
NATO, genişleme
politikasından vazgeçmiyor. Üstelik genişleme yönü sürekli Rusya sınırları… Hâl
böyle olunca, dünya barışı her sabah biraz daha riskli bir güne uyanıyor. Böylece
“gelişen dünya” söylemi, her geçen gün kendini yalanlamaya devam ediyor.
SSCB’nin
Varşova Paktı’na karşı savunma işbirliği amacıyla kurulan NATO, 73 yılın
sonunda hâlâ Rus paranoyasından kurtulamamış durumda. Rusya’nın bu duruma
bakışı ise kendi millî menfaati doğrultusunda doğru olsa da, onların da aynı
paranoyanın bir parçası olmaktan sıyrılamadıklarını görüyoruz.
Ukrayna-Rusya
Savaşı henüz bitmedi. Kimin haklı olduğu konusuna hiç girmeyeceğim ama bu
savaşın sebebi, Ukrayna’nın NATO ve AB ile yaşadığı flört. Şimdi NATO kalkmış,
İsveç ve Finlandiya’yı da aynı oyuna dâhil etmeye çalışıyor.
Finlandiya,
eğer NATO’ya girerse, Rusya ile en uzun kara sınırına sahip üye ülke olacak.
Tek başına bu özelliği bile tehdit algısı olarak yeter Rusya’ya. Ancak İsveç’in
de üye olması hâlinde, Baltık Denizi’nin artık bir NATO denizi olması düşüncesi
de büyük bir endişe kaynağı Ruslar için.
Diyebilirsiniz
ki, “2004’teki genişleme sürecinde birliğe katılan Estonya, Letonya ve Litvanya
da Rusya’ya kara sınırı olan ve Baltık Denizi’nin kıyıdaş ülkelerindendi ama
Rusya aynı tepkiyi vermedi”. Doğrudur, ancak hem o üç ülkenin siyâsî ve askerî
güçleri, hem yüzölçümü bakımından toplam büyüklükleri, hem Baltık Denizi üzerindeki
toplam hakları, hem de dünya siyasetinin yirmi yıl önce bulunduğu noktadan
bakıldığında bu ülkelerin üyelikleri büyük risk olarak görülmemiş olabilir.
Ayrıca,
Finlandiya ve İsveç’in tarafsız pozisyonlarının bugüne kadar görülen riskleri
bir amortisör etkisiyle yumuşatmış olması da göz ardı edilemez.
Neden
şimdi?
İsveç
de, Finlandiya da 1949’da yani NATO kurulurken var olan ülkeler. Özellikle
Finlandiya’nın Rusya’dan ayrılıp bağımsızlığını ilân etmiş bir ülke olduğunu
düşünürsek, daha kuruluş aşamasında NATO’ya katılma arzusunda olması beklenmez
miydi? Kaldı ki, İkinci Dünya Savaşı başlar başlamaz Rusların saldırısına
uğramış bir ülke olarak, birliğe en çok ihtiyacı olan ülkelerden biriydi o
zamanlar.
Fotoğrafa
dar açıdan bakınca, her iki ülkenin de Ukrayna-Rusya Savaşı sonrası “Sıra bize
de gelir mi?” endişesi ile kendilerine bir koruma kalkanı bulmaya
çalıştıklarını görebiliriz. Fakat her fotoğraf, fotoğrafçının gördüklerinin,
hatta bazen de beklentilerinin ürünüdür. Ve mevcut durumda fotoğrafçı ABD’dir.
