Çocukluğumun
ve ilk gençlik yıllarımın yazarıydı.
Kâh
Sunguroğlu ve sâdık köpeği Düka’nın peşinde Bizans askerleri ile savaşır, kâh
Çaka Bey ile engin ve dalgalı denizlerde kendimi bir maceranın içerisinde bulur,
kâh Battal Gazi ve Battal Gazi’nin oğlu ile Bizans surlarına tırmandık…
Elveda
Buhara, Buhara Yanıyor, Endülüs’e Veda, Kırım Kan Ağlıyor kitaplarıyla gönül
coğrafyalarımıza veda ettik içimiz sızlayarak, ağlayarak…
İlerleyen
yıllarda da hep birlikteydik pos bıyıklı abimizle. Resmî tarihe meydan okuyan
“Kayıt Dışı Tarih” ve “Derin Tarih” okumaları ile ufkumuzu açmaya devam etti
Yavuz Abi.
Onun
kitaplarını okuyarak uykuya teslim ettim kızlarımı çoğu geceler. Dertli Alp
Keçisi, Kötü Huylu Karga, Uyanık Geyik ile hayata dair dersler çıkardık bizim
haydutlarla…
Onlarca
kitap öksüz kaldı bir anda…
Aramızdan
ayrıldı Yavuz Abi, büyük bir boşluk bırakarak ardında.
Çok
özleyeceğiz… Ve iyi bilirdik!
Yavuz
Abi’yi iyi bilmeyenleri de biliriz. Onlar tarihi Yavuz Abi’yi bildikleri kadar
bilirler ancak ve onların gözünde tarih, Nutuk’tan ve İnkılap Tarihi’nden
ibarettir.
Tarih
“inancı” İnkılap Tarihi’nden ibaret olanlar için, resmî tarihin bitip gerçek
tarihin başladığı sınırdan ötesi karanlık, dipsiz bir kuyudur.
O
kuyuya fener uzatanlar, gerçek tarihin kuyusuna -resmî belgeler sunarak bile
olsa- olta sallayanlar vatan haini ve Atatürk düşmanı mesabesindedirler.
Meselâ
Filistin Cephesi’nde yaşananları yazmaya hiçbir tarihçi kolay kolay cesaret
edemez. Mondros masasına hâlâ “Almanlar yenildiği için yenik sayıldık” masalı
sonucu oturduğumuza iman etmeliyiz. Filistin Cephesi’ne yaklaşan tarihçiler
nedense etrafından dolaşırlar hep bu cephenin.
Mustafa
Kemal’in Samsun’a yıkık dökük bir gemiyle ve kaçarak gittiğine inanmak durumundasınız
alnınıza “vatan haini” etiketi yememek için…
Meselâ
Erzurum Kongresi’ni Mustafa Kemal’in düzenlediğine de iman etmek
durumundasınız. Kâzım Karabekir’in o kongreye Mustafa Kemal’i de sokabilmek
için neler yaptığından bahsederseniz tescilli bir Atatürk düşmanısınızdır
demektir.
Tarihte
19 Mayıs 1915 diye bir gün yoktur meselâ tarihçiler için.
Vahidettin
Han, uzunca yıllar “hain” olarak kalmak zorundadır; aksini iddia ederseniz,
solcu ve Atatürkçü bir başbakan bile olsanız, tefe konursunuz…
Sultan
Abdülhamid Han, “Kızıl Sultan” olarak kalmak zorundadır resmî tarihin mukavim duvarından
bir tuğla çekmemek için.
Sokağa
çıkıp, “Çanakkale Savaşı’ndan üç isim sayar mısınız?” diye bir anket
yapsanız, Mustafa Kemal’in yanına -ismini hatırlayabilirlerse tabiî- sadece
Seyit Onbaşı’nın konacağını görürsünüz. Üçüncü bir isim söyleyeni kolay kolay
bulamazsınız. Çanakkale Savaşı’nın ordular komutanı Liman von Sanders ve
Osmanlı Genelkurmay Başkanı Enver Paşa olduğunu söylemekse sizi iman
dairesinden çıkarır.
Hatta
57’nci Alay Komutanı Hüseyin Avni Bey, Nusret mayın gemisi komutanı Hâfız Nazmi
Bey, resmî tarihin unutturduğu isimlerdir hepimize.
Benzer
yüzlerce örnek sayabilirim yerim müsait olsa.
Dedim
ya, resmî tarihin dışına çıktığınızda “deli”, “vatan haini”, “Atatürk düşmanı”,
“iftiracı”, “yalancı” gibi etiketlerden etiket beğenmelisiniz.
Bu
yüzdendir ki, resmî tarihin gayet konforlu alanını terk edip gerçek tarihin
peşinden koşmak, Osmanlı’dan bugüne yüz yıl -hattâ bin yıl- geçmiş olsa bile
mangal gibi bir yürek, çelik gibi bir bilek gerektirir.
O
yüreğe ve bileğe sahip olan tarihçilerimizden birisi idi işte Yavuz Abi. Tam
bir dâvâ adamıydı, gönül adamıydı.
İyi
adamdı vesselâm. Yeri kolay kolay dolmayacak. Üzüntümüz de kaybımız kadar
büyük!
Mekânı
cennet, mâkâmı âli olsun. Biz kendisinden râzıyız, Allah (cc) da razı olsun!
Kalınız sağlıcakla efendim…