İyi bilirdik!

Resmî tarihin gayet konforlu alanını terk edip gerçek tarihin peşinden koşmak, Osmanlı’dan bugüne yüz yıl -hattâ bin yıl- geçmiş olsa bile mangal gibi bir yürek, çelik gibi bir bilek gerektirir. O yüreğe ve bileğe sahip olan tarihçilerimizden birisi idi işte Yavuz Abi. Tam bir dâvâ adamıydı, gönül adamıydı. İyi adamdı vesselâm. Yeri kolay kolay dolmayacak. Üzüntümüz de kaybımız kadar büyük!

Çocukluğumun ve ilk gençlik yıllarımın yazarıydı.

Kâh Sunguroğlu ve sâdık köpeği Düka’nın peşinde Bizans askerleri ile savaşır, kâh Çaka Bey ile engin ve dalgalı denizlerde kendimi bir maceranın içerisinde bulur, kâh Battal Gazi ve Battal Gazi’nin oğlu ile Bizans surlarına tırmandık…

Elveda Buhara, Buhara Yanıyor, Endülüs’e Veda, Kırım Kan Ağlıyor kitaplarıyla gönül coğrafyalarımıza veda ettik içimiz sızlayarak, ağlayarak…

İlerleyen yıllarda da hep birlikteydik pos bıyıklı abimizle. Resmî tarihe meydan okuyan “Kayıt Dışı Tarih” ve “Derin Tarih” okumaları ile ufkumuzu açmaya devam etti Yavuz Abi.

Onun kitaplarını okuyarak uykuya teslim ettim kızlarımı çoğu geceler. Dertli Alp Keçisi, Kötü Huylu Karga, Uyanık Geyik ile hayata dair dersler çıkardık bizim haydutlarla…

Onlarca kitap öksüz kaldı bir anda…

Aramızdan ayrıldı Yavuz Abi, büyük bir boşluk bırakarak ardında.

Çok özleyeceğiz… Ve iyi bilirdik!

Yavuz Abi’yi iyi bilmeyenleri de biliriz. Onlar tarihi Yavuz Abi’yi bildikleri kadar bilirler ancak ve onların gözünde tarih, Nutuk’tan ve İnkılap Tarihi’nden ibarettir.

Tarih “inancı” İnkılap Tarihi’nden ibaret olanlar için, resmî tarihin bitip gerçek tarihin başladığı sınırdan ötesi karanlık, dipsiz bir kuyudur.

O kuyuya fener uzatanlar, gerçek tarihin kuyusuna -resmî belgeler sunarak bile olsa- olta sallayanlar vatan haini ve Atatürk düşmanı mesabesindedirler.

Meselâ Filistin Cephesi’nde yaşananları yazmaya hiçbir tarihçi kolay kolay cesaret edemez. Mondros masasına hâlâ “Almanlar yenildiği için yenik sayıldık” masalı sonucu oturduğumuza iman etmeliyiz. Filistin Cephesi’ne yaklaşan tarihçiler nedense etrafından dolaşırlar hep bu cephenin.

Mustafa Kemal’in Samsun’a yıkık dökük bir gemiyle ve kaçarak gittiğine inanmak durumundasınız alnınıza “vatan haini” etiketi yememek için…

Meselâ Erzurum Kongresi’ni Mustafa Kemal’in düzenlediğine de iman etmek durumundasınız. Kâzım Karabekir’in o kongreye Mustafa Kemal’i de sokabilmek için neler yaptığından bahsederseniz tescilli bir Atatürk düşmanısınızdır demektir.

Tarihte 19 Mayıs 1915 diye bir gün yoktur meselâ tarihçiler için.

Vahidettin Han, uzunca yıllar “hain” olarak kalmak zorundadır; aksini iddia ederseniz, solcu ve Atatürkçü bir başbakan bile olsanız, tefe konursunuz…

Sultan Abdülhamid Han, “Kızıl Sultan” olarak kalmak zorundadır resmî tarihin mukavim duvarından bir tuğla çekmemek için.

Sokağa çıkıp, “Çanakkale Savaşı’ndan üç isim sayar mısınız?” diye bir anket yapsanız, Mustafa Kemal’in yanına -ismini hatırlayabilirlerse tabiî- sadece Seyit Onbaşı’nın konacağını görürsünüz. Üçüncü bir isim söyleyeni kolay kolay bulamazsınız. Çanakkale Savaşı’nın ordular komutanı Liman von Sanders ve Osmanlı Genelkurmay Başkanı Enver Paşa olduğunu söylemekse sizi iman dairesinden çıkarır.

Hatta 57’nci Alay Komutanı Hüseyin Avni Bey, Nusret mayın gemisi komutanı Hâfız Nazmi Bey, resmî tarihin unutturduğu isimlerdir hepimize.

Benzer yüzlerce örnek sayabilirim yerim müsait olsa.

Dedim ya, resmî tarihin dışına çıktığınızda “deli”, “vatan haini”, “Atatürk düşmanı”, “iftiracı”, “yalancı” gibi etiketlerden etiket beğenmelisiniz.

Bu yüzdendir ki, resmî tarihin gayet konforlu alanını terk edip gerçek tarihin peşinden koşmak, Osmanlı’dan bugüne yüz yıl -hattâ bin yıl- geçmiş olsa bile mangal gibi bir yürek, çelik gibi bir bilek gerektirir.

O yüreğe ve bileğe sahip olan tarihçilerimizden birisi idi işte Yavuz Abi. Tam bir dâvâ adamıydı, gönül adamıydı.

İyi adamdı vesselâm. Yeri kolay kolay dolmayacak. Üzüntümüz de kaybımız kadar büyük!

Mekânı cennet, mâkâmı âli olsun. Biz kendisinden râzıyız, Allah (cc) da razı olsun!

Kalınız sağlıcakla efendim…