ABD,
Rusya’nın yükselen gücü ve Putin’in SSCB hayâllerinin önünü kesmek, Rusya’yı
gerek askerî, gerekse ekonomik açıdan güçsüzleştirmek ve de dünya kamuoyu
önünde olabildiğince itibarsızlaştırmak için elinden geleni yapıyor. Bunun tek
nedeni ise kendi güçlerini kaybediyor olmaları. Dünyanın en borçlu, siyasal
platformda AB’nin karşısında sürekli prestij kaybeden, jandarmalık görevi
üstlendiği tüm ülkelerde sabıka kaydı kabarmış ülkesinden bahsediyoruz. İşte bu
durumdaki ABD, en güçlü olduğu alanı yani askerî gücünü de kaybetmemek adına
NATO’yu kullanıyor. Bunun için de hâlâ güçlü olduğu diğer bir alanı, strateji
ve senaryo üretme yolunu kullanıyor.
Rusya’nın
Ukrayna’ya topyekûn savaş açması da böyle bir senaryonun sonucuydu. Ukrayna
kışkırtacak, ABD ve NATO destek veriyor gibi görünecek, Rusya bunu hazmedemeyip
saldıracak ve hantal Rus ordusu, mevsimsel etkilerle de olsa başarısız
olacaktı. Akıllı zannettiğimiz Putin’in bu oyuna nasıl geldiğini hâlâ
anlayabilmiş değilim ama şu anki sonuç tam da ABD’nin istediği noktada.
Erdoğan’ın
çabalarıyla belli bir aşama kaydetmiş olan barış görüşmelerinin sekteye
uğraması da Ukrayna’nın görece bir askerî başarı elde etmesi ve bu başarıyı
savaşarak zafere ulaştırma beklentisine bağlı görünüyor. Yani eli zayıfken
masaya oturmaya istekli olan Zelenski, Batı’nın desteği ile eli güçlenince
masadan kaçar oldu. Ancak ne Ukrayna kazanıyor savaşı, ne de Rusya.
Ukrayna’nın,
kaybettiklerine üzülen bir müttefiki de yok. Herkesin derdi Rusya’nın
kaybettikleri. Az kayıp üzüntü, çok kayıpsa sevinç kaynağı Batı için.
İşte
bu fotoğrafı çeken ABD, tarafsızlıklarını koruyan ülkelere diyor ki, “Bakın,
Rusya aklına estikçe saldırıyor. Yarın size de musallat olmayacağının garantisi
yok. Sizin gücünüz Rusya’yı durdurmaya yetmez. Gelin, sizi biz koruyalım”. Çok
küçük ordulara sahip iki ülke, İsveç ve Finlandiya da aynen Ukrayna’ya kurulan
korku tuzağına düşüyor ve 73 yıldır ihtiyaç duymadıkları NATO’ya bugün
ihtiyaçları olduğu yalanına inanıp “yılana sarılarak” üyelik başvurusu yapıyor.
Türkiye
veto eder mi?
Şahsî
fikrim, NATO’nun Rusya’ya doğru genişleme politikasının dünya barışına katkı
sağlamayacağı yönünde. Rusya sınırlarındaki tarafsız ülkelerin fazlalığı, NATO
üyelerinin çokluğundan daha iyidir bence. Hem her iki taraf için tampon bölge
olarak dururlar orada, hem de kışkırtıcılıklar azalır.
Cumhurbaşkanı
Erdoğan, 10 gün önceki Cuma namazı çıkışında, Türkiye’nin bu üyeliklerle ilgili
ilk tavrını ortaya koymuş ve olaya sıcak bakmadığını sebepleriyle anlatmıştı.
Buna göre “İsveç ve Finlandiya’nın üyelikleri Türkiye’nin vetosuna takılacak”
yorumları yapıldı tabiî olarak.
Bense
kendi sosyal medya hesabımdan konunun kapanmadığını, elimizdeki kozları doğru
kullanarak alabileceklerimiz karşılığında üyelik tavizi verebileceğimizi yazmıştım.
Devlet
aklı böyledir, bugün “Hayır” dediğine yarın “Evet” diyebilir. Yeter ki
terazinin millî menfaat kefesi daha ağır bassın. Nitekim diplomatik sorunlar
yaşayıp senelerce yok hükmünde saydığımız İsrail, Mısır, BAE ve Suudi Arabistan
örnekleri bu tezimi doğrular niteliktedir. Bu, eğilip bükülmek, ezilmek,
yenilmek değildir asla. Bu, doğru zamanda doğru tavır alarak devletin
kazanmasını sağlamaktır. İsveç ve Finlandiya’nın üyelikleri konusundaki
tavrımızın da işte bu sebeplerle değişmesi hiç de sürpriz sayılmamalıdır bence.
“Böyle
bir sürpriz olur mu?” derseniz, şartlar olgunlaşırsa “Elbette olur” derim.
Şu
ana kadar ortaya koyduğumuz tepki, iki ülke ile ikili sorunlarımız üzerine
yoğunlaşmış durumda. Erdoğan’ın ifadesiyle “terörist misafirhanesi” olmuş bu
ülkelerin -mevcut tepkilerimiz ışığında- Türkiye’nin fikrini değiştirmek için
yapacakları bellidir aslında: İadesini istediğimiz terör örgütü mensuplarını
bize vermek, terör örgütleriyle aleni boyutlara gelmiş işbirliklerini ve finansal
desteklerini kesmek, polis nezaretinde Kur’ân-ı Kerim yakarak yaptıkları İslâm
düşmanlığına son vermek ve bundan sonra da Türkiye’yi bu konularda
üzmeyeceklerine dair açık taahhüt...
Ancak,
talep ve endişelerimizin giderilmesi için Ankara’ya gelme hazırlığı yapan
heyetlere “Hiç zahmet etmesinler” diyerek -şimdilik- kapıyı kapatmış gibi
görünüyoruz.
Yüksek
perdeden İsveç ve Finlandiya üzerinden yapılan eleştiriler, aslında perde
arkasında tüm NATO üyelerine verilen mesajlar olarak değerlendirilmeli diye
düşünüyorum. Erdoğan, Türkiye olarak NATO’nun genişleme politikasına kesin
olarak karşı olmadığımızı söylediğine göre, beklentilerimiz İsveç ve Finlandiya
ile sınırlı değildir herhâlde.
Finlandiya
Dışişleri Bakanı ve Cumhurbaşkanı, İsveç Başbakanı, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı
ve NATO Genel Sekreteri ağız birliği yapmış, Türkiye’nin güvenlik endişelerini
çözebileceklerini söylüyorlar.
Hâlbuki
biz, kendi güvenliğimizi kendimiz sağlayabilecek noktadayız. Bunu da senelerdir
tüm dünyaya ispat etmiş durumdayız. NATO’nun yeni alacağı üyeleri değil,
kendini düzeltmesi lâzım önce. ABD gizli ve açık tüm ambargoları kaldırmakla,
F-35 programındaki pozisyonumuzu geri vermekle, Pensilvanya papazı hakkındaki
hassasiyetlerimizi gidermekle başlayabilir işe meselâ.
Almanya,
koruma altına aldığı FETÖ mensuplarının iadesinde işi yokuşa sürmekten
vazgeçebilir. Üye ülkelerin her fırsatta “Çok önemli bir müttefik” olarak tarif
ettikleri Türkiye üzerindeki ekonomik, siyâsî ve askerî tüm ambargolar kalkar
ve methettikleri gibi saygı duymayı da öğrenirlerse, NATO’nun genişlemesinin
önündeki Türkiye engeli kalkabilir.
Ha, ben olsam, Rusya’yı yeni bir savaşın içine çekerek daha da zayıflamasına zemin hazırlama projelerinin önünü kesmek için, bugüne kadar Türkiye ve İslâm karşıtlığında haddini aşmış bu iki aday ülkenin birliğe girişine engel olurum. NATO’nun Türkiye’nin güvenliğine bir katkısı olmadığı kanaatinde olduğum hâlde, ayrılmayıp içeride kalmaya devam ederim. Ancak bundan sonraki her hatayı NATO projelerini provoke ederek cezalandırmayı da bir zevk hâline getiririm. Ama ben, devlet değilim...