirli bir fikir yapısı vardır. Çoğunlukla
bu yapı ya sabit kalır ya da üzerine eklemeler yapılarak geliştirilir. Fakat bu
fikrin değiştirilmesi çoğu zaman zordur. Ancak bu fikrî yapıyı değiştirmek ya
da yozlaştırarak yok etmek isteyen çevreler, kendi düşüncelerini topluma
benimsetmek için çeşitli yöntemler denerler. Günümüzde bu düşünceyi etkin
kılmakta en etkili yöntemse televizyon dizi ve programlarıdır. İnsanların
evliliklerinden yemek yapma, misafir ağırlama, temizlik ve daha birçok şeye
müdahale ederek var olan tüm değerleri yok etmede en etkili yöntem
televizyondur.
Naçizane
bir tavsiye: Evinizde televizyon ünitesinin olduğu bölüme kıymetli bir
kütüphane kurarak kendinizi ve neslinizi korumaya alın. “Abartmayın, hiç mi
faydalı program yok?” diyebilirsiniz. Elbette var ama sayıları gün geçtikçe
azalıyor. Olansa pek tercih edilmiyor ve popüler kültüre uymadığından birkaç yayından
sonra final yapıyor.
Televizyon
yayıncılığı gün geçtikçe tarafsızlığını yitirmekte, olayları kendi
penceresinden yansıtarak beyniniz üzerinden size oyun oynamakta ve
yönlendirmektedir. Toplumun üzerine düşen görev ise bu türden oyunlara malzeme
olmamak için izlediğimiz her şeyi akıl süzgecinden geçirmek ve her izlenilene
itibar ederek hayata geçirmemektir. Şöyle düşünmeli: “Dizilerde izlediğimiz
hangi karakter gerçek hayatta var, hangi dizi toplumsal sorunları dile
getiriyor?”
Akleden, sorgulayan ve araştıran zihinler önünde engel yine kendimiziz. Bunu oluşturmak için önümüzde bizi etkileyen ne varsa ortadan kaldırarak yaşantımızı şekillendirmek bizim elimizdedir. Cemil Meriç’in ifadesiyle, “televizyon kültürü diye bir mefhum tanımıyorum; televizyon aylak, şuuru iğdiş edilmiş, hiçbir zaman okumak ve düşünmek alışkanlığı kazanmamış sokaktaki adam için icat edilmiş bir nevi afyondur”.