İyi Parti’de liderlik ve genel başkanlık sorunu

Akşener, “Haydi Aytuncuğum, şu HDP ile yapacağımız ittifakın sonuçlarını test et bakalım!”, “Cihan Bey, şu CHP’ye hâddini bildiriverin!”, “Yavuz Kardeş, sen de bizim Ülkücülerin gönlünü al bugün” demiş olabilir. Hâttâ Pervin Buldan’la aynı cümlede adının geçmesinden rahatsız olmuş, CHP’ye “kiralık vekiller” yüzünden borçlu olduğu için İmamoğlu’na direkt cevap verememiş ve partilileri bu konuda tepki vermeye dâvet etmiş de olabilir. Ama bunların hiçbiri gerçek bir liderlik, akıllı bir genel başkanlık hareketi olamaz!

“HER kafadan bir ses çıkıyor! Evet, demokrasi bu!”

Yukarıdaki cümle, Meral Akşener tarafından, partisinin Siyâset Akademisi programında kuruldu. Son dönem siyâsî hayatı için önemli bir cümle, belki de bir itiraf!

Bu cümlenin içini ne kadar realiteyle doldurursak o kadar iyi anlarız diye düşünüyoruz. Yani acaba İyi Parti’de herkesin, farklı fikirleri özgürce ve ötesini berisini düşünmeden dile getirebilmesi gerçekten Akşener’in demokrasi anlayışından mıdır, yoksa partisine hâkim olamayan bir genel başkanın kimseyi kaybetmeme düşüncesiyle etliye sütlüye bulaşmadan birilerini uyarma çabası mıdır?

Aynı konuşmanın farklı yerlerinden, partideki farklı görüşlerden ve Akşener’in kısa liderlik geçmişinden örnekler alıp anlamaya çalışalım asıl niyeti…

Türkiye, siyâsette lider sultasını kırmayı pek beceremeyen bir kültüre sahip. Bunun önünü açan ve bir kültüre dönüşmesini sağlayan da Siyâsî Partiler Kanunu’muz. Kanun, genel anlamıyla lideri ve koltuğunu korumaya yönelik. Her parti genel başkanını, bu sistemde “diktatör” olmaya teşvik ediyor belki de. Başarısızlıkla ters orantılı genel başkanlık sürelerinin önünü açan da tam olarak bu kanun işte! Aslında hayatın neredeyse her alanında aradığımız liyakat, genel başkanlık süreçlerinde pek işlemiyor bu sebeple.

Peki, bir siyâsî partinin genel başkanı nasıl olmalı acaba?

Öncelikle lider olmalıdır bir genel başkan. Elbette iyi bir hatip ve karizmatik olmalıdır. Toplumda bir karşılığı olmalıdır. Geçmişi temiz, ufku açık olmalıdır. Politika üretmeyi, ürettiğini takdim etmeyi bilmelidir. Partisine hâkim olmalı, sözünü geçirebilmeli, her türlü parti içi kaosu derleyip toparlayabilmelidir.

Ortanın sağında ve solunda olan geleneksel siyâsî partiler, devleti yönetmek iddiasıyla kurulurlar. Genel başkanlar, yetkili kurulları ile birlikte bir siyâsî felsefe belirler ve partilerini iktidara taşımanın yolunu ararlar. Yetkili kurullara getirilen partililer de genel başkan onayını alırlar elbette. Sonuçta ortada bir yol haritası, bir felsefe ve bunlara uygun yürütülen bir siyâset olur.

Genel başkanın görevi, ortaya konulan hedefe giderken parti içindeki sapmaları önlemek, gerektiğinde ortak kararlar doğrultusunda yeni hedefler ve politikalar belirlemek ve herkesin aynı dilden konuşmasını sağlamaktır.

Parti içinde hedef ve izlenecek yol konusundaki talebin birden fazla olduğu dönemlerde ortaya çıkar genel başkanın gerçek demokrasiyi savunup savunmadığı. Becerebilirse, herkesi kendi politikalarına makul yollardan ikna eder. Beceremezse ya farklı düşüncelerin sahiplerini sindirir, hâttâ partisinden ihraç eder ya da kongreye dâvet eder. Bir genel başkan hangi yolu seçerse seçsin, oturduğu koltuğu işgal ettiği sürece kendisini ve partisini temsil eden kişilerin, kabul edilmiş politikalar dışındaki söylemlerine izin vermez. Farklı görüşler parti içinde tartışılır.

Şimdi elinizi vicdanınıza koyun ve Türk siyâsetinde iktidar iddiasında bulunan, bu tanımlara en uygun genel başkanın kim olduğunu söyleyin lütfen!

Bir kasetle genel başkan olan Kılıçdaroğlu mu? Ne bir dediği diğerini tutuyor, ne partisinin kabul görmüş bir politikası var, ne parti içi demokrasiden haberdar! Toplumda kabul görmemiş olmasının ezikliği ile Cumhurbaşkanlığı adaylığına bile bir türlü yanaşmamış biri o. Kurultay dönemleri hâriç, partisinde tek sesliliği sağlayabilmiş olması tek meziyeti bence.

Meral Akşener mi o genel başkan? Yeni kurduğu partide daha ilk sıkıntıda partisini bırakıp giden, ilk günden beri genel başkan yardımcılarının her birinin ayrı telden çaldığı, milliyetçilik iddiasına rağmen HDP ile yollarını bir türlü ayıramayan, başka bir partinin belediye başkanını “lider” olarak alkışlayan bir genel başkan kendisi. Bence en önemli iki meziyeti, terörle mücadele konusunda devlete köstek olmaması ve son seçimde Cumhurbaşkanı adayı olacak kadar medenî cesâret gösterebilmesidir.

Siyâsî görüşü her ne olursa olsun, “Türkiye’deki en iyi parti lideri kimdir?” sorusuna her vicdan sahibinin cevabı “Erdoğan” olacaktır. Karizması, hitâbeti, özgünlüğü ve politikaları, parti üzerindeki hâkimiyeti, geleneksel Kızılcahamam istişâre toplantıları ve yerine geçebilecek başka birinin hayâl bile dilemediği tek lider o!

Neyse, konumuz bu değil tabiî. Dönelim Meral Akşener’e…

Akşener, partisindeki çok sesliliğin demokrasinin gereği olduğunu söylüyor. Ve bunu, “melez siyâset” tanımının Türk siyâsetinde vücut bulmuş hâli olarak lânse ediyor. İyi ama parti içi demokrasi bu mudur? Yani herhangi bir konuda genel başkan yardımcıları birbirinden tamamen farklı düşüncelerini medya önünde deklare ederlerse, bu demokrasi kimin işine yarayabilir ki? Böyle bir durumda Akşener çıkıp birine “doğru”, diğerine “yanlış” derse, o demokrasi zarar mı görür, yarar mı?

Parti içi demokrasiyi, birilerinin çıkıp Meral Hanım’a anlatması lâzım herhâlde. Ama öyle anlaşılıyor ki, o kadar da demokrasi yok partide. Zira bunu bilebilecek onlarca tecrübeli politikacının bulunduğu partide bir Allâh’ın kulu çıkıp da “O dediğiniz öyle olmaz!” diyememiş. Ya Hû! Parti içi demokrasi, adında da geçtiği gibi, içeride yaşanır. Genel başkanın iki dudağından çıkanın kanun sayılmadığını, parti kurullarında her türlü farklı fikrin tartışılabildiğini ifâde eder. O kurullarda tartışılarak karar verilebildiğini anlatır. Yoksa “Çıksın, herkes farklı farklı demeç versin” demek değildir o demokrasi!

Ümit Özdağ’ın ihraç ve istifa sürecindeki çıkışlarını ayrı bir yere koyabiliriz belki; o, partisine savaş açmıştı zira. Ancak, Aytun Çıray’ın HDP konusundaki beyanları, Cihan Paçacı’nın CHP’ye ayar veren mülâkatı, Yavuz Ağıralioğlu’nun dokunulmazlık dosyaları ve HDP’nin kapatılması ile ilgili görüşleri ve aklıma ilk gelen birkaç örneğin demokrasi üzerinden değerlendirilmesi, Akşener’in politikasız bir siyâset yürüttüğünün göstergesi olabilir. Yani bu farklılıklar, içeride “demokrasi”, dışarıda “anlaşmazlık” olarak adlandırılır.

Bir genel başkanın burada yapması beklenen, dışarıdaki farklılıkları ortadan kaldırmaktır. Yapamıyorsa, ya lider diye takdim ettiği belediye başkanının ardına takılır ya da bırakıp gider siyâseti!

Tabiî başka bir alternatif daha var bu çok seslilik konusunda: Dolaylı yoldan toplumun, hâttâ bazen ittifak ortaklarının nabzını tutmak için böyle yollar deneniyor olması…

Akşener, “Haydi Aytuncuğum, şu HDP ile yapacağımız ittifakın sonuçlarını test et bakalım!”, “Cihan Bey, şu CHP’ye hâddini bildiriverin!”, “Yavuz Kardeş, sen de bizim Ülkücülerin gönlünü al bugün” demiş olabilir. Hâttâ Pervin Buldan’la aynı cümlede adının geçmesinden rahatsız olmuş, CHP’ye “kiralık vekiller” yüzünden borçlu olduğu için İmamoğlu’na direkt cevap verememiş ve partilileri bu konuda tepki vermeye dâvet etmiş de olabilir. Ama bunların hiçbiri gerçek bir liderlik, akıllı bir genel başkanlık hareketi olamaz! Çünkü lider olan bir genel başkan, partisinin yaptıklarından da, yapmadıklarından da, partililerinin ağzından çıkan doğru ya da yanlış her sözden de sorumludur. Her şekilde gereğini yapar; kalkıp da beceriksizliğini demokrasi olarak süslemeye çalışmaz.

O hâlde Meral Akşener için söylememiz gerekenler bellidir. Akşener, mevcut oy potansiyelinden de anlaşılacağı gibi, kitleleri peşinden sürükleyebilecek kapasitede bir lider değildir. Bir partiyi ortak bir hedefe, belirlenmiş bir politika ile yürütebilecek bir genel başkan değildir. Akşener, milliyetçi duygularla birlikte milliyetçi oyların da yükselmesi korkusundan dolayı MHP’yi bölmek için seçilmiş, FETÖ ile iltisaklı oluşunu bir türlü reddedemeyen proje bir genel başkandır.

Milliyetçilik, bir sağ siyâsî ideolojidir ama Akşener’in partisi, sol siyâsetçilerin cirit attığı, hâttâ politika ürettiği bir parti olarak, kesinlikle bir ideoloji partisi değildir. Akşener’inse, Rüzgâra göre yön değiştiren, millî olmayan mihraklar tarafından yönlendirilen, Erdoğan’ı devirmekten başka projesi olmayan bir genel başkan olarak tarihe geçeceğinden şüphe yoktur